YAZARLAR

Göçükte bir umut, enkazda bir nefes!

İşçiler, kıt kanat geçim için nefes almadan çalışanlar, yoksullar, yoksunlar kendi seslerini duymaktan vazgeçtiğinde, dünyanın da umudu azalıyor. Ve işçiler, hakiki sendikalar da bu kapsayıcılığa ulaşmadıkça… Göçükte bir umut, karanlık tünelde bir ışık, enkazda bir nefes aramaya devam!

"Bu adamlar kargaşa çıkararak işi ‘oldu bitti’ye getirmek istiyorlar. Arkadaşlar burada cinayet işleniyor. Ocaklarda yeterli tedbir alınsa ölenlerimizin yüzde doksanı kurtulurdu. Başımızdaki sahte sendikacılar toplu sözleşmelerde alınan göstermelik kazanımlarla bizleri oyaladılar. Üstüne üstlük toplu sözleşmeye ‘işçiler yerlere tükürmeyecek ve açığa işemeyecek’ gibi bizi küçülten maddeler konulmasına izin verdiler. Yani ‘İşçiler hayvandır, önüne gelen yere işer, olmadık yere tükürür’ demeye getirdiler."


Bu dünya bizim ulan hıyar. Şöyle bak bir etrafına, bak bir. Gördüğün ne varsa bizim eserimiz. Ama sonuç ne? Biz kuralım, sonra kendi ellerimizle kurduklarımızın altında ezim ezim ezilelim. Daha sandık başına gidip bir işçi gibi oy kullanmayı bile öğrenemedik be. Sözüm ona aklımız var ama neye yetiyor? ‘Kader’ demeye, ‘kısmet’ demeye, ‘alın yazısı’ demeye.”

İşçi arkadaşlarına bu isyanını haykıran Cüneyt Arkın sosyalist değildi ama maden işçisi İlyas galiba öyleydi!
Onun sayesinde Tarık Akan da “devrimci işçi” oldu. Hale Soygazi, Halil Ergün, Meral Orhonsay’lı kadroyla Yavuz Özkan’ın “Maden”i 1978’in o devrimci ve karşı devrimci günlerinin en önemli filmlerinden olmuştu.

Ben öğrenciydim ve demiryolu sendikasında çalışıyordum.
“Sınıf bilinci” mücadelelerin içinde büyüyordu; kitap elbette az okunur, dergi daha çok revaçta olur ama daha ziyade “Arkadaş… Maden” gibi filmler, şarkılar-türküler dayanışma ve direniş ruhunu harekete geçirirdi.

1 Mayıs 1977’de Taksim’de ömrümün umutları derken acılarına karışan, bütün iç çatışmalarıyla patlatılan ve 34 can alan “sol” yaramıza rağmen, ne meydanlar ne sokaklar boş kalıyordu ve maalesef cenazesiz gün de pek olmuyordu.
Öyle ki, bir cenaze kaldırılırken, oradan iki cenaze daha çıkabiliyordu.

Bugün “dış güçler” diye atıp tutanların bazı akrabaları, o günlerde “dış güçlerin en kanlıları”nın da uzantısı haline gelmişti…
Ve bırakın öyle devrim ihtimalini, gençlik hareketlerini; esas işçi sınıfının, İlyasların sesini boğmak için, Türkiye burjuvazisinin en örgütlü kesimleriyle en muhafazakârları, Milliyetçi Cephe’nin merkez sağ, İslamcı ve milliyetçi kanatları, deriniyle seriniyle devlet birimleri, mafya ve çete oluşumları ve de “Atatürkçü” denen Silahlı Kuvvetler el ele vermişti.
Öyle gülüm!

Bugün Deniz Gezmiş’i hayranlıkla ananların maalesef önemli kısmı “Onu kim asmış, astırmıştı?” sorusunu soramıyor.
“Sabahattin Ali nasıl öldürüldü?.. Nazım Hikmet nasıl hapsedildi?” sorularını da soramadıkları gibi.

Çünkü tarihi cımbızlayarak seviyoruz. Steril istiyoruz. Ezberlerimiz bozulmadan iyi insan, hatta bazen devrimci, sıkı muhalif filan olalım diye uğraşıyoruz.

Bugün neden yakınıyorsanız, o gün “sol içi” onca vahim yanlış olsa bile, o devrimci rüyaların ve esas işçi sınıfı hakikatinin üzerine yürüyenlerin ve onların 24 Ocak-12 Eylül ittifakının başrolü vardır.
Bugün hepsi ve milletin darbe anayasasına oy vermiş yüzde 93’ü ile onların çocukları, torunları “darbe karşıtı” olmakla da övünüyor ya…
Hele hele 12 Eylül’ün darbe ordusunda görev yapmış, emir almış-emir vermiş ve “paşa paşa” terfi etmişler de böyle mavallar okuyor ya…
Çok fena!

İşçi İlyas hepsinden hakikiydi çünkü Maden sahiciydi.
İşçi İlyas’ın suikasta uğramadan, göçük altında kalmadan önce söyledikleri ömrünüz boyunca duyduğunuz nice palavradan daha doğruydu.

İşçiler, kıt kanat geçim için nefes almadan çalışanlar, yoksullar, yoksunlar kendi seslerini duymaktan vazgeçtiğinde, dünyanın da umudu azalıyor.
Ezilenlerin, ötelenenlerin, dışlananların, haklı olarak “kimlik sorunları”nı ön planda görenlerin buluşabileceği “insanlık rüyası” Cüneyt Arkın İlyas’ın Maden’deki isyanıyla birleşmedikçe…
Ve işçiler, hakiki sendikalar da bu kapsayıcılığa ulaşmadıkça…
Göçükte bir umut, karanlık tünelde bir ışık, enkazda bir nefes aramaya devam!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.