YAZARLAR

Zihniyetimizdeki sınırları da kaldıralım

Bir taraftan Avrupa’da çalışabilmek için binbir takla atıyoruz, diğer taraftan "yabancı sayısı azaltılsın" diye naralar atıyoruz. Ülkenin her noktasından hatta ve hatta lügatinden liyakat kelimesini çıkartıyoruz, diğer taraftan ise "yabancı sayısı artmasın" deyip duruyoruz.

Türkiye, 1963’ten beri Avrupa Birliği’ne (AB) üye olabilmek için çaba sarf ediyor. Zaman zaman çok yaklaşıyor zaman zaman da iç siyasetin koltuk sevdasına kurban gidiyor ilişkiler. Ama kopuyor mu dersek kopmuyor. Bunu ne Avrupa Birliği ne de Türkiye istiyor. Lakin bu inişli çıkışlı ilişki her iki cephe için de çelişkileri hem de büyük çelişkileri beraberinde getiriyor.

Bir spor yazısı için uygun bir giriş olmadığının farkındayım. Ama anlatmaya çalıştığım şeyin de spordan ne kadar uzak olduğu konusunda şüphelerim var. Konumuz yabancı sınırı.

Aslında tekrara da giriyorum bu konuda ama ülke kendisini tekrar edince ben de uzak kalamıyorum bu kısır döngüden. 17 Eylül 2017’de yabancı sınırı tartışması bir kez daha gündeme geldiğinde liyakat üzerinden şu yazıyı yazmıştım.

Şimdi ise beti arttırıyorum. Bu kez işin çelişkisine giriyorum. Türkiye, kurulduğu günden bu yana muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı kendisine hedef koymuştur. 1963’den beri ise bu seviyenin Avrupa’da olduğunu düşündüğü için Avrupa Birliği’nin bir parçası olabilmek için hamle yapıyor.

AB ÜYESİ OLUNCA NE OLACAK?

Sadece kısa bir süreliğine Türkiye’nin bu hedefine ulaştığını düşünelim. Yani Türkiye bir Avrupa Birliği üyesi olsun. Aklımızdan geçen hemen Avrupa’ya olacak Türk akını geliyor ama bir de bu durumun tam tersi var. Yani gerek ikamet etmek gerekse de çalışmak için Türkiye de bir pazar olarak Avrupa Birliği ülkelerinin önünde duracak.

O zaman da karşımıza işçilerin serbest dolaşım hakkı çıkacak. Peki bu ne demek?

İşçilerin serbest dolaşımı kavramı, diğer ekonomik faktörler gibi emeğin de herhangi bir engelle karşılaşmadan AB tek pazarında dolaşımını ifade etmektedir. AB tek pazarının dört temel serbestisinden biridir.

Bu fasıl altındaki mevzuat, bir işverene bağlı olarak gelir getirici bir işte çalışan her nitelikteki AB üyesi ülke vatandaşı bireylerin diğer bir üye ülkede de çalışma hakkına sahip olmasını ve çalışma koşulları, sosyal yardımlar, vergilendirme konularında o ülke işçileri ile eşit muameleye tabi tutulmasını düzenlemektedir.

SERBEST DOLAŞIM

Demek ki Türkiye Avrupa Birliği üyesi olduğunda yabancı sınırı tartışmaları da sınırlanmış olacak. Çünkü Avrupa Birliği üyesi ülkelerin vatandaşı tüm futbolcular ya da basketbolcular ya da voleybolcular (bilinçli olarak takım sporlarından örnek verdim) ülkemizde kendi sporlarını icra edebilecekler. Abartarak söyleyeyim, takımlarımız isterse kadrosunda tüm oyuncuları farklı ülkelerde doğmuş oyunculardan kurabilecekler. Dolayısıyla da berbat yönetilen futbolumuzun sorunlarına çözüm olarak yabancı sınırını göstermek mümkün olmayacak.

Peki bugün milli takım bahanesiyle yabancı oyuncu sayısını okumaya çalışanlar o zaman ne diyeceklerdi? Takımlar 11 Avrupalı oyuncu ile sahaya çıktığında yerli ve milli tartışması yapılabilecek miydi? Ne olacak bu milli takımın hali sorularının muhatabı acaba o zaman doğru noktaya kayabilecek mi?

ÇAMURA SAPLANMIŞ BİR LASTİK

Çünkü çok net bir sıkıntımız var. Bir konuyu tartışırken samimi olamıyoruz. O yüzden de çelişki bizim için bir yaşam tarzı. Bu sebeple de çözümü doğru noktalarda arayamıyoruz. Kendi çıkmazımızda debelenip duruyoruz. Bir taraftan Avrupa Birliği’ne girmek için mücadele edelim, Avrupa’dan kopmayalım diyoruz, diğer taraftan da bu yabancı sayısı futbolumuzun geriye gitmesine neden oluyor diye fikir beyan ediyoruz. Bir taraftan Avrupa’da çalışabilmek için binbir takla atıyoruz, diğer taraftan "yabancı sayısı azaltılsın" diye naralar atıyoruz. Ülkenin her noktasından hatta ve hatta lügatinden liyakat kelimesini çıkartıyoruz, diğer taraftan ise "yabancı sayısı artmasın" deyip duruyoruz. Kötü gidişin asıl sebebinin bu olmadığını da biliyoruz aslında. Mesela dünkü milli takıma, ilk 11’deki oyunculara baktığımızda bile sorunun yabancı sayısı tartışmaları olmadığını görüyoruz. Ama kolayımıza geliyor. Asıl konuşulması gereken konunun çevresinden dolanmak daha güvenli bir alan sağlıyor hepimize. Bataklığa saplanmış bir araba lastiği gibi dönüp duruyoruz. Amacımız kurtulmak değil. Kurtulmaya çalışıyormuş gibi yapmak.


Onur Salman Kimdir?

Basına 2006 yılında Cumhuriyet gazetesinde stajyer olarak adım attı. İki aylık staj ve Cumhuriyet’in spor ekindeki yazılarda sonra Eurosport Türkiye’de spiker ve editör olarak çalıştı. 2009 yılında Radikal gazetesine editör olarak geçerken, Eurosport’ta da yarı zamanlı spikerlik yapmaya devam etti. Medya macerasına 2012-2016 yılında Hürriyet’te devam etti. 2016 yazından beri Gazete Duvar’da çocukluk hayalini sürdürüyor. Köken Eurosport olunca tahmin etmesi kolay. Asıl ilgi alanı ‘başka sporlar.’