Yargı hiyerarşisi de yıkıldı

24 Ocak 2021 Pazar

Bugün katledilişinin 28. yılında hasretle andığımız Uğur Mumcu, daha 1993 yılında 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünü görmüş, “Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar 30 yıl sonra general olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar” demişti.

Suikastından iki gün önceki yazısında “İmam ve hatip olarak yetiştirilenler Emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam olacaklar... subay da olacaklar” diye bugünleri anlatıyordu.

Köy Enstitüleri’nin kapatılması ve İmam Hatip modelinin ortaöğretime egemen kılınması, seçmen kitlesinin, Osmanlı’nın kulluk geleneğinden Cumhuriyet’in özgür vatandaşlık bilincine geçmesini önemli ölçüde engelledi ve bugünkü ucube “Şahsım Rejimi” ortaya çıktı.

Bu rejimin temelinde yatan ve FETÖ tarafından fiilen gerçekleştirilen “bağımlı yargının” ilk Anayasal tohumları, ikinci 12 Eylül Felaketi olan 2010 halkoylaması ile atıldı.

Olağanüstü Hal baskıları altında yapılmasına ek olarak, oy sayımının bile yasalara aykırı olarak gerçekleştirildiği 16 Nisan 2017 halkoylaması ile de bu bağımlılık pekiştirildi.

Bu iki halkoylaması, Demokrasinin esas mantığı olan temel hak ve özgürlükleri tahrip etti; kendi içinde bile çelişkilerle dolu olan bu “Ucube Anayasa” yolu ile zaten zedelenmiş olan yargı bağımsızlığını iyice yok etti.

Yargı bağımsızlığı yok olunca kararlar genellikle, hukuka bağlı bir biçimde adaleti gerçekleştirmek için değil, doğrudan iktidarın istediği doğrultuda alınmaya başlandı. 

***

Oysa, yargı mekanizmasının hukuka uygun ve adaleti gerçekleştirecek biçimde çalışması, yargı kararlarının denetlenmesinin kendi içindeki hiyerarşi ile sağlanmasına, yani yargı bağımsızlığına bağlanmıştır.

Elbette yargı içindeki hiyerarşi, bürokrasi içindeki hiyerarşiden farklıdır. 

Bu hiyerarşi, bir emir-komuta zinciri biçiminde değil, verilen kararların bir üst mahkeme tarafından irdelenmesi ilkesiyle çalışır.

Bir başka deyişle, adli yargıda yerel mahkemelerin kararları istinaf mahkemesi kararlarıyla, istinaf mahkemesi kararları, Yargıtay kararlarıyla irdelenir.

İdari yargıda, son merci Danıştay’dır.

Bireysel haklar konusunda herkes, esas görevi iktidarın yasama eylemlerini, içtüzük uygulamalarını denetlenmek ve iktidarı yargılamak olan Anayasa Mahkemesi, AYM’ye başvurabilir.

Anayasamıza göre, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi ve bu Sözleşmenin denetleyicisi olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, AİHM’in, Sözleşme hükümleri içindeki kararları da bütün ülkeyi bağlar.

Yine Anayasamıza göre, Anayasa Mahkemesi, AYM kararları da ülkedeki bütün mahkemeleri, kurumları, gerçek ve tüzelkişileri kapsar. 

Amma ve lakin, bütün bu mahkemelerin kuruluş ve işleyişleri, yargıç ve savcı üyelerinin tayin ve terfileri siyasal iktidarın emrine verilince ve siyasal iktidar da “Şahsım Devletinde” tek bir kişinin kararlarına bağlanınca, bu hiyerarşi de yerle bir oluyor:

Cumhurbaşkanı’nın beğenmediği, eleştirdiği, katılmadığı, tanımadığı, Yargıtay, Danıştay, AYM ve AİHM kararları yerel mahkemelerce ve ilgili makamlarca pek uygulanmıyor! 

***

Sonuç olarak “Şahsım Devleti” rejiminde AİHM’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş Kararları ile AYM’nin Enis Berberoğlu kararı da uygulanmıyor, Berberoğlu için ikinci bir kez daha karar vermek zorunluluğu doğuyor.

Böylece zaten bizzat kendi mensuplarınca bile dile getirilen “yargıya güvensizlik” duygusu toplumda iyice kökleşiyor.

Bütün bunların üzerine Adalet Bakanı çıkıp da AYM kararlarının bağlayıcılığından ve bizzat kendilerinin tahrip ettikleri yargı için “Adalet Reformu” hazırladıklarından söz edince, bu açıklamalar, siyasi olarak değil, ancak mizahi olarak algılanır!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yeni anayasa tuzağı 19 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları