19 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Yapay zeka mı kurgusal zeka mı

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

İnsanın düşünme-yapma-becerme vb. kapasitesinin henüz % 3’ünün keşfedilip kullanılabildiğini öğrenip de büyülü bir “umma” hülyasına kapılmamın üzerinden neredeyse 60 küsur yıl geçti. Yani “yapay zeka” kavramının ilk dillendirilmeye başlandığı 1955-56 yıllarından söz ediyorum.
Uzunca bir zamandır insan beyninin çok azının (%5’ini, %10’unu vb. diyenler de var) kullanılabildiği düşüncesi çok yaygın. İddiaya göre Einstein bile beyninin ancak %5’ini kullanıyormuş. Kimileri ise bu kapasiteyi ömürleri boyunca ancak % 4’e kadar çıkarabiliyorlarmış.
Son yıllarda bazı bilim insanları ise bu yöndeki inanışların bilimsel olarak ciddi bir saçmalıktan ibaret olduğunu söylemeye başladılar. Örneğin, Amerikalı bir bilim insanı (Prof. Dr. Berry Gordon) bir makalesinde beynimizin ancak yüzde 10’unu kullandığımız mitinin alabildiğine “gülünç derecede saçma” olduğunu; çünkü bunun oldukça yüksek bir orana ulaştığını söylemektedir.
Öte yandan bu oranın “devlet beyni”ndeki durumu da ayrı bir yazı konusu. Örneğin söz konusu 1955-56 yılların ABD’nin “Yeni Dünya Düzeni” için düşünceyi, sanatı ve bilimi manipüle edip bir “kültürel soğuk savaş” enstrümanı haline getirmeye giriştiği yıllardır da aynı zamanda.
ABD Savunma Bakanlığının “yapay zeka” araştırmalarına aynı süreçte başladığı ve insanın akıl yürütme mekanizmasını taklit etmek için bilgisayarları düzenlemeye giriştiği biliniyor.
Fakat bu yılların aynı zamanda ABD için “cadı kazanları”nın kaynatıldığı ve devlet aklının yerlerde sürüklendiği yıllar olduğu da unutulmamalıdır. Günümüzdeki kör ve şaşkın ABD devlet aklı ise bütün çıplaklığıyla ortada.
O zaman haklı olarak düşünmek ve sormak gerekmez mi? Bu bilimsel aklın kendi iç gelişmesinin olağan doğal bir sonucu mu yoksa tamamen bir rastlantı mıdır gerçekten de?
Bunun hiç de öyle olmadığını düşünmemiz için o kadar çok neden var ki? Fakat ne var ki konumuz bu değil bu yazıda.

BİR GELECEK TARTIŞMASI...
“Yapay zeka” kavramı “artificial intelligence” kavramının çevirisiyle elde adilmiş bir kavram. Birebir çeviri yapıldığında doğru gibi görünüyor. Ne var ki hayata ve yapma eylemi bağlamında bakıldığında isabetsiz bir çeviri kanımca. Türkçede “entelektüel” kavramının da kökü sayılması gereken “intelligence” (zeka) kavramında sorun yok. Sorun “artificial” sözcüğünde. Çünkü “artificial” kavramının karşılıklarına bakıldığında: yapay, suni, yapma, takma, yapmacık, sahte, doğal olmayan, sentetik, doğaya aykırı vb. anlamlar öne çıkıyor.
Yani aslında “yapay zeka” kavramındaki temel çelişki “zeka” da değil “yapay” kavramında başlıyor. Bunu anlamak için de yapay ekmek, yapay süt, yapay aşk, yapay dostluk vb. benzer kavramlar türetilirse durum daha da vahimleşebilir. O yüzden bana kalırsa burada “kurgusal zeka ya da akıl” kavramını kullanmak çok daha uygun gibi görünüyor.
Kaldı ki sanatın, bilimin, felsefenin, teknolojinin ve hatta yapma eyleminin kendisinin bile -en azından önemli bir bölümünün- bir tür kurgudan ibaret olduğu göz önüne alınırsa durum daha anlaşılır hale gelecektir. Yani yaratıcı kurgu ya da manipüle kurgu. Yani insan zihninden ya da elinden değil de insan zihni tarafından kurgulanmış kurgu bir zekadan söz edilmelidir kanısındayım.
Öte yandan bazı öyle alanlar ve kavramlar vardır ki onu bilimsel kriterlerle değil de salt “işçi sınıfı” ya da “halk” gibi siyasal ideolojik kavramlarla değerlendirmek işi daha baştan ya çıkmaza sokacak ya da gerçekliğinden koparacaktır kanısındayım. Bilim, sanat, bilgi, zeka, yaratıcılık vb. kavramlar ve alanlar bunların başında geliyor. Ne var ki siyasi ideolojik yanı gözardı edilmeden...
O yüzden her ne kadar ABD gibi emperyalist devletlerin konuyla ilgili uzun vadeli siyasi planları olsa da “yapay zeka” konusunun yine de bilimsel olarak salt “işçi sınıfı” bağlamından ele alınması ve karşı çıkılmaya çalışılması bana oldukça netameli bir konu olarak görünüyor.
Bu yüzden bana kalırsa bu tartışmadaki en kritik nokta, konunun “işçi sınıfı” bağlamında ele alınması ve esas olarak o aralığa sığdırılıyor olması. Çünkü bilimsel olarak ele alınması gereken bir konuyu salt “işçi sınıfı” ya da benzer sınıfsal kriterlere göre değerlendiremezsiniz. Bence burada doğru kavram “insanlık” kavramı, hatta bizzat “bilim” kavramının ta kendisidir. Yani bilimin, bilimsel bir ideoloji olarak bilimsel özden uzaklaştırılmasıdır.
Bu tartışmanın en zaaflı ikinci yanı ise “yapay zeka”nın esas olarak emperyalizm tarafından kulanılıyor olmasına bakılarak salt o bağlam üzerinden karşı çıkılıyor olması. Sanırsın ki, sanki emperyalizm sahip çıkılıp doğru yönde kullanılmayan nice doğal zekayı kullanmıyor?
Kaç yıl önceydi unuttum; bir sanat dergisi bana dijital teknolojiyle (photoshop) ilgili benzer bir soru sormuştu. Ben de şöyle cevap verdiğimi hatırlıyorum: O yapma teknojilerinin hepsinin de bir “insan” tasarımı programla gerçekleştirildiğini, bunu yapanların da “insan” olduğunu, yani sonuçta görünen dijital “yapay zeka” olsa da aslında belirleyici olanın “insan” olduğunu düşünüyorum.
“Yapay zeka” konusunda da aynı şeyi düşünüyorum doğrusu.
Bu yüzden, bu köşede üç yazıdır konuşmaya çalıştığım çağdaş sanattaki “yapay zeka” tartışması aslında tam bir gelecek tartışmasıdır da: bırakın yapılanın “çağdaş sanat” olup olmamasını, sanat olup olmadığının bile göz önüne alınması gereken bir noktadayız kanımca.