25 Mart 2015

Yüzleşme süreçlerinde bilgi, duygu ve anlam

'Çözüm süreci' denilen mevcut süreçte işin henüz çok başında olduğumuz görülebilir

Türkiye’de köşe yazısı yazarken gündelik siyasetin hay huyuna kapılmamak neredeyse imkânsız gibi. Öte yandan bu gündelik siyaset kendi başına o kadar tüketici ki, sadece onunla ilgilenmek de bir karartma işlevi görebiliyor. Örneğin bugünlerde “çözüm süreci”nde nasıl davranılması gerektiğine dair Erdoğan ile Hükümet arasında çıkan gerilim tam da böyle bir örnek. Toz dumandan birkaç adım geri çekilip sahici bir çözüm / barış sürecinin nasıl olması gerektiğini daha çok tartışırsak gündelik siyaset de daha kolayca anlamlandırılabilir aslında.

O yüzden, bir önceki yazıda tartışmaya başladığım yüzleşme / uzlaşma süreçlerinin ögeleri / aşamalarından devam etmek istiyorum.

İlk aşamada tarafların kendilerini güvende hissetmelerinin ve öteki tarafa asgari güvenmeye başlamalarının; ikinci aşamada ise tarafların birbirlerini eşdeğerli olarak görmeye başlamaları ve öteki tarafa asgari saygılı bir tutum takınabiliyor olmalarının önemine değinmiştim. Bu iki öge yüzleşme / uzlaşma sürecinin sağlam bir zeminde ilerleyebilmesi için uygun bir hazırlık sağlarlar. Bu zemin üzerine bilgi, duygu ve anlam ögelerinin eklenmesi gerekir.

Bir önceki yazıda da yaptığım gibi, bu yüzleşme / uzlaşma sürecinin ögelerini ele alırken güncel bir mesele olan Türk-Kürt meselesini de bir tür vaka örneği olarak değerlendiriyorum. İlk yazıda, birinci öge olan güven / güvenlik bahsinde mevcut çözüm sürecinin epeyce yol aldığını, ama ikinci öge olan eşdeğerlilik / saygı bahsinde sürekli patinaj çektiğini ve gereken olgunluğa ulaşamadığını belirtmiştim. Şimdi, bilgi, duygu ve anlam ögelerini incelerken çözüm sürecinin durumuna da bakmaya devam edelim.

 

Bilgi ve Hafıza: Hakikatin ortaya çıkartılması

 

Yüzleşme faaliyeti, öncelikle bir hafıza çalışmasıdır. Toplumun yakın ve / veya uzak tarihindeki tartışmalı kara sayfalara dair olgusal hakikatlerin bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkartılması gerekmektedir. Ne, ne zaman, nasıl, neden olmuştur? Failler ve mağdurlar kimlerdir?

 

  1. Gayri resmî kanallar

 

Sivil toplumun kara sayfalarla ilgili yapabileceği tüm araştırma, yayın, kampanya vb. faaliyetler, hem toplumun bilgilenmesine hem de daha kapsamlı bir yüzleşme için resmi kanalların zorlanmasına yarar. Gayri resmi kanallar üzerinden yürüyen yüzleşme faaliyetlerinin toplumun çoğulluğunu yansıtma ve resmi kanalların hegemonize etme potansiyeline set çekme gibi çok önemli işlevleri vardır. Dolayısıyla yüzleşme faaliyeti sadece çatışan tarafların resmi kanallarına bırakılamayacak kadar ciddi ve karmaşık bir iştir.

Türkiye’nin yakın / uzak geçmişiyle yüzleşmesi meselesinde son 10-20 yılda gayrı resmi kanallar düzeyinde eskisiyle kıyaslanmayacak derecede önemli adımlar atılmıştır. Birçok sivil girişim, dernek, akademisyen, yazar, medya kuruluşu sayesinde Türkiye’nin birçok kara sayfasına dair çok daha fazla bilgi ortaya konabilmiş, toplum adeta bir hafıza silkinişine çağrılmaktadır.

Hem Türk-Kürt, hem de Türk-Ermeni meselelerinde gayrı resmi yüzleşme kanalları bir süredir epeyce aktif bir şekilde çalışmaktadır; ancak bu çalışmaların geniş toplum kesimlerine ulaştırılması ve benimsetilmesi açısından oldukça yetersiz bir noktada olduğumuz da ortadadır.

 

  1. Resmi kanallar

 

Yüzleşme faaliyetinin hem daha kapsamlı olması hem de kalıcı, elle tutulur sonuçlar üretebilmesi için bilgilenme / hafıza çalışması aşamasından itibaren mutlaka resmi kanalların da devreye sokulması gerekir. Bu noktada kabaca üç seçenek söz konudur:

  1. Mahkemeler kanalıyla cezalandırıcı adalet
  2. Hakikat Komisyonları tarzı yapılar üzerinden onarıcı adalet
  3. Ülkenin / toplumun / çatışmanın özelliklerine göre karma bir model

Bu yolların hangisi seçilirse seçilsin, kara sayfalara dair hakikat ortaya çıkartılıp resmi kayıtlara geçirilecektir.

Türkiye’de henüz herhangi bir konuda resmi kanallar üzerinden bir yüzleşme faaliyeti gerçekleştirilememiştir. Örneğin Ergenekon ve Balyoz davaları bir dönem için çok önemli bir yüzleşme fırsatı yaratabilecekken, çeşitli dar siyasi manipülasyonlar ve hukuksuzluklar nedeniyle bu fırsat hoyratça kaçırılmıştır.

Örneğin, şu anda sürdürülmekte olan “çözüm süreci” kapsamında resmi kanallar üzerinden yüzleşmenin çok kritik bir sayfası olabilecek 1980-84 dönemi Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevi’nde devletin 5000+ insanı Kürtlüğü ve Kürtçeyi ezmek için nasıl bir işkence rejiminden geçirdiği gibi devasa bir konu, bir süre devam eden savcılık soruşturması sonucunda bir türlü dava açılması aşamasına getirtilmemiştir. Açık ki AKP Hükümeti böylesi bir yüzleşmeyi kendi faydasına görmemiş ve mahkeme topuna girmeyi uygun bulmamıştır.

Türkiye kendisiyle ve bugünü / geçmişiyle yüzleşecekse çok yoğun bir bilgi / hafıza çalışması yapması gerekecektir. Resmi kanallar düzeyinde Türkiye’nin karma bir model benimsemesi daha makul görünmektedir. Örneğin, Türk-Kürt meselesinde yıllardır Kürt tarafının ve bu konuyla ilgilenen aydın ve akademisyenlerin önerdiği gibi mutlaka bir hakikat ve adalet komisyonuna ihtiyaç vardır. Bu talep, son Newroz mesajında Öcalan tarafından da tekrarlanmıştır. Bu tür bir komisyon, çözüm sürecinin en başında iki yıl önce oluşturulmuş olsaydı, şimdi barış açısından çok farklı bir yerde olabilirdik. [Nasıl olabilir böyle bir komisyon başka bir yazıda ele alalım].

 

  1. Bilgilerin toplumsallaştırılması: Yeni bir kolektif hafıza

 

Eğer etkin resmi yüzleşme kanallarımız olsaydı ve kara sayfalarımıza dair bilgilerimizi gözden geçirebilecek derecede hakikatler ortaya dökülmüş olsaydı bile bu durum yeterli olmayacaktı.

Zira hakikatin ortaya çıkartılmış olması yetmez, tarafların en yüksek yetkili organlarınca (örn. parlamento) bu hakikatin resmen tanınması ve buna dair bilgilerin en yaygın biçimde toplumsallaştırılması gerekmektedir. Bu sayede toplum, bu kara sayfalara dair sahici bilgiye erişebilecek ve sağlıklı bir hafıza temizliği yapabilecek, bilgi eksikliği ya da kirliliğine son verebilecektir. Bu bahiste ders kitaplarının bu gözle elden geçirilmesi de vardır kuşkusuz.

 

Duygu

 

Bilgilenmek gerekli ama yeterli değil. Kara sayfalar konusunda yeterince bilgilenmiş her insanın, mağduriyetler konusunda bir duygudaşlık içine gireceğini varsaymamamız gerekiyor. Kara sayfalar konusunda bilgilenme arttıkça ve inkâr imkânsızlaştıkça bir kesimin ‘hak etmişlerdi’ konumuna geçmesi gayet mümkün. Öteki’ni anlamak ve duygudaşlık kurabilmek konusunda bilginin ötesine geçebilmek gerekli. Bu çerçevede doğrudan insani temas, değişik toplumsal kesimlerden insanların ortak faaliyetlerde / projelerde çalışması ve sanatsal yaratımlar en önemli halkalar.

Yüzleşmenin duygusal boyutunun devrede olabilmesi için en büyük görev sanatçılara, özellikle de geniş kitlelere ulaşabilen sanatçılara düşüyor (ilk planda akla kitleselleşebilme potansiyelleri nedeniyle sinema ve müzik geliyor). Ciltlerle kitabın ya da mahkeme (ya da hakikat komisyonu) tutanağının yapamadığı etkiyi iyi çekilmiş bir dramatik ya da belgesel filmin yapması çok mümkün.

Örneğin Türkiye sineması son yıllarda Türk-Kürt meselesi üzerine dikkat çekici filmler üretmeye başlamış durumda. Bu tür ürünlerin hem çok daha artması, hem de izleyicilerle çok daha kolay buluşmalarını sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesi lazım.

 

Anlam

 

Neler olduğuna dair bilgilenmek ve mağdurlarla bir duygudaşlık geliştirmek gerekli ama yeterli değil. Bütün bu bilgilerden ve duygulardan bir anlam çıkarabilmek lazım. Bu devlet nasıl bir devlettir? Bu devletin gözünde yurttaş olmak ne demektir? Değişik kara sayfalar arasındaki bağlantılar / ortaklıklar nelerdir? Örneğin Türkiye için konuşacaksak, Türklük dayatması nereden kaynaklanmıştır ve nelere mal olmuştur? Neden Türkler üstün olmak zorunda? Türklük bu toplumun bütününü kucaklayabilecek bir sıfat olamıyorsa, ne olabilir? Yüzleşme sürecinden süzülen bilgiler ve duygular eşliğinde bütün bu sorulara bütünlüklü cevaplar verebilmek gerekiyor. Bu da doğrudan politik mücadele konusu. O yüzden, yüzleşme faaliyeti, politik bir vakumda gerçekleşmiyor; yüzleşmeden çıkarılacak anlamlar politik mücadele iklimi tarafından şekillendiriliyor.

Anlam ögesine, Türk-Kürt meselesi çerçevesinde baktığımızda, bilgi ve duygu gibi önceki aşamalarda ciddi bir mesafe kat edilmediği için toplumun büyük çoğunluğu açısından bir anlam boşluğu olduğunu söyleyebiliriz.

“Bu çatışma sürecinde 40 bini aşkın insan neden ölmüştür?” sorusuna bu toplumun büyük çoğunluğu hakikat ve eşitlik temelinde ortaklaşmış bir cevap veremezse, bizim bu meselede sahici ve kalıcı bir barış durumuna ulaşmamız mümkün değildir. Mevcut durumda ise Türklerin çoğunluğunun bu soruya cevabı hakikat ve eşitlik temelinde değil, hala eski yalanlar ve eşitsizlik varsayımı (“Türkler asli ve üstün olması gereken unsurdur”) üzerinden verilmektedir. Yüzleşme bu yüzden şarttır.

 

Ara Sonuç

 

Böyle bir çerçeveden bakıldığında “çözüm süreci” denilen mevcut süreçte işin henüz çok başında olduğumuz görülebilir. Aylardır belli olduğu ve de son günlerdeki gelişmelerden artık inkâr edilemez biçimde ortaya çıktığı gibi, “çözüm”den iki tarafın anladığı çok farklıdır. Tek ortak zeminleri “şimdilik çatışmamak” şeklinde özetlenebilecek dar bir alandır. Görünen o ki Öcalan ve HDP bu dar alanı demokrasi çerçevesini geliştirerek ve de “izleme komitesi” ve “hakikat komisyonu” gibi unsurları devreye sokarak genişletmeye çalışmaktadır. Böylesi bir demokratik salvonun AKP’nin kimyasını ne kadar bozduğu ortadadır.

Son not: Bu yazıyla birlikte yüzleşme / uzlaşma süreçlerinin on ögesinden ilk beşine (güven, eşdeğerlilik, bilgi, duygu, anlam) değinmiş oldum. Bir sonraki yazıda altıncı öge “özür ve bağışlanma talebi” ile devam edeceğim.

[email protected]

@PakerMurat

 

Yazarın Diğer Yazıları

Travma psikolojisi, travma terapisi

Travmatik olayın en temel etkilerinden biri kişinin sembolizasyon kapasitesine ket vurmasıdır. O anlar için söz yoktur, kurulamaz haldedir.

Darbe Girişimi - 1

Darbe tahayyülü, başka bütün siyasi tahayyüller gibi, belli bir sosyo-politik bağlamda can buluyor. O sosyo-politik bağlam ne denli demokratsa, darbe hayali kurmak o kadar zorlaşıyor

Büyü yapsak Kürt sorunu biter mi?

Değişik tonlarıyla baskı, asimilasyon ve şiddet politikalarının işe yaramadığı açık değil mi?