Ateş, bilimi, yaratıcılığı, uygarlığı, özgürlüğü, özgür düşünceyi, aydınlanmayı, ezcümle laikliği keşfetmek ve onu insanların doğaya uygun yaşamaları için sunulmuştur.

Yardımcı Ders Kitabı 101: Ateş düştüğü yeri yakmaz yalnızca...
Fotoğraf: Wikimedia

Ateş Dersi
DERSİMİZ
Ateş
KONUMUZ Uygarlık

İnsanlığın avucunda tanrılardan çalınmış bir şey var. Sabırsızca, heyecanla, hevesle bekliyoruz insanlığın avcunu açmasını ve bizi meraktan kurtarmasını. Meraktan kurtulmayı pek arzu etmeyenler olabilir, öyle ya merak kötü bir şey mi, ama gördüğümüz şey de merakımızı fazlasıyla giderebilir. Tanrılardan çalınan ve insanlığa sunulan o şey, ateş.


Söylencesi de kendisi kadar insanlığın iyiliğine, uygarlığın gelişimine katkıda bulunmuş bir... Bir neden söz ediyoruz? Dört elementten birinden, hava, su, toprak ve ateşten. Yani hayattan, varoluştan, varkalıştan, tutkudan, büyüden, hayranlıktan, aşktan, mucizeden, sıcaklıktan, iyilikten, dostluktan, masaldan, yakınlıktan, toplumdan, ortaklaşmadan, paylaşmadan, bölüşmeden, imeceden, doğadan, ağaçtan, kuşlardan, börtüböcekten, çiçekten, yapraktan, sudan, nehirden, gökyüzünden...

Prometheus tanrılara isyan ettiği zaman elinde o var, Hephaistos’un Olympos Dağı’ndan düştükten sonra tanıştığı mitolojinin kızıl düşüncesi de o. Bilgiyi de onun ışığı temsil ediyor, meşaleyle uygarlık, çağdaşlık, bilim yolunu aydınlatan ve elden ele tıpkı Prometheus’un taşımaktan yılmadığı ateş o. Onun yalımı, şavkı. Yeryüzü dilinde, Türkçe’de de ne çok söylenişi var, yalnızca dilden değil, yürekten, gönülden tutuşup gelen, yalım, şavk onlardan işte.
Ateş aynı zamanda tanrısal düzene karşı çıkmak, ‘böyle gelmiş böyle gitmez’ demek içindir ve Prometheus ateşi çalarak insanı da bunun için yaratmıştır mitolojiye göre. Ateş, bilimi, yaratıcılığı, uygarlığı, özgürlüğü, özgür düşünceyi, aydınlanmayı, ezcümle laikliği keşfetmek ve onu insanların doğaya uygun yaşamaları için sunulmuştur.

Sunulandır, armağandır, arzulanandır, süreğendir, Novalis’e göre ki aşkı kendisinden sorabileceğimiz makamlardan biridir, temelde ateş cinsel bir sürtünmeden doğar, eh bu da fena bir açıklama sayılmaz, öyle ya tensel aşk ya da arzuda da birlikte ateş olmak, yanmak, alev almak, tutuşmak, çıra gibi olmak türünden pek çok ateşli, ateşin fiil yok mudur? Tabii burada bırakmıyor, bunun mutluluk ve sıcaklıkla da pek yakın, komşudan öte kavramlar olduğunu da seziyoruz.

Gaston Bachelard Ateşin Psikanalizi’nde ‘zihin hayatının Oedipus kompleksi’ olarak tanımlar Prometheus’un eylemini. Hoffman Kompleksi’yse Novalis’in söyledikleriyle uyumludur, orada da biri dişil, diğeri eril iki tözün birlikteliği sözkonusudur hem ateşin ortaya çıkardığı hem ateşi sürdüren. Bir şey yoktan var olmuyor, vardan yok olmuyorsa, bu, ateş hayatın özüdür demek olmuyor mu? Ateş, kitabın sunusunda da belirtildiği gibi tam da C. G. Jung’un anladığı anlamda ‘doğurgan bir arkaik karmaşa’nın vesilesi, düşlere gerçek özgürlüğünü ve gerçek yaratıcı ruhsallığını veren diri diyalektiği üfleyen, büyüten, açığa çıkaran değil mi?

Bachelard kitabında, “yavaşça değişen her şey hayatla açıklanırsa, hızla değişen her şey de ateşle açıklanır” derken olasılıkla ‘ateşin bacayı sarması’ndan söz ediyordu. Ne yazık ki şişede durduğu gibi durmuyor hiçbir şey, ateş aşkta durduğu gibi, su düşte durduğu gibi durmuyor, Tarancı’nın “su insanı boğar, ateş yakarmış” dediği oluyor ve ateş hem yakıyor hem de yine Bachelard’ın ateşin dışkısı olarak nitelediği kül ve duman da boğuyor!
Ateş ve alev ya da ateş ve hayal ya da şiir, biri dikey olsun biri de italik ya da rüyalar gibi yatay. Ateş hem aşkın şiddetini, tutkunun derecesini ölçer hem de yaratıcı sayılır. Ateşleyen. Bazen dilde bazen gönülde yangın çıkaran. Bazen de Tanrı ya da Allah adına işgördüğüne inanan, başkalarını yakarsa sevap kazanacağına iman eden en adi, en aşağılık, alçağın da alçağı, onurdan, haysiyetten, insanlıktan, hayvanlıktan nasipsiz, yalnızca ‘yaratık’ diyebileceğim faşist ve gerici katil sürüsünün elinde cinayet silahı olur ateş ne yazık ki! Ve inanılanın aksine ateş sadece düştüğü yeri yakmaz, vicdan, merhamet sahibi olanların içini, bir ülkeyi ve onun geleceğini de yakar!

ANA DÜŞÜNCE “Cehennem dediğin dal odun yoktur/herkes ateşini burdan götürür” (Pir Sultan Abdal)
YARDIMCI KİTAP Ateşin Psikanalizi, Gaston Bachelard, çev: Aykut Yiğit, Bağlam Y.,1995

Coğrafya Dersi
DERSİMİZ
Coğrafya
KONUMUZ Rüya

Galiba en sevdiğim ders. İçinde şiir var. Şiir en çok nerede var derseniz, yanıtım dünden hazır, dün dediğim çooooook dün, ta çocukluğumdan. Yanıtımı yineliyorum: Şiir dün de bugün de en çok coğrafyada var, yarın da öyle olacak. Her şey dün olacak, dünün günü şiirle dolacak, adı coğrafya olacak, isteyen ders desin!

“Bu dünya soğuyacak” der Şair. Şair deyince akla gelen ilk ad kimse o. Şubat 1948’de Bursa mapusunda tamamladığı “Yaşamaya Dair” şiirinin 3.’sünde: “Bu dünya soğuyacak,/yıldızların arasında bir yıldız/hem de en ufacıklarından/mavi kadifede bir yaldız zerresi yani/yani bu koskocaman dünyamız”.
Coğrafya, o dünyanın soğumadan önceki hali. En güzel, en yakışıklı, en fiyakalı, belki en şahane hali değil ama, yine de “yaşadım diyebilmek için” üzerinde, içinde, altında, dibinde, yolunda, suyunda, havasında, göğünde, ayazında, buzunda, çölünde, gölünde, yağmurunda, sıcağında, soğuğunda, “iyi günde kötü günde” beraber olduğumuz, hep olmak istediğimiz yer. Yerküre.

Kavimler kapısı tarihse, rüyalar kapısı da coğrafyadır. ‘Coğrafya kaderdir’ sözünü, ‘coğrafya olanaktır’a çeviren de rüyalar kapısı olmasıdır. Günaydın demek gibidir. Her sabah güneşi üstüne geçiren gün gibi içaydınlığı duymak, bir sabaha daha uyanmanın iyiliğiyle gözaydınlığı dilemektir. Coğrafya çok güneş demektir.

Ders olduğuna göre kitabı da vardır, kitabı olduğuna göre defteri de...Coğrafyanın kitabından da çok defteri var sanırım. Çünkü kim defterine “Bugün güneş kapımı çaldı, uyuyordum açamadım, pencereden içeri daldı” diye yazsa, “Şehirde bugün bir kutlama var...Gibi geldi önce, sonra düşündüm ki şehir zaten kutlama için kurulmuştur, kutlama alanıdır, kutlamadır” dese, “Ağaçlar dans eğitimi mi alıyorlar ne, ince bedenleriyle dal gibi uzanıp kıvrılıyorlar ve bir anne güzelliğinde yeşilden bir gölge olup örtülüyorlar üstümüze” diye söylese, hızını alamayıp daha ileriye gitse ve “Birbirlerini düşünen dağlar var hissediyorum, üstlerindeki gökler genişliyor düşüncelerinden, birbirlerini düşleyen nehirler ki akışlarından belli, birbirlerini bekleyen yollar var, ayağının turabı olayım diye toza bulanmaktan ne gamlı ne de hicranlı ve birbirlerini özleyen ağaçlar var ki ne sanırsınız, bazı kuşların bazı dalları yurt tutması onların özlemini bildirmesindendir, öte öte şakıya şakıya bitiremeyişindendir” diyerek akıp giderse... Belli ki coğrafya gittiğinden çok henüz gitmediğindedir, gördüğünden çok görmediğinde ve düşlediğinden çok düşlememeye bile başlamadığındadır daha.

Coğrafya, sabah uyanır uyanmaz fikrine düşen, gündüz gözüyle görülen rüyadır. Ötedüştür. Öte düşüdür. Başka insanların, yurtların, toprakların, denizlerin olduğunu ve ütopya uyarınca anayurdumuzun tüm yeryüzü olduğunu, sadece bizi şaşırtmak, yaşadığımıza biraz daha inandırmak ve doğaya hayran bırakmak için başka adlar verildiğini düşünmektir. Kendimize ara vermektir coğrafya, ara sıra mola vermektir, zamana yol vermektir. Gitmesek de görmesek de o coğrafya bizim yeryüzümüzdür, düşüncemizdir, yalnızca düşleyebildiğimizle sınırlı değil, henüz düşleyemediğimizle sınırsızdır.

Coğrafya uzaklar değildir sadece, yan sokaktır, kestirmeden gitmek değil yolu uzatmaktır, çocukluğunu düşler, gençliğini özler gibi durup semtine bakmaktır, ‘vayy be!’ demektir, ‘coğrafyanın tam ortasındayım, ama dönem bitince kaldırıp atmayacağım kitabı, o kitap ömrün kitabıdır, her sayfası bir andır, yıldır, bugündür, yarındır, bir ömür coğrafyayı yaşayacağım!’

ANA DÜŞÜNCE “Bu ders coğrafyayı kirala hadi/teneffüse çıkalım toprağıyla, suyuyla”
YARDIMCI KİTAP Hayali Yerler Sözlüğü (2 cilt), Alberto Manguel, Gianni Guadalupi, Çev: Sevin Okyay, YKY, 2021