01 Nisan 2020 00:39

Viral sermaye: Yaşamak bir virüs gibi, parazitçe ve yarın yokmuşçasına

ABD'de koronavirüs (Kovid-19) salgını dolayısıyla alınan önlemler sonrası New York'ta sokaklar en tenha günlerini yaşıyor.

Fotoğraf: Tayfun Coşkun/AA

Paylaş

Tarihçi William McNeill 1976’da yazdığı “Vebalar ve Halklar” adlı kitabında emekçilerin tarih boyunca mikro ve makro parazitler olmak üzere iki tür parazit tarafından saldırıya uğradığından bahseder. Mikro parazitlerin saldırısı nedeniyle zayıflayan toplumlar makro parazitlerin, yani yağmacı diğer insan gruplarının saldırısına açık hale geliyor. Makro parazitler kaba kuvvet kullanarak mikro parazitler tarafından zayıflatılmış toplumlara hakim oluyor. Makro parazitler, mikro parazitler gibi “Hayatta kalabilmek” için başka hücrelere ihtiyaç duyuyor, aksi halde yok oluyor. Hayatı üretmeyen makro ve mikro parazitlerin tek amacı var: Hayatta kalabilmek için sömürmek. İşçiler mikro ve makro parazitlerin ortak beslendiği bir kaynak.

McNeill mikro ve makro parazitlerin toplumlar üzerine kurduğu hakimiyeti büyük nehirler boyunca serpilen medeniyetlerden itibaren ele alıyor. Yazara göre bu erken medeniyetlerde tarım işçilerinin maruz kaldığı parazit enfeksiyonlarının toplumsal hiyerarşinin oluşumunda tam olarak nasıl bir rol oynadığı belki ikna edici bir şekilde ortaya konulamaz:

“Ancak sulama tarımına dayanan despotik hükümetlerin çoğu zaman ayakları su içinde çalışan tarım işçilerine musallat olan, elden ayaktan düşüren hastalıklara birşeyler borçlu olduğunu düşünmek makul görünüyor” (Plagues and Peoples, Anchor Books, 1998, elektronik ed., s. 230)

Ancak yağmanın istikrarlı, sürdürülebilir bir parazitizme dönüşmesi için yağmalanan işçilerin bir kısmının üretime devam edebilecekleri kadar beslenmelerine izin vermek gerekiyordu:

“Medeniyet tarihinde çok erken bir dönemde başarılı akıncılar fatihlere dönüştüler, yani tarım üreticilerinin hasadının tümüne değil, bir kısmına el koymayı öğrendiler…” (s. 264).

McNeill’e göre artı-değer (fazla-değer) sömürüsü yabancı işgali ya da yağmasına, yani öldürücü bir enfeksiyona karşı düşük-doz bir enfeksiyonla aşılanmak gibidir: Süründüren sömürü hemen ve toptan ölüme karşı bir tür bağışıklık kazandırır.

McNeill’in tarihinde medeniyet (Şehir anlamına gelen Arapça “medine”, Batı dillerinde Latince “civitas” kelimesinden türer), yani şehir egemenliği, başlı başına bir parazit örneğidir. Çünkü şehirler hem şehirlerdeki iş gücünü besleyecek kadar çocuk, hem de tükettiğinden katbekat fazla hasat üreten kırsala bağımlıdır. Bugün bu ilişki ister istemez yeniden tarif edilmek zorundadır, çünkü insanlık tarihinde ilk defa dünya nüfusunun çoğunluğu şehirlerde yaşamaktadır. Bu yeni dönemde sömürü ilişkileri nasıl düzenlenecektir?

Michel Foucault, 17. yüzyıl sonu-18. yüzyıl başından itibaren, devletin gücünü nüfusun bolluğunu ve üretkenliğini temin eden (Fizyokrat) bir idare sistemine dayandırdığını ileri sürmüş ve buna biyo-iktidar adını vermişti. Fransız düşünür Bruno Latour Le Monde’a yazdığı yazıda devletlerin COVID-19’a verdiği cevapları eleştirerek şöyle diyor:

“… Bu devlet, yirmi birinci yüzyılın ve ekolojik değişim devleti değil, on dokuzuncu yüzyılın, bio-iktidar tabir edilen devletidir”.

Müsaadenizle düzeltmek istiyorum: Yirmi birinci yüzyıl devletinin “ekolojik” olmadığı kuşku götürmez, ancak biyo-iktidar bence durumu tarif etmeye yetmiyor: Biyo-iktidar değil, viral iktidarla karşı karşıyayız.

Eğer bu tespit edebi bir söz sanatından öteye gidecekse öncelikle COVID-19 vebasının ve SARS-CoV-2 virüsünün hikayesini anlatmak gerekiyor. Latour, Le Monde gazetesinde yayımlanan yazısında vebanın bizi iklim krizine hazırladığını iddia ediyor ve şöyle devam ediyor:

“İki krizin birbiri ardı sıra yaşanmasını sağlayan şey, ani ve acı verici bir biçimde, -salt insanlardan ibaret- klasik toplum tanımının anlamsız olduğunun farkına varılmasıdır. Toplum hali, her an, çoğu insan biçimine sahip olmayan pek çok aktör arasında iştirake bağlıdır. Pastör’den beri bildiğimiz üzere, bu mikroplar için böyledir; ancak internet, hukuk, hastane organizasyonu, devlet lojistiği, ve dahi iklim söz konusu olduğunda da durum budur... Pandemi, geçmiş kıtlıklardan veya mevcut iklim krizinden daha ‘doğal’ bir olgu değildir. Toplum, uzun zamandır, toplumsal sahanın dar kısıtlamalarının ötesine geçmiştir.” (Öznur Karakaş’ın çevirisi için bkz.: “Sağlık Krizi Bizleri İklim Değişimine Hazırlanmaya Sevk Ediyor”, https://terrabayt.com/dusunce/saglik-krizi-bizleri-iklim-degisimine-hazirlanmaya-sevk-ediyor/).

Latour, Durkheim sosyolojizmine karşı Tarde’ın tarafını tutarken toplumsal veya sosyal diye bir olgunun varsayılmasına karşı çıkıyor. Bir olguyu toplumsal olarak tanımlamanın siyasi bir müdahale imkanı olduğunu düşündüğüm için böyle bir tercih yapmak zorunda olmadığımızı iddia ediyorum. Latour sosyologları eleştirirken Marx’a atıfla şöyle diyor: “Sosyal bilimciler dünyayı farklı biçimlerde değiştirdiler. Halbuki önemli olan onu yorumlama” (Reassembling the Social, Oxford University Press, 2005, s.42). İktidarın emrindeki sosyal bilimlerin ürettiği bilginin dünyaya ve insanlığa etkisi konusunda Latour’un kötümserliğini paylaşmakla beraber sadece yoruma çekilen entelektüel bir pozisyonun siyasi bir apolitizme götüreceğini tahmin etmek zor değil. Latour’un iddiasının aksine, toplumsal olgu ve olaylarda cansız ve insan olmayan canlılara da öznellik payı biçmek diyalektik düşünceyle bağdaşmayan bir yöntem değil. Marx’ın yöntemi her bir somut olayı içinde bulunduğu ilişkiler ağı içinde ele almamızı öneriyor. Eşyaların ilişkilerinden insanların ilişkilerine ilerliyor.

Bu bağlamda virüsü içinde bulunduğumuz toplumsal, ekonomik, siyasal ve ideolojik durumdan bağımsız bir “dışsal değişken” veya tiyatro diliyle bir “deus ex machina”, öngörülemeyen, nereden geldiği meçhul bir olay olarak tanımlamak “Virüsü Allah yarattı” iddiasıyla aynı yere varıyor. Halbuki virüsün nereden geldiği meçhul değil; Virüsün kökenine inmek toplumsalın haritasını çıkarmak için önemli bir imkan sağlıyor. Bir sonraki yazıda evrim biyoloğu ve kamu sağlığı filocoğrafyası (İnsanların güncel coğrafi dağılımını inceleyen disiplin) Uzmanı Rob Wallace’ın SARS-CoV-2’nin ortaya çıkışında küresel tarım sektörünün sorumluluğunu vurgulayan çalışmalarından bahsedeceğim. Daha büyük felaketlerle karşı karşıya kalmadan şu anda yaşamakta olduğumuz vebanın gerçek sorumlusunu belirlemekten çekinmemek gerekiyor: Kapitalist tarım. Ancak bu sorumluluğu ve bir makro parazit türü olarak sermayeyi tarif ettikten sonra devletlerin kriz politikalarını değerlendirebiliriz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...