YAZARLAR

Yenikapı, eski Türkiye: ‘Devlet mitingi’nde mutsuz kalabalık

Yenikapı’da hemen herkesin yüzünden bir mutsuzluk okunuyor. Giderek büyüyen sorunlarının, bu çamurlu meydanda istif edilerek çözülmeyeceğini, işlerin çok daha kötüye gidebileceğini, hiç değilse belli belirsiz bir sezgiyle hisseden, mutsuz, kaygılı ve bir an önce eve dönmenin gayretindeki insanlar.

Her seçimden önce, hem bir moral aşısı, hem bir gövde gösterisi, hem de örtük bir ‘kamuoyu anketi’ olarak planlanan Yenikapı mitinglerinin sonuncusu, sağanak altındaki bir pazar günü yapılıyor. Evden çıkmadan önce, artık ‘yandaşlık’ statüsünü de çoktan aşmış ve uzunca süredir en saçma palavraların, absürd iddiaların, iftiraların saçıldığı birer aparata dönüşmüş kanallara göz atıyorum. Saatler önce canlı yayına geçtikleri Yenikapı’da –şimdilik– sadece bir avuç insan olması endişe yaratmış belli ki. Hiç kalkmayan bir altyazı var çoğunda: “Yağmur duracak, hava açacak…” diyorlar.

Benzer bir telaş ve teyakkuz hali dışarıda da görülüyor. Altunizade’den Üsküdar’a inen ana caddedeki neredeyse her 5 otobüsten 4’ü, mitinge gidecek insanları Üsküdar iskelesine taşıyor. Üstlerinde “Görevli” ışıldakları, ampullü bayraklar ve nereden geldiklerini gösteren tabelalar var: Şile, Ümraniye, Çekmeköy, Sultanbeyli, Sarıgazi… Bazı resmi araçlar ve belediye araçları da mitinge insan taşıdığını belli edecek şekilde süslenmiş. İstanbul’un başka noktalarında da manzaranın aynı olduğunu biliyorum. Ancak Üsküdar, Anadolu yakasından mitinge gidecekler için en önemli toplanma merkezi kuşkusuz. Kadıköy, Çengelköy gibi noktalardan da tekneler kalkacak Yenikapı’ya; ama asıl yükü çeken Üsküdar.

Üsküdar’da olağanüstü bir gürültü çıkıyor karşımıza. Normalde Beşiktaş vapurlarının kullandığı iskele miting teknelerine tahsis edilmiş. Tam bu noktaya kurulan ses düzeni, yüzlerce metre uzaktan duyulabilecek bir gürültüyle marşlar çalıyor. Mitinge değil de motor iskelesinden Beşiktaş’a gitmeye çalışan ve AKP seçmeni olmadığı anlaşılan pek çok kişi kulaklarını tıkayarak ve yüzlerini buruşturarak geçiyor gürültünün bu merkez üssünün önünden. Bu gürültü, günün her anına yayılmış olarak devam edecek, her noktada kulaklarımıza hücum edecek ve kısa süre içinde serseme çevirecek hepimizi.

Gürültünün ana kaynağından önce kurulan başka noktalarda, mitinge gitmek için ineceğiniz teknelerin kalktığı yeri bağırıyor size başka hoparlörler. İskelede öyle bir patırtı var ki, bir süre hareketsiz dursanız kendinizi mitinge giden bir teknenin içine sürüklenmiş bulabilirsiniz.

Bu arada küçük bir anekdot: CHP ve HDP seçim stantları Üsküdar sahilinde her zamanki yerlerinde yoklar. MHP ve Vatan Partisi stantları ise duruyor. CHP ve HDP stantları kaldırılarak ‘olası gerginlikler’ mi önlendi? Muhtemelen. Korkunç gürültünün ortasında, kimsenin elinden almadığı Perinçek broşürleri tutan güler yüzlü adama soruyorum bunu, ama bilmiyor, hatta “CHP standı yok muymuş” diyerek, onların olması gereken yere bakıyor. “HDP de yok” diyorum, “ama MHP ve siz varsınız, tesadüf mü bu?” Herhalde gürültüden duymadı, cevap vermiyor.

Keşmekeşin iki yanında seyyar satıcılar var. Mavi zemin üstünde Osmanlı arması ve eli göğsünde Erdoğan büstüyle ‘yeni tasarım’ bir bayrak dikkat çekiyor. Bu bayrağın alıcısı çok; ama eleştirildiğini de duyacağım daha sonra: “Türk bayrağı rengi olsaydı, mavi nedir?!” Kaba şekle indirgenmiş milliyetçilik bilinçlerde açtığı çatlaklardan ilerliyor!

Tezgahlarda bu bayrağın yanında fesler, bandanalar, başa sarılan bantlar, saten görünümlü naylon atkılar, bileklikler duruyor. Hepsinin ortak bir özelliği var: Üstlerine Erdoğan’ın ya adı yazılmış ya da resmi basılmış. Parti organizasyonu olarak çuvallarla ve bedavaya dağıtılan, herkesin 5’er 10’ar aldığı AKP ve Türkiye bayrakları seyyar satıcılarda yok. Erdoğan’ın ikonik etkisi burada net olarak gösteriyor kendisini: Üzerinde AKP amblemi olan herhangi bir şeyin ‘satılabileceği’ düşünülmemiş ve satışa konulan tüm ürünler Erdoğan markası ile donatılmış.

İskele önündeki gürültüden biraz olsun kurtulup birkaç kişiyle konuşma ümidiyle tekneye binmek de işe yaramıyor. Üst kattaki hoparlörler bangır bangır aynı repertuarı çalıyor: Pop-arabesk melodili, birbirinden ayırt edilemeyen şarkıların arasına serpiştirilmiş Dombıralar… Bir düğün salonundaki gibi, uzun masaların iki yanına sıkışık nizam sandalyelerin dizildiği alt katta ümit vardır belki, diyecekken, o basık, dar ve kapalı alana da davul zurna giriyor. Gürültü, neredeyse, “kimse birbiriyle konuşsun istenmiyor” şeklinde bir komplo teorisine inandıracak kadar her yerden uzatıyor kafasını. Kulaklarda basınç ve zihinsel bir yorgunluk baş gösteriyor, erkenden. Konuşma imkanı kalmayınca, tekneye girerken kucak kucak dağıtılan kumanyaları yemeye başlıyor insanlar: Bir kese kağıdı içinde kaşarlı sandviç ve meyve suyu.

Davul zurna gürültüsüyle yanaşıyoruz Yenikapı’ya. İnerken oluşan kısa sessizlikte, ‘alan dolmuş mu’ merakı konuşuluyor. Ama daha meydanı görmeden, “Şimdiden dolmuş” fikri ağır basıyor sonra. Uzun, yer yer çamurlu bir yol yürünerek miting alanına vardığımızda İstanbul Belediye Başkanı’nın, hemen hemen hiç kimse tarafından dinlenmeyen konuşması cızırdıyor ses kulelerinden. Beyaz, turuncu ve mavi olmak üzere üç renkte parti bayrakları ve çiçekçilerin demet saplarını sararken kullandığı sentetik malzemeden yapılmış gibi duran soluk kırmızı Türk bayrakları boca ediliyor katılımcılara. Herkesin iki elini dolduracak kadar bayrağı var. Özellikle Erdoğan sahneye davet edilirken yapılan anonsla tüm bayraklar havaya kalkacak ve fotoğraf karelerine daha kalabalık bir görüntü yansıyacak bu sayede. Tamam, fotoğraflar yanıltıcı; eski mitinglerde alanın ‘kalan yarısı’ için dikilen ses kulelerinin önünde bitiyor bu kez kitle; ama bu nemli, tropik sıcağa rağmen iyi bir kalabalık var alanda. Fakat önemli eksikler de var: Coşku, umut, istek yeterince görünmüyor. Bayrak sallamalarda, sahneden gelen ‘coşturma’ dürtmelerine verilen karşılıklarda; eski büyüsünü kaybetmiş alışkanlıkların izi var. Yıllardır Yenikapı mitinglerine gide gele, “yedi düvele gücünü” göstere göstere, “büyük oyunları” boza boza yorulmuş; artık solmaya yüz tutmuş bir bayrak gibi dalgalanıyor alanın bir bölümü.

Ön taraflar daha sıkışık, ama arkaya ilerledikçe, çamur ve su birikintilerinin de etkisiyle çözülüyor, gevşiyor örgü. Arka taraflarda genellikle küçük atomik gruplar, çoğunlukla çekirdek aileler ya da üçlü-beşli erkek arkadaş grupları halinde insanlar. Evet, gençler var, ama açıkça azınlıktalar. Evet, kadınlar –özellikle de ‘Reis çıktığında’– daha coşkulular, ama onlar da açıkça azınlıkta. Erkekler çoğunlukta, orta yaş ve üstündekiler çoğunlukta. Daha çok dini bir esrimeyle davranan en yaşlılar, neredeyse en coşkulu, en tutkulu kesim. “AKP organik olarak yaşlanıyor” diye düşünürken Tansu Çiller’in alanda olduğunu öğreniyorum. Yaşlanan ve artık ‘eski’yen bir kütlenin, sözcüğün her anlamıyla ‘eski’ bir figür tarafından taçlandırılması gibi bu.

Her şeyin teşrifata dönüştüğü bir ortamda, belediye başkanı gibi başbakan da yeterli ilgiyi görmüyor ve “İşte O, beklediğiniz insan” diyerek Erdoğan’ı takdim ediyor o da… Ve Erdoğan sahneye ilk çıktığında saman alevi gibi parlayıp sönen coşku, belki de bu mitingin son nefesi oluyor. Ve artık adet olduğu üzere, Erdoğan daha yeni konuşmaya başlamışken miting kalabalığı arka taraftan çözülmeye başlıyor.

Alanın genelinde yoksul halk profili hakim. En dar gelirliler, işçiler, emekliler, memurlar, küçük esnaf ve elbette belediye ve kamu çalışanları: İsmek, İsfalt, Halk Ekmek, İgdaş, İski, itfaiye… Katılmak mecburi miydi, diye sormak gelmiyor içimden… Zaten hemen herkesin yüzünden bir mutsuzluk, memnuniyetsizlik okunuyor. Bu kalabalık içinde en çok dikkat çeken ortak nokta neydi, derseniz, hiç düşünmeden mutsuzluk derim. Asık suratlı, düşünceli, tedirgin bir kalabalık… Giderek büyüyen sorunlarının, bu çamurlu meydanda istif edilerek çözülmeyeceğini, işlerin çok daha kötüye gidebileceğini, hiç değilse belli belirsiz bir sezgiyle hisseden, mutsuz, kaygılı ve bir an önce eve dönmenin gayretindeki insanlar.

Soldaki kadınların hali mi daha gerçek, yoksa diğerlerinin mi?

Onların peşine takılıyorum. “CHP pisliktir” diye bağırılan kürsüdeki rutin konuşmadan daha öğretici, onlarla eve doğru yürümek. Telefonda birilerine “Çok kalabalıktı, 5 milyon kişi vardı” diyenler de var. Ancak genel olarak, sessizce yürüyen, gürültüden kafası şişmiş, kulakları tıkanmış, tedirgin bir acelecilikle adımlarını sıklaştıran, geçim ve yaşam gailesindeki mutsuz insanların arasındayım. Kamunun tüm olanakları seferber edilerek yapılmış bir devlet mitinginden erken ayrılmışız, evlerimize dönüyoruz.


Hakkı Özdal Kimdir?

1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.