Depreme karşı önlem alındığına ilişkin tatmin edici bir cevap alamayan yurttaşlar kendi başının çaresine bakıyor. İmkanı olan güvenli evlere taşınınca bu evlerde kiralar uçuyor. Zayıf konutlar ise yoksullara kalıyor. İstanbul’da milyonlar endişe içinde

Yoksulun zihninde deprem korkusu var

Ozan GÜNDOĞDU

Elazığ’daki 6,8 büyüklüğündeki deprem milyonlarca yurttaşın içini sızlattı. Hayatını kaybeden onlarca yurttaşın acısı sürerken, halk oturduğu evin güvenli olup olmadığını düşünüyor. Özellikle büyük bir deprem felaketini bekleyen İstanbul’da 20 milyon yurttaş evinin güvenli olmadığından endişeleniyor. Buna karşın İstanbul’da hükümetin depreme ilişkin hangi önlemleri aldığı da bilinmezliğini koruyor. Zira Deprem Hazırlıkları Araştırma Önergesi 2 Ekim 2019’da AKP ve MHP oylarıyla reddedildi. Kamuoyuna tatmin eden bir cevap da verilmeyince Elazığ depreminin ardından sosyal medyanın en önemli gündemi deprem vergileri olageldi.

17 Ağustos 1999’daki Gölcük ve 12 Kasım 1999’daki Düzce Depremi halkın hafızasına kazındı. O günden bu yana endişeleri gideren bir çalışma yapılmamış olması ise yurttaşları kendi başının çaresine bakmaya zorluyor. Böylece imkanı olanlar İstanbul’daki depreme karşı daha güvenli semtleri arıyor ve bu semtlere taşınıyor. Ancak talebin güvensiz, zemini sağlam olmayan, konut yapısı zayıf olan evlerden daha dayanıklı evlere doğru kayması güvenli konutların fiyatını artırırken, geri kalan evler yüksek kiraya gücü yetmeyen yurttaşlara kalıyor.

Üstelik gelir ve servet dağılımının giderek bozulmasıyla bu durum giderek daha korkunç bir boyut kazanıyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Hanehalkı Tüketim Harcamaları Anketi’nin sonuçları da gerçeği daha açık biçimde gözler önüne seriyor.

Kiraya 2 katı para harcanabiliyor

TÜİK verilerine göre 2018 yılı itibariyle nüfus gelir gruplarına göre 5’e bölündüğünde en yoksul beşte birlik dilimde kalan yurttaşlar kiraya yıl boyunca 9,8 milyar TL ödedi. Buna karşılık en zengin beşte birlik dilimin kiraya ödediği tutar 20,5 milyar TL. Böylece en zengin gelir grubu yoksullara nazaran kiraya 2 katını ayırabildi. Ancak bu veri dahi acı gerçeği göstermeye yetmiyor. Zira nüfusun en zengin grubunun büyük çoğunluğu ev sahibi olduğu için kira vermiyor. Buna karşın en yoksulların neredeyse tümü kiracı. Ancak bu gerçek tüm yoksulların ödediği kiranın zenginlerin ödediğinin yarısı olduğunu daha da çarpıcı hale getiriyor.

Kiranın yükü yoksulun sırtında

Yoksullar daha az kira ödemesine rağmen kiranın gelir içindeki payı yoksullarda daha fazla. Yine TÜİK’in aynı verilerine göre ülke genelinde en yoksul beşte birlik kesim gelirinin yüzde 37,8’ini kira ve faturalara ayırıyor. Buna karşılık gelir arttıkça kira ve faturaların da payı azalıyor. En zengin beşte birlik kesime gelindiğinde kira ve faturaların payı yüzde 16,8’e kadar geriliyor. Üstelik kış aylarında doğalgaz ve elektrik faturaları yüzünden iki kesimin katlandığı oranlar da değişiyor. Dahası yoksulların sırtındaki kira yükü de zaman içinde artmakta. TÜİK verilerine göre 2018’de yüzde 37,8 olan gelirden kira ve faturaya ayrılan pay 2005’te yüzde 30,1 olarak kaydedilmişti. 2005 yılında en zengin beşte birlik dilimin ayırdığı pay ise 2018’deki gibi yüzde 16,8 değil yüzde 21,9’du.

Kiracı oranı giderek artıyor

Halkın kira sorunu bununla da sınırlı kalmıyor. Konut sektörünün yaklaşık 12 kat büyüdüğü son 17 yılda ilginç biçimde kirada oturan hane oranı arttı. 100 hanenin kaçı kiracıdır diye sorarak TÜİK verilerine mercek tuttuk. 2002’de her 100 hanenin 18,7’si kiracı konumundayken, 2018’e gelindiğinde bu oran yüzde 28,7’ye fırlıyor. Kiracıların büyük çoğunluğu ise dar gelirli gruplarda toplanırken, üst gelir gruplarına her ay kira ödüyorlar. Nüfusun ev almaya gücü yetmeyen milyonları her yıl yaklaşık 60 milyar TL tutarı gayrimenkul sahiplerine yatırıyor. 6,7 milyon hanenin kirada oturduğu düşünülürse hane başına ortalama kira bedeli de yaklaşık 900 TL olarak hesaplanıyor.

***

Nedir bu deprem vergisi?

17 Ağustos 1999’da yaşanan deprem felaketinin ardından yaraların sarılması için 1 hafta içinde yeni bir vergi düzenlemesi getirilmişti. Önce kamuoyunda “dayanışma vergisi” olarak adlandırılsa da kısa sürede “deprem vergisi” olarak anılmaya başladı. Verginin teknik adı ise Özel İletişim Vergisi’ydi (ÖİV). Dönemin Bayındırlık Bakanı Koray Aydın verginin bir defaya mahsus getirildiğini ve bu vergiye “zengin vergisi” demenin daha doğru olacağını söylüyordu. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit ise deprem vergisi ile toplanacak paraların depremzedeler dışındaki diğer alanlarda kullanılacağı dedikodusu üzerine şunları kaydetmişti: Doğrudan doğruya depreme uğrayanların ivedi ihtiyaçlarını, insani ihtiyaçlarını karşılamak için tam bir saydamlık içinde kullanılacaktır. Bundan kuşku duymaya da kimsenin hakkı yoktur.

Böylece 4481 sayılı ÖİV kanunu 26 Kasım 1999’da yürürlüğe girdi. Kanun yürürlüğe ilk girdiğinde 31 Aralık 2000’e kadar yürürlükte kalması ve daha sonra yürürlükten kaldırılması planlanıyordu. Bayındırlık Bakanı Koray Aydın’ın da iddiası bu yöndeydi. Ancak 31 Aralık 2000’de sona ermesi beklenen ÖİV kanunu önce 4605 sayılı kanunla 31 Aralık 2002’ye kadar daha sonra yeniden 31 Aralık 2003 tarihine kadar uzatıldı.

25 Aralık 2003’te 5035 sayılı kanun ile ÖİV artık vergi mevzuatının kalıcı bir vergisine dönüştü.

Bu vergiden 20 yılda nominal olarak yaklaşık 70 milyar lira toplandı. Ortalama kur ile hesaplandığında ise bu vergiyle toplanan tutar dolar cinsinden toplam 36 milyar dolardır. n Ekonomi Servisi

cukurda-defineci-avi-540867-1.