Utanmaz adam, bir gazeteci... Sırf Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gelişine denk gelsin diye enkaz altındaki kadının AFAD tarafından bir saat bekletildiğini iddia eden vicdansız adam.
İsmi Serdar Akinan.
Epeydir piyasada görülmediği için, kamuoyu haklı olarak, “Kim bu Serdar Akinan?” diyecektir.
Bu yazıda Serdar’ı anlatacağım biraz...
Kendisi, dediğim gibi eski ve yıllanmış bir gazetecidir.
Bir ara “kan” sözcüğüne takmıştı ve içinde “kan” geçen cümleler kuruyordu. Öyle ki “kan”lı bir kitap bile yazmış ve bir de bunun belgeselini yapmıştı.
PKK konularıyla ilgileniyordu.
O dönemdeki yaklaşımı üç-aşağı beş yukarı şöyleydi:
Pis PKK kan döküyor, kahraman generallerimiz bunu önlemeye çalışıyor.
Eh, olabilir... Bu da bir yaklaşımdır sonuçta ve zararlı değildir.
Fakat, bir süre sonra biz Serdar’ı PKK elebaşılarıyla röportaj yaparken, yani terör yöneticilerinin mesajlarını kamuoyuna taşırken gördük.
Şaşırdık mı?
Elbette şaşırdık.
Neredeyse tek “mesleki başarısı” faşist generallere övgüler düzmek ve “ölü Kürt bedeni” üzerinden kariyer yapmak olan bu güya “yerli” gazeteciyi (Hasan Öztürk’ün kulakları çınlasın; bir tarihte bize Serdar’ı “yerli” bir gazeteci diye itelemeye kalkışmışlardı) teröristlerle sarmaş dolaş görüyorduk.
Ben bu Serdar’ı Tophane’deki efsanevi mekânımız Asude’den tanıyorum. Kaç kez bir arkadaşımıza kuyruk olup gelmişti. Ama temas kuramamıştık.
Bir defasında da, Nuray Mert’le birlikte gelmişti. Muhabbete katılmamış, sessizce ve terbiyeli mimiklerle konuşulanları dinlemişti. Sonra da, geldiği gibi, yine sessizce ve terbiyeli mimiklerle çıkıp gitmişti.
Bende uyandırdığı izlenim şuydu: “Efendi adam...”
Nereden bilebilirdik, bu “efendi adam”ın içinde fırtınalar koptuğunu ve sürekli istim üzerinde olduğunu.
İtiraf etmem gerekirse, Serdar’ın gelişlerinden tırsardım.
Psişik suskunlar öteden beri huzursuz eder beni.
Serdar’ın “suskunluğu” da rahatsız ederdi ve huzursuz ayrılırdım mekândan.
Psişik suskunumuz o günlerde “Fetullah düşmanı”ydı ve cemaat eleştirileri kaleme alıyordu. Ama 17/25 Aralık girişimi patlak verince dayanamamış, şöyle şeyler yazmıştı: “Erdoğan bitti... Ya Yüce Divan’da yargılanacak ya da Sudan gibi bir ülkeye kaçacak. Başka alternatifi yok...”
Serdar’ın bir tutkusu da, “laiklik”ti...
Her görüşe saygılı Serdar’ımız, iş “laiklik” meselesine gelince değişiyor, arkasından gürültülü ünlemler bırakan fırtına Serdar’a dönüşüyordu.
Bakın, “sessiz ve terbiyeli” adam Serdar Akinan, Erdoğan’ı nasıl ve neyle tehdit etmiş: “Şimdi bu işbirlikçi arkadaşlar anayasamızın ‘laiklik’ taşını kaldırıp atıyor./ Ne tarihten, ne felsefeden, ne sosyolojiden ne de laftan anlıyorlar... / ABD ve İngiltere bunlara, ‘Yürü koçum kim tutar seni...’ dedi ya.../ Oysa kurucu felsefe ile oynuyorsun... / Kılıç çekiyorsun. / Kime?/ 88 yıl önce bu toprakları o Müslüman katillerine vermeyenlere... / Müslümanların katilleriyle işbirliği yapan sen değil misin? /Bu adamlar 88 yıl önceki aynı katiller değil mi? / Masalarında hâlâ o haritalar dolaşmıyor mu? / Yanlış yaptınız. / Mertçe, karşımıza çıkarak, ‘Kemalizm’i yıkacağız, manda olacağız...’ diyerek ve delikanlı gibi kan dökerek yapmadınız. Öte mahallenin itlerini arkanıza alıp kaçak güreştiniz./ Şimdi adam seçiyorsunuz... Yanınızda üç tane Neo-İslamcı, dört tane eski solcu aydın... Karşınızda şahsiyetsiz bir muhalefet, üniformalarını hızla epriten bir üst yapı... O 411 el gerçekte kaç kişiyi temsil ediyor? Göreceğiz.../ Söz bitmiştir. / Kansız olmaz...” (Yine “kan...)
Dahası da var ama bu kadarı kifayet eder utanmaz adamı tanımaya.
Detayı için sosyal medya mecralarını öneriyorum.