YAZARLAR

'Yakarsa dünyayı garipler yakar'

Düzenin asli unsuru polislerdir elbette. Polis erkinin kökeni de uygarlık kavramında yatar. Dirlik, düzen, medeniyetin esasıdır. Polis de bir anlamda uygarlık celladıdır. “Cellat” der Foucault, “Yalnızca yasayı uygulayan kişi olmakla kalmamakta, aynı zamanda gücü sergileyen kişi de olmaktadır. Suçun, şiddetine egemen olmak için ona karşı uygulanan bir şiddetin ajanıdır.”

George Floyd’un katledilmesinin ardından ABD’de başlayan eylemlere, Müslüm Gürses yıllar öncesinden ses veriyor:

İsyan ede ede olduk günahkar

Mutluluk bizlere uzaktan bakar

Tanrım bu dünyayı başka kim yakar

Yakarsa dünyayı garipler yakar

Evet ABD yanıyor, hepimizin canlı canlı tanık olduğu bir cinayetin ardından “olur böyle şeyler, cici cici oturalım” denmesi beklenmiyordu herhalde. Sarı yeleklilerin Fransa’da, sosyalistlerin İtalya ve İspanya’da, anarşistlerin Yunanistan’da ve diğer ülkelerde başka aktivistlerin, başta sağlık sistemi olmak üzere çöken sosyal devlet kavramını sorgulamaları beklenirken kıvılcım bir anda ABD’den geldi. Obama’nın başkan olmasıyla ABD’de ırkçılığın bittiği zaten bir illüzyondan ibaretti. Olsa olsa Turgut Özal’ın “benim annem de Kürt” demesi gibi, ezilen halklardan birilerinin tepe noktalara gelmesi, aslında maruz kalınan şiddeti, ikinci sınıflığı meşru zemine oturtuyor. Bu halüsinatif meritokrasi, ayrımcılığı ve adaletsizliği yeniden dönüştüren yapay bir mekanizma aslında. Obama bir konuşmasında Amerikan rüyasını kitlelere şöyle satmıştı: “En berbat yoksulluk içinde doğmuş küçük bir kız, başkalarıyla aynı şeyleri başarma şansına sahip olduğunu gördüğünde, inancımızda haklı çıkarız…” Muhtemelen bahsettiği o küçük kız şu sıralar Minneapolis sokaklarında eylemde olsa gerek.

Yönetenlerin, muktedirlerin söylemleri zaman ve mekandan azade olarak aynıdır, genelde değişmez. “Gezi’nin ilk günleri barışçıydı, sonradan bozuldu!!!” söylemine benzer açıklamaların cumartesi günü Minneapolis Valisi’nden gelmesi tesadüf değildir: “Gösteriler bir haftada şekil değiştirdi. Başka kentlerden gelip sorun çıkartmak isteyenler var.” Yani diyor ki muhterem, dışarıdan kente (ya da parka olarak da okuyabilirsiniz siz) kötü kötü insanlar gelmiştir, aslında siyasal otorite barışçıl hak taleplerine elbette sıcak bakmaktadır bla bla bla. Floyd, Biko, Festus, Alexis, Dilek, Berkin, Ali İsmail… Bunlar tüm dünyada geçerli olan sistematik bir otorite şiddetinin değil de, aslında öfke kontrolü sorunu olan, kendini bilmez bazı polislerin yanlış yapmasıyla hayatlarını kaybetmişlerdir. Tam da buna inanmamızı bekliyorlar.

Irkçılık kapitalizmin ihtiyaçları üzerine şekillenir. ABD polisinin sık sık viral olan görüntülerinde genelde siyahlardır şiddete maruz kalan. Sanayi Devrimi'nden itibaren beyazlara emek gücü verenler de çoğunlukla siyahlardır. Pandemiden ölenlerin önemli bölümü sigortasız siyahlardır. Güney Afrika’da yıllarca süren Apartheid rejimi, değerli madenlerde çalışan siyahlar üzerine kurmuştur hegemonyasını. Zira sömürü, işkence, öldürülme fakirlere mahsustur, bu insanlık tarihi kadar eski değişmez bir kuraldır. Daha önceki bir yazıma gönderme yapacak olursak; iş kazalarında patronlar ölmez, depremde Nepal’de ya da Van’da iki katlı yapılarda insanlar ölür, yine iki katlı villaları olanlar hayatına devam eder, vatanından savaş nedeniyle kaçanlar paraları varsa Fatih’te tatlıcı dükkanı açar, yoksa Ege Denizi’nde kaçarken yaşam mücadelesi verir. İntiharlar bile parasızlıktan, yoksunluktan, yoksulluktandır.

Geleneksel otoritede sosyal düzen esastır. Düzen kutsaldır ve tartışılamaz uhreviliktedir. Değişime doğası gereği kapalıdır otorite, bu anlamda ortodokstur da, siyahlar siyah doğmuşsa bu mukadderattır, fakirsen bu da kaderdir, çalış zengin oldur! Düzene itaat esastır, yoksa o en klasik tabirle resmi güç kullanma yetkisine sahip devlet kafana biner, zaten adaletsiz ve eşitsiz düzene karşı ezilenler isyan edince nasıl tepki vereceğini de söyleyen yine o yüce otorite makamıdır. Güney Afrikalı gazeteci Steve Biko’nun, “Siyah Bilinci” kitabında dediği gibi: “Beyazlar hem bizim kıçımıza tekme atıyor, hem de bu tekmeye nasıl tepki vermemiz gerektiğini dikte ediyor.” Biko daha sonra polisler tarafından 1977 alçakça katledilecek ve Peter Gabriel’in o efsane şarkısına da ilham olacaktır.

Sadece Güney Afrika’da, ABD’de değil bütün dünyada nasıl davranmamız gerektiği bize dikte ettirilir. Bundan 7 yıl önce Gezi’de yaşananlar otoritenin sarsılmazlığına örnektir. Oysa polisin yani otoritenin olmadığı 17 gün boyunca Taksim’den hiçbir asayiş vakası rapor edilmemiştir. Adına “düzen” dediğimiz zamazingo aslında kurgusal değil midir o zaman? Tıpkı sınırlar gibi, gerçeğin tanımı ya da zaman kavramı gibi…

Düzenin asli unsuru polislerdir elbette. Polis erkinin kökeni de uygarlık kavramında yatar. Dirlik, düzen, medeniyetin esasıdır. Polis de bir anlamda uygarlık celladıdır. “Cellat” der Foucault, “Yalnızca yasayı uygulayan kişi olmakla kalmamakta, aynı zamanda gücü sergileyen kişi de olmaktadır. Suçun, şiddetine egemen olmak için ona karşı uygulanan bir şiddetin ajanıdır.” Yahudi katliamı suçlusu Eichmann’ın kendini “İyi birey, iyi devlet memuru ve iyi vatandaş” olarak tarif etmesi bu yüzdendir. Polisler, cellatlar, ya da Nazi subayları ”emir kuludur.” Arendt’in ifadesiyle “Bürokratik, sığ ve basmakalıp bir cümle kurmaktan öteye geçemeyen aciz bir insan”lardır… “Kötülüğü sıradanlaştıran”, onu meşrulaştıran tiplerdir.

Savaş Erki Polis Erki kitabının yazarı Mark Neocleous’e göre medeniyetin sınırlarını da devlet güçleri belirler: “Uygarlığın, uygar olmadığı düşünülenlere karşı şiddet ve saldırganlık gerektirdiği gerçeğine işaret eden, bir fikir olan uygarlaştırma taarruzundan söz edebiliriz.” Yani siyahların 2020 yılında dahi, kategorik olarak “uygarlaştırılmaya”, boyunlarının dizlerle bastırılarak ezilmesine ihtiyacı vardır, tıpkı yerliler gibi, Iraklılar gibi, Suriyeliler gibi, Araplar gibi, Kürtler gibi, Aleviler gibi…

Dilek Doğan’ın evini basan polislere son sözü “Ya n’apıyorsun” olmuştu.

Kemal Korkut, Diyarbakır’da herkesin önünde öldürülmeden önce , “Ne var ne, üzerimde ne var?” diye haykırmıştı.

George Floyd’un son sözleri ise “Nefes alamıyorum” oldu.

Sistem tıkandı, bitti, sömürüye dayalı bu düzen; üretim ilişkileri, sosyal devlet, adaletsizlik, gelir dağılımı, demokrasi, ırkçılık, ekoloji, açlık ve onlarca meselede alarm veriyor. Bu nedenle “Ya napıyorsunuz siz, üzerimizde ne var bizim, nefes alamıyoruz artık, bi düşün yakamızdan…” diyerek kurtulacak insanlık bu süreçten.


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.