Geçen haftaki başlığımız “İnsan ve Yaşam” idi. Bugün de “Doğa” yaşamındaki her tür ve sayıdaki insan doğa ile iç içedir. Doğadan sağladıklarıyla yaşamını sürdürür. Havası, suyu, toprağı ile doğa insana beslenme ve barınma kaynakları sunmaktadır.

İnsan var oluşundan bu yana doğaya egemen olmak istemiştir. Çünkü yaşamı ona bağlıdır. Önceleri toprağın, kendiliğinden yetiştirip ona sunduğu ürünlerle beslenmiş, doğal ortamda yaşayan hayvanları avlamış çiğ veya pişmiş olarak yemiştir. 

Daha sonra toprağı ekip biçmeye, alet kullanmaya, değişik ürünler yetiştirmeye başlamıştır. Hayvanlardan sadece et olarak değil, sütünden, derisinden hatta hayvanın beden gücünden de yararlanmayı keşfetmiştir. 

İnsan bitmeyecek gibi görünen bu doğal kaynakları hoyratça kullanırken nüfusu da artmaya devam etmiştir. Daha çok insan daha çok tüketim demektir. 
Sanayi devrimine kadar insanın doğadan yararlanması fazla sorun yaratmamıştır. Sayısı arttıkça çalışanlar çoğalmış, doğa da karşılığında vermiştir. Ne zaman kadar?

Buhar makinesinin icadı insanlık tarihinde yeni bir dönüm noktası ve yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Sanayileşme üretimin her alanında yaygınlaşmıştır. 
Doğaya egemen olan insan sanayi devrimi ile birlikte doğayı sömürme tutkusuna kapılmıştır. Sanayi için gerekli iki şey vardır. Birincisi işlemek için ham madde. İkincisi de makineleri çalıştırmak için enerji.

Bunların her ikisi de doğal kaynaklardan sağlanmaktadır. İmalat sanayinin ana maddesi metaller yer altından çıkarılan madenlerden elde edilmektedir. Yer altı kaynakları yenilenebilir değildir. Sorumsuz ve kontrolsüz kullanım bunların hızla tükenmesine neden olmaktadır. 

Başlıca enerji kaynağı yine yer altından çıkarılan fosil yakıtlardır. Ham petrol, doğalgaz ve kömür ya doğrudan doğruya veya elektrik ve buhar enerjisine dönüştürülerek kullanılmaktadır. 

Tarıma dayalı sanayi, hammaddesini topraktan yani doğadan sağlamaktadır. Artan talepleri karşılamak için verimi artırmak gerekmiştir. Bunun yolu topraktan verebileceğinin fazlasını almak dolayısıyla yapay gübre ve kimyasal ilaçlar kullanmaktan geçmektedir. 

Toprak yıllar geçtikçe verimliliğini kaybetti. Yukarıdaki yapay takviyeler yetersiz kaldı. Bu defa bitkilerin genetik yapılarıyla oynamaya başlayan insanoğlu GDO’lu ürünler yetiştirmeye başladı. verim arttı fakat eski doğal meyve ve sebzelerin tadı ve kalitesi aranır oldu.  Ayrıca sağlık yönünden pek çok zararlı etkiler ortaya çıktı. Organik ürünler gündeme geldi. Ancak maliyetlerinin yüksek oluşu ve ihtiyacı karşılayacak miktarda yetiştirilmemesi yüzünden sorunu çözmedi. Ayrıca satılanların ne derece organik olduğu da kuşkulu.

Doğayı sömüren sanayi sadece kaynakları tüketmekle kalmamış zehirli atıklarıyla da çevreyi kirletmeye başlamıştır. Önceleri insanlar çevrelerinde tüten fabrika bacalarını zevkle izlerken sonra oradan çıkan duman içinde zehirli gazların olduğunun farkına varmışlardır.  Havanın kirlenmesi doğadaki tüm canlıları bitkisinden hayvanına, insanına kadar herkesi etkilemiştir, etkiliyor.

Gelişi güzel bırakılan sanayi atıkları, akar suları, denizleri kirletmekte orada yaşayan canlılar gittikçe azalmakta ve yok olmaya gitmektedir. Son yüzyıldaki savaşlar büyük yıkımlara, savaş sanayinin çalışma hızının artmasına neden olmuştur. Yeryüzündeki savaşlar kesintisiz hala sürmektedir. Sıkılan her kurşun, patlayan her bomba doğadan bir parçayı koparıp götürmektedir. 

Bilimi, tekniği, sanatı, uygarlığı, kültürü, felsefeyi geliştiren ve gerçekleştiren insanın bu başarılarına ne yazık ki doğa katliamları gölge düşürmektedir. Dengeleri bozmaktadır. İnsanın tam anlamıyla insan olabilmesi bu dengeye bağlıdır.