20 Nisan 2024 Cumartesi
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Vahdettin, Mustafa Kemal’i destekleyebilir miydi?

Şule Perinçek

Şule Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

Her 19 Mayıs’ta şöyle bir tartışma kafasını uzatır. Kimbilir belki de memnun olmak mı gerekir, “Biz de vatanın savunmasından yanaydık, İngilizlerle işbirliği yapmadık. Mustafa Kemal’i Anadolu’ya zaten Sultan Vahdettin gönderdi...” dediklerinde. Bütün iyimserliğimle ve millet aşkımla inanmak isterim...
Köşemizin boyutları elvermiyor bütün tezleri burada aktarmaya. Ancak yıllar önce yine bir 19 Mayıs’ta Ulusal Kanal’da programıma iki görüşün de savunucularını çağırayım demiştim. Ne kadar uğraştıysam bir taraf gelmedi. Bir kişi bile kabul etmedi. Kayınvaldem hasta, ayağım burkuldu hesabı mazeretler... Neredeyse 60 telefon... Ben de oturdum bütün o koca koca kitapları okudum ve onların yerine programda o görüşleri dile getirdim. Karşımda Doğu Perinçek ve Orhan Koloğlu... Meğer haklılarmış gelmemekte. Gelen tarafın elleri çok kuvvetliydi. Gerçeğe bağlıydılar. Tarihi siyasete uydurmaya çalışmıyorlardı.
Başladım, belki arkasını getirir, her tezi ve yanıtını uzun şeklini de daha sonra yazarım. Bu yazıda ancak temel bakış açısına değinelim.

DEVLETİ SEN KURTARABİLİRSİN
Bu konuda en bilinen dayanak Sultan Vahdeddin’in Mustafa Kemal İstanbul’dan ayrılmadan önce son gün Yıldız Sarayı’nda görüşmeleri sırasında söylediği şu sözler:
“Paşa Paşa! Şimdiye kadar vatana çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin”. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.3, s.99)
Ama ilginç, Mustafa filminde de aynısını yapmışlardı, o zaman da yazdım ve yine televizyonda programda tartıştık, hemen ertesi cümleyi aktarmıyorlar. Orada kesiyorlar. Mustafa Kemal şöyle devam ediyor:
“Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki, yabancı hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak, devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mı idi? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahmin ile başka bahislere girişmeyi tehlikeli saydım. Kedisine basit cevaplar verdim.”
Bir yandan da kafasında sorunu çözmeye çalışıyor. Aslında padişahı “veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, eğilimlerini, sahtekârlıklarını” çok iyi tanıyor.
“Memleketi kurtarmak lazımdır bunu yapabilirmişim. Nasıl? Hemen hüküm verdim: Vahdettin demek istiyor ki, hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız İstanbul’a hâkim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri yola getirirsem, Vahdettin’in arzularını yerine getirmiş olacaktım.” (age, s.99)

Vahdettin, Mustafa Kemal’i destekleyebilir miydi? - Resim : 1

UZAKLAŞTIRMAK LAZIM
Bir de öncesi var. Ona da hiç değinilmiyor.
Gelin yine Mustafa Kemal’in kendisinden dinleyelim.
Vahdettin’in kabinelerinde kendisi için iki karşıt fikir olduğunu söylüyor: “Biri kendi lehlerine kazanmaya çalışanlar; diğeri, hiçbir şekilde itimat edilmemek lazım olduğunu iddia edenler!”
Aylarca tartışılmış ve sonunda karar verilmiş:
“Mustafa Kemal’e güvenilmez! İstanbul’da bir takım olumsuz telkinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İstanbul’dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal’i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli!”
Yakın arkadaşları onu tebrik ediyorlar.
Aradan çok geçmeden Harbiye Nazırı Mustafa Kemal’i makamına çağırıyor. Bir dosya uzatıyor. İşgal kuvvetlerinin subaylarının hazırladığı raporlardan kalın bir dosya.
“Samsun ve civarında birçok Rum köyü Türkler tarafından saldırıya uğruyor. İstanbul hükümeti bunu önleyemiyor. Eğer aciz iseler vazifeyi üstlerine alacaklar...”
Mustafa Kemal memnuniyetle görevi kabul ediyor. Çünkü artık İstanbul’da yapabileceği bir şeyin kalmadığını düşünüyor. Bu onun için de bir fırsat. Ancak yine de öylesine kabul etmek içine sinmiyor belli ki ekliyor:
“Ben oraya Türkler Rumlara zulmediyor, mu etmiyor mu, yalnız bunu anlamak için mi gideceğim; memuriyetim bu mu olmak lazımdır?”
Evet, bu!
Ondan sonra dantel işler gibi ince ince ayarlıyor, görevlendirme yazısının her aşamasında, her imzasında özel planlıyor. Her sözcüğü, özel belli bir hedefe hizmet etmek üzere seçerek ekletiyor. Kimi makam maksadı anlıyor, “imza etmem” diyor. Ama mühürünü veriyor. Göz yumuyor. O arada başka bir yetki daha ekleniyor.
Artık elinde ayrılırken öyle bir görevlendirme var ki... olağandışı yetkilerle donanmış. (age., c3, s.89-100)

ATATÜRK ÇARPITMIŞ OLABİLİR Mİ
Peki, Atatürk çarpıtarak bütün bunları kendine göre bükerek söylemiş olabilir mi?
30 cilt yayımladık. Söylediklerini söylemediklerini, satır aralarını da okuyabilecek kadar tanıştık. Dil insanın ideolojisini çok açık ele verir. Hiç yapmıyor. Hatta kendi aleyhine olabilecekleri, yanlış anlaşılabilecekleri, özel yaşamına ilişkin olsa bile yanına “arşive” diye not düşerek genelin bilgisine bırakıyor.
Vahdettin’e karşı önyargılı davranmış olabilir mi?
Milli duygular o sıralarda artık çok güçlü.
Mustafa Kemal de geçen hafta yazdığımız gibi daha gençliğinde sabahlara kadar uyumuyor, okuyor, öğreniyor. Vatan aşkıyla yanıyor. Arkadaşlarıyla konuşuyor tartışıyor. Kapının önünden geçerken arkadaşlarıyla konuşmasını duyunca dehşete kapılan annesinin tanımıyla “yedi evliya gücündeki” padişahımız efendimize başkaldırmaya karar veriyorlar; ant içiyorlar.
Çok tepkisel.
Çok öfkeli.
Nasıl yapar!
Nasıl işgalci İngiliz’e boyun eğer!
Vahdettin desteklese red eder miydi?
Amacı vatanı kurtarmak.
Ya da tersini de soralım Vahdettin Mustafa Kemal’in programının başarılı olacağını bilse desteklemez miydi?
Ama nereye kadar? Bir devrime izin verebilir miydi?
O da vatanı kurtarmak lazım diyor. Ama yolu başka.
Bir soru daha:
Vahdettin’in başarıya gidecek yolu bilme olasılığı var mıydı? Kendi yok oluşunu, feodal imparatorluklar döneminin kapandığını görebilir miydi?
O sıralar tartışılan ve içine düşülen durumdan kurtuluş için önerilen Atatürk’ün de sonradan 1927’deki Nutuk’ta değindiği gibi üç-dört program var.
Tarih yanıtını verdi.
Bir program başarıya ulaştı. Üstelik İstanbul’da oylanmış ve kaybetmişti.
Zafer Ankara’nın oldu.

KENDİNİ DAYATAN SÜREÇ
Mustafa Kemal, padişaha ve hükümetine çok ağır eleştiriler yöneltiliyor. Hele eline Vahdettin’in kaçmadan önce İngilizlere yazdığı başvuru geçince gerçekten çok ağır konuşuyor.
Öldürülmediler gitmesine izin verildi deniyor. Öldürülmüyor ama tek kişi de bırakılmıyor. Kundaktaki bebelerle sürülüyor.
Üç devrim de radikal.
Fransız devrimi, Sovyet Devrimi ve Türk Devrimi. Kökünden söküp dışına atıyor.
Ama bu da kendini dayatan bir süreç.
Birinci Meclis’teki tartışmalara imkanınız varsa arada bir göz atın. Hepsi tek bir amaçla gelmişler oraya. Vatanı kurtaracaklar. İstanbul Meclisi Mebusanı’ndan başarıya inananlar geliyor. Seçilenlerden “başarmamız lazım mutlaka” diyenler geliyor. Yalnızca 115 kişi. Olsun.
Bugünün deyimiyle söyleyelim “değişik siyasi görüşten” mebuslar. Henüz adları “milletvekili” bile değil. Egemenlik “padişahta” yani.
Ama önlerine aşılması gereken engeller çıktıkça süreç içinde kimisi yollarını ayırıyor, nefesi yetmiyor aşmaya, kursağımda padişahımızın lokması var yapamam diyor, kimisi ilerliyor, aştıkça aşıyor. Saltanatı kaldırmak için, halifeliği kaldırmak için, cumhuriyet için, laiklik için, devrimler için birlikte yürüyor, gidiyor.

BİLGİ BİZDE VAR
Aslında Mustafa Kemal de öyle...
İstanbul’dan ayrılmadan her türlü olasılığı deniyor. Milletvekilleriyle bir gece önce anlaşıyor, sözleşiyorlar ama ertesi gün tek bir el kalkmıyor. Hükümete girmeye etkilemeye çalışıyor. Olmuyor. Sonunda başka yol kalmamıştı. Ya istiklal ya ölüm için örgütlenmek.
Atatürk’ün de eli kuvvetliydi. Tarihin ilerleyişinin “bilgisine” sahipti.
Önemli bir ayırt edici özellik.
Bugün bu bilgi bizde de var.
Üstelik ardımızda bir deney var.
Denenmiş ve en karanlık ve umutsuz günlerde başarıya ulaşmış bir program!
Not:
Geçen hafta ekteki yazımızın son cümlesi düşmüş. Şöyle olacaktı: Gidilmesi zorunlu olan yol önümüzdedir. Atatürk’ten ve kadını ve erkeğiyle bu kahraman milletten öğrendiğimiz budur.