YSK'nın 6 Mayıs 'darbe'si ve hukuksuzluğun tescili

Siyaset bilimci Ayşen Uysal, 31 Mart Yerel Seçimleri sonrası yaşanan gelişmeleri ve Yüksek Seçim Kurulu’nun kararını yorumladı.

AYŞEN UYSAL 


Türkiye bitmeyen, sonlanmayan seçimler dönemine girdi. Öyle ki, iktidar bitti demeden seçimler bitmiyor. 31 Mart yerel seçim sonuçları açıklanınca seçim sonucunu beğenmeyen iktidar, “Bana ne top benim, oynamayacağım, küstüm işte” derken, Yüksek Seçim Kurulu da 6 Mayıs 2019’da “İktidar her türlü şımarıklığı yapma hakkına sahiptir” diyerek bu durumu teyit etti. Durumumuzun gündelik dildeki özeti bu. Bu çocukça, ancak naif olmayan şımarıklığın politik anlamı oldukça vahim. YSK’nın 6 Mayıs ‘darbesinin’ politik sonuçlarını birkaç grupta toplamak mümkün. Bunlardan ilki, hukuksuzluğun tescili. Artık kendini herhangi bir hukuk kuralı ile bağlı görmeyen bir iktidar ile karşı karşıyayız. İktidarın işine geldiğinde, işine geldiği gibi kullandığı bir kuralsızlık rejimi hâkim. Öyle ki, aynı sandığa giren dört oy pusulası için farklı kurallar uygulayabilecek kadar aymaz. YSK’nın bu kararıyla aynı zamanda kurumların güvenilir olmadığı da tescil edildi. YSK “Bize güvenmeyin, hukukla bağlı değiliz, emir kuluyuz” demiş oldu. Böylece, bir süredir devam eden kurumsal çöküşte sona yaklaşıldı. 

Seçimin anlamı

Karar ayrıca demokrasi sökümü sürecinin sonuna gelindiğini gösteriyor. Artık söz konusu olan eksik, sorunlu bir demokrasi bile değil, demokrasiden söz edebilmenin tüm dayanakları ortadan kalktı. Düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları gibi birtakım hakların ortadan kaldırılması ile ciddi yara alan Türkiye sorunlu demokrasisi, seçimlerin seçim olmaktan çıkarılması ile tamamen çöktü. Demokrasi tarihinin aynı zamanda oy hakkının elde edilmesi, temsilin genişletilmesi mücadeleleri tarihi olduğu göz önünde bulundurulduğunda, seçimin seçim olmaktan çıkarılmasının ne anlama geldiği daha iyi anlaşılabilir. Zira, şeklen sandığa gidiliyor olması, bir ülkede seçim ve demokrasi olduğu anlamına gelmez. 6 Mayıs’ta YSK Türkiye’de seçimin anlamını değiştirdi ve iktidara oy verilmeyen seçim, seçim değildir” dedi. Sonucu beğenilmeyen seçimlerin yenilenmesi yönünde alınan keyfi bir kararın keyfilik rejiminin kapılarını ardına kadar açtığına dair bir tereddüt yoktur sanırım. İktidar artık her beğenmediği durumda “bana ne ben oynamıyorum” diyebilecektir. Oynamamanın gerekçesinin öyle zekâ ürünü ve hukuki olmasına da gerek yok üstelik. Bu durum Türkiye’de seçmenin seçime ve seçimle iktidarı değiştirmeye olan inancını zayıflatıyor. Aslında tam olarak, seçime inançla inançsızlık arasında bocalayan, git geller yaşayan bir seçmen profili ile karşı karşıyayız. En azından şimdilik.

CHP’nin tavrı

Gelelim muhalefete. Muhalefet tercihini seçime katılma yönünde yaptı. Diğer seçenek boykottu, ancak CHP’nin boykot kararı alması ihtimali bence yüzde bir bile değildi. Zira CHP’nin eylem repertuvarında boykot performansı yok. Böyle bir deneyimi, pratiği yok. Nasıl boykot yapılacağını bilmiyor. Toplumsal gruplar ve örgütler iyi bildikleri ve kendilerini rahat, güvende hissedecekleri eylem biçimlerini tercih ederler. CHP’nin de en iyi bildiği yol seçimlere katılıp kampanya yürütmek, işte o nedenle de bu yönde karar aldı. Her ne kadar muhalefetin bu oyunun içinde kalmasının, keyfilik rejimini meşrulaştırması anlamına geldiğini düşünsem de, CHP’nin en iyi bildiği yoldan ilerlemesinin doğru bir karar olduğunu düşünüyorum. 

Bununla birlikte, Türkiye’de bundan böyle seçim sonuçlarını beğenmeyen her iktidarın istediği sonucu elde edinceye kadar seçimi yenileyebilmesinin de yolu açıldı bir kere. Bir süre daha karşılıksız sevileceğiz, ilan-ı aşk sözleri duyacağız, korkutulacağız, öfkeleneceğiz, umutlanacağız, vs. yani duygu bombardımanına maruz kalmaya devam edeceğiz. Belki 23 Haziran’a, belki belirsiz başka bir tarihe kadar…

Kategoriler

Güncel