Sabah akşam “sol içindeki Kemalizm hastalıklarından” dem vuran kesimlerin, Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü övmeye başladığını görünce aklıma geldi. Bundan 11-12 sene evvel, BirGün gazetesinde Yazı işleri Müdürü’yken ben, genç bir TRT muhabiri gazeteye gelmişti. Kanalın bir programında “İslam ve Sol” tartışması yaptıklarını ve benden de görüş istediklerini söyledi. O dönemlerde bu tip “karşıt görüşü de veren” programlar oluyordu, garipsemedim. Fikrimi açıklamaktan imtina etmeyeceğimi belirttim.

Özetle; solun laik, aydınlanmacı bir ideoloji olduğunu, dindarları kazanmak adına solun siyasi İslam’la flörtünü doğru bulmadığımı, zaten solcuların hiçbir zaman yurttaşların inancıyla bir derdinin olmadığını, bizim İslam’ın siyasallaşmasına karşı olduğumuzu anlatmaya çalıştım. Siyasi İslamcıların tarihsel olarak emperyalizmle ilişkisinden de bahsettim. 30 dakikaya yakın konuştum.

***

Kaydı alıp gittiler. “Pazar günü yayınlanacak” dediler. Yayın günü geldiğinde açtım TV’yi kel, gözlüklü, bıyıklı biri konuşuyor. Hani şu Recep Tayyip Erdoğan’ın elini şevkle sıkan, dönemin Taraf yazarı sözde Marksist bir zübük vardı ya, o kişi programa fiziki konuk olmuş. Soldaki Kemalizm hastalığından, solcuların dinsizlikten kurtulması gerektiğinden, solcuların dini öğrenmesinin öneminden, AKP’nin demokratlığından, tarikatların özünde bir sivil toplum kuruluşu olduğundan bahsediyordu.

Alt yazıda sürekli benim konuşacağım yazıyor ama bu kişi konuştukça konuşuyor. Bir yanlışlık mı var diye kanalı arayıp sorayım dedim. Tam o sıra ekrandaki sunucu şöyle bir şey dedi: "Zübük bey, çok doğru konulara parmak basıyorsunuz ama sizin gibi düşünmeyen kimi solcular da var. Onlara ne diyeceksiniz?" O esnada ekranın altından benim kafa belirdi. 30 dakikalık kayıttan 30 saniyelik bir bölüm almışlar, o bölümde de ben sadece laikliğin savunulması gerektiğinden bahsedebilmişim. Ne büyük günah! Zübük bey beni gördüğünde önce bir renk değiştirdi! Kendine geldikten sonra da coşmaya başladı. Benim görüntüm küçük bir kare şeklinde ekranda kalırken, bu zat "işte bu kafa" diye diye şovunu yaptı. Ne dinsizliğim kaldı ne laikçiliğim...

***

Sinirle odada volta atıyordum ki telefonum çaldı. Arayan tarihçi yazar Erdoğan Aydın’dı. O da tesadüfen izlemiş. Tebrik etti, üzülmemem gerektiğini söyledi. 30 saniyede durumu başarıyla özetlediğimi belirtti. Sinirimi biraz geçirdiği için kendisine teşekkür ettim. Yine de sonraki günlerde konuya kafayı taktım ve programcıları araya bir tanıdık koyarak buldum. O yıllarda birkaç tane de olsa sendikalı, dürüst çalışan emekçi vardı TRT’de. Tanıdık dediğim de onlar işte. Ulaştığımız genç meslektaşım dedi ki, "Hocam kusura bakma. Bu konuklar (yani Zübükler) aslında konuk değil, bu işten para alan program partnerleri. Konuşmayı 30 saniyeye kesin dediler kestik, başka türlü yayınlamazlardı. Biz de ekmek parası için çalışıyoruz işte."

O gün öğrendim ki zübükzadeler TRT’den bu ‘sol diyanet’ yayınları için para alıyormuş. Biz o dönemlerde nice sıkıntılarla gencecik arkadaşlarımla gazetecilik yapmaya çalışırken meğer bu cellatlar bizim kafamızı ekrana koyup giyotinle para karşılığı kesiyormuş.

***

O gün BirGün’deki sorumluluklarım gereği söyleyemediklerimi şimdi söylemek isterim:

Sayın zübükler... Üç kuruş para için yobazlara muhafazakâr demokrat, tarikatlara STK dediniz. “Halk içinde örgütleneceğiz” dediniz bir tane yoksul mahallesine gitmediniz. Postmodern, kimlikçi zırvaları sol diye hepimize yutturmak istediniz. Yasakçı zihniyete gık demediniz. İnsanlar baskılara isyan etti oradan bile bir şekilde haklılık payı bulabildiniz. 80 yaşındaki babaanneler sokağa fırladı, “Ortada bir laiklik kaygısı yok” dediniz. Bir sürü insan bu berbat öngörüleriniz yüzünden nefes alamadı, öldü! Ve siz, olanca rahatlığınızla düne kadar darbeci, Ergenekoncu dediğiniz kesimlere şimdi akıl öğretir hale geldiniz. Dinci gerici iklimi demokrasi diye pazarladınız, şimdi gemi batarken Atatürkçülere sığındınız. Ne yaparsanız yapın şu değişmeyecek: Siz para için halkınızı, geçmişinizi, hepimizin geleceğini sattınız.