YAZARLAR

Ya hain darbe girişimi başarılı olsaydı?

O gece darbe başarılı olsaydı, çok kötü şeyler olurdu. Bir kere en baştan, temel haklar askıya alınır, on binlerce insan, siyasetçiler, gazeteciler ve kanaat önderleri sorgusuz sualsiz tutuklanır, talimatla copy-paste kararlar alan mahkemelerde yargılanır; muktedirin rüzgarına kapılmış halk idam nidalarıyla kendinden geçerken kim bilir kaç masumun canı yanardı.

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden tam iki yıl geçti. Arkadaşlarım, WhatsApp grubunda darbe oluyor mesajları attığında, ben Antalya’nın şirin bir sahil beldesinde, denizin tam kıyısındaki belediye tesisinde çimlerin üzerine nazikçe yerleştirilmiş masalardan birinde çayımı içiyor, bir yandan da çocuklarımın yumurtadan yeni çıkan ve tesisin ışıkları nedeniyle denize değil de bize doğru ilerleyip çimlerin arasında kaybolan caretta caretta yavrularını toplayıp denize götürmelerine eşlik ediyordum. Darbe? Hem de bu devirde… Yok canım, olmaz öyle şey, derken vakit biraz daha ilerledi. Bu arada on beş-yirmi kadar caretta caretta yavrusu sahildeki gece bekçisinin de bize katılmasıyla denizi buldu. Nihayet, Ankara’daki eşimden oralarda gerçekten çok kötü şeyler olduğunu öğrendiğimde vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Caretta carettaları bekçiye emanet ederek apar topar eve döndük. Televizyonu açtığımızda TRT’de spiker dehşetli bir yüz ifadesiyle bir bildiri okuyordu. “Sistematik bir şekilde sürdürülen anayasa ve kanun ihlalleri devletin temel nitelikleri ve hayati kurumlarının varlığı açısından önemli bir tehdit haline gelmiş ….. temel hak ve hürriyetler zedelenmiş, evrensel temel insan haklarının göz ardı edildiği korkuya dayalı otokrasiyle yönetilen bir ülke …. Türk Silahlı Kuvvetleri … çağdaş, demokratik, sosyal, laik hukuk ilkelerine dayalı anayasal düzen tesis edilene kadar…. “ devamını dinleyemedim. 12 Eylül Darbesinde bir çocuktum. Mesut Mertcan’ın TRT’de okuduğu darbe bildirisinde “devletin başlıca organlarıyla işlemez duruma düşürüldüğünden, anayasal kuruluşların tezat ve suskunluğa büründüğünden, Türk silahlı kuvvetlerinin yüce Türk milleti adına … demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmak için ülke yönetimine bütünüyle el koyduğundan” söz ediliyordu. 12 Eylül darbesinin ardından yaşananları biliyorsunuz. 650 bin kişi gözaltına alınmış, binlerce kişi işkenceye uğramış, yüzlercesi sorguda, işkencede ölmüş, aralarında çocukların da olduğu 49 kişi idam edilmiş, aralarında 1402’lik diye anılan öğretim üyelerinin de bulunduğu binlerce kamu görevlisi işten uzaklaştırılmış, siyasi partiler kapatılmış, sendikalar kapatılmış, üniversiteler bir kez daha çoraklaştırılmıştı. 36 yıl önce olan biteni çocuk aklım pek kavramıyordu; ama çevremdekilerin ne hissettiklerini anlayabilecek, gözlemleyebilecek yaştaydım: Büyük bir korku, suskunluk ve çaresizlik. Darbenin ardından adeta bir tek adam rejimi kurulmuştu. Rejim asmayalım da besleyelim mi diye haykırıyordu; bir çocuk idam ediliyordu. Öyle darbe bildirisinde ilan edildiği gibi demokratik düzenin işlemesinden filan söz eden yoktu.

15 Temmuz gecesi, demokrasi söylevleri veren bir bildiriyle ekrana düşen yeni darbenin ne derecede korkunç sonuçlar doğurabileceğini biliyordum. O gece, ses hızını zorlayan jetlerin, atılan bombaların, çatışmaların gürültüsüyle dehşete düşen pek çok arkadaşımın aksine, önce sahilde huzurlu bir ortamda ve nihayetinde evimdeydim. Yine de o anda olanların ve olabileceklerin dehşetinden çocuklarımı nasıl koruyabileceğimi tartmaya çalıştığım korkunç bir geceydi. Gece, endişeleri büyütüyor, bir yandan Ankara’daki arkadaşlarımdan gelen mesajların da etkisiyle gündüz vakti olsa “yok artık, olur mu öyle şey” diyebileceğim birçok ihtimalin gerçek olabileceğini düşünmeme neden oluyordu. Darbenin başarılı olması durumunda ilk saldırı dalgasının ardından okların muhalefete ve özellikle de benim de aralarında olduğum barış yanlılarına olabileceğini düşünüyordum. Ama aklıma gelenlerin en kötüsü bu değildi. Darbe girişimi başarılı olsun ya da olmasın, yakınlardaki ilçe merkezinden yazlıkların olduğu sahile ellerinde meşalelerle akın edebilecek muhafazakâr-milliyetçi, köktendinci ve başka ne olduğunu pek bilemediğim bir güruhun “buralarda kafirler oturuyor” diyerek evlerimize saldırabileceğini düşündüm. Daha önce Maraş’ta olmuştu, Çorum’da olmuştu, Sivas’ta olmuştu… Yine olabilirdi. Kızım 8, oğlum ise 4 yaşlarındaydı. Böyle bir durumda oğlumu kurtarmanın zor olacağını düşündüm. Küçüktü, kaçamazdı. Kızım ise beni anlayabilecek yaştaydı. Sanırım darbe oluyor, dedim. Darbe ne? dedi. Şimdi anlatamam, dedim. Ama sana çok önemli bir şey söyleyeceğim: Eğer bu gece sana kaç dersem kaçacaksın, saklan dersem, saklanacaksın. Saat geceyarısını geçmişti. Çocukları yatırdım.

TRT spikerine zorla okutulan bildiride demokrasiden, evrensel insan haklarından söz edildiğine bakmayın. O gece darbe başarılı olsaydı, çok kötü şeyler olurdu. Bir kere en baştan, temel haklar askıya alınır, on binlerce insan, siyasetçiler, gazeteciler ve kanaat önderleri sorgusuz sualsiz tutuklanır, talimatla copy-paste kararlar alan mahkemelerde yargılanır; muktedirin rüzgarına kapılmış halk idam nidalarıyla kendinden geçerken kim bilir kaç masumun canı yanardı. Meclis etkisiz kılınır, yüzlerce STK, onlarca basın kuruluşu, haber ajansı kapatılır, medya sansür ve baskılarla susturulur ya da tek sesli hale getirilirdi. Darbenin hemen ardından, tam bir temizlik başlar, yüz binlerce muhalif suçu nedir denmeden işsiz-aşsız bırakılır, yüz binlerce kişi kamu görevinden çıkarılır, on binlerce kişinin seyahat ve eğitim hakları engellenir, üniversiteler bir kez daha çoraklaştırılır, yerlerine biat edecek memurlar atanırdı. Nihayetinde, ülke bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak kararlarla yönetilen bir tek adam rejimine evrilirdi. Bu kadar baskının yaşandığı bir ortamda ekonomi de tepetaklak olur, büyük bir krizin ilk belirtileri çok geçmeden baş gösterirdi.

Neyse ki Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi halkımız “direnme hakkını” kullandı da, bütün bunlar başımıza gelmedi.


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.