YAZARLAR

Ümmet nedir, nasıl bölünür?

Evet ya, birisi sizden ayrılıp parti kurarsa mazallah ümmet mahvolacak! Evet, biz bu zulmü çekiyoruz, ama çocuklarımız, torunlarımız bu siyasî ideolojiden ebediyen kurtuluyor, ona sevinebiliriz. Dindarlar da sevinmeli. Temizlenmedir bu.

Cumhurbaşkanı ve artık şekilsiz, işlevi belirsiz bir varlığa dönüşmüş AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan, kendi iradesiyle hareket edemeyen bu istikbali müphem gövdeden ayrılıp Türkiye siyasetinde kendine kanal açmaya soyunan Ali Babacan’a, “bak, ümmeti bölüyorsun, ona göre!” deyince, bu muhabbetten bıkmışların bile kaşları kalktı. (Lafın tamamı şöyle: “Ben Ali Bey’in kendisine de söyledim; ‘Yolunuz yolunuzdur, eyvallah, ama şunu unutmayın ki, bu ümmeti parçalamaya hakkınız yok. Siz bunu yapıyorsunuz. Bunun parçalanmasıyla da bir yere gidemeyeceksiniz’ dedim.”) Şimdiye kadar bin türlü çıkar ve iktidar oyununun malzemesi yapılmış ümmet kavramı, oraya buraya bunca çekiştirilmişliğine rağmen, hiç bu kadar somut ve sınırlı bir tanımla ortaya sürülmemişti.

İnananların büyük bölümü duymazdan geldi, daha ufak bölümü “bunu da mı sineye çekeceğiz” sızısını kimseye sezdirmemeye çabalayarak başını -çoğunluk gibi her durumda başka yere çevirmek yerine- önüne eğdi. (Son kısım muhayyeldir; bildiğimiz gördüğümüz pek sınırlı sayıdaki örneğe dayanarak, hâlâ böyle davranan başka dindarların da yaşadığını sanıyorum.)

BÜYÜK TÜRK-İSLÂM DÜŞÜNÜRLERİNİN ESERLERİ 

İktidar propaganda aygıtında muazzam teorilerini dünyaya sunan büyük Türk-İslâm düşünürlerinin eserlerini hatmetmemişsinizdir muhtemelen. Bu yüzden bazı meseleleri kavramanız zor olabilir. İzah edeceğim, hizmet için buradayız. Meselâ nihayet kurtarıcısına kavuşmuş ülke, behemahal tarafımızdan denetim altına alınmak sûretiyle çekidüzen verilmesi gereken bölge, liderine sarılmak için yanıp tutuşan İslâm âlemi, dört yanımızı sarmış Haçlılar, çöken Batı medeniyeti, cihan hakimiyetimizi ölesiye susamış halde bekleyen dünya, yakında bizden sorulacak kainat gibi sahalarda derin tarih bilgisi, keskin zekâ ve umman genişliğinde idrağa dayalı görüşlerini bizimle Yeni Şafak’tan paylaşan azizlere azıcık kulak vermiş olsaydınız, hepimize abartılı cüret gibi gözüken davranışın o kadar sivri ve aykırı olmadığını anlardınız. Zira bu teorilere göre, Türkiye -ki yeryüzüne yalnız ve yalnız İslâm’ı yaymak üzere getirilmiş Osmanlı’nın devamıdır- İslâm’ın son kalesi, Türk Silahlı Kuvvetleri de, yenilmesi halinde artık İslâm’ı savunacak hiçbir gücün kalmayacağı, bir nevi kurtuluş ordusudur. Ve liderine kavuşmuş öncünün konumu öyle bir konumdur ki, eğer iktidardan düşerse son ordu yenilmiş, son kale düşmüş olacak, İslâm yeryüzünden silinecektir.

Şu “ümmetin kurtarıcılığı” fikri, siyasî mücadelede, bizzat Tayyip Erdoğan tarafından da sık sık kullanıldı. T24’teki sütununda Tayfun Atay hatırlattı: “‘Ümmet’ göndermesinin en ‘kristal’ şekilde ilk kullanımının, Erdoğan’ın 30 Mart 2014 yerel seçim zaferinin hemen ardından yaptığı balkon konuşmasında sarf ettiği, ‘Bu millet, ümmetin umududur’ sözüyle olduğunu hatırlıyorum.”

‘Türkiye düşerse İslâm âlemi düşer’den, ‘seçimi kaybedersek Müslümanlık yeryüzünden silinir’ saçmalıklarına geçiş pek zahmetsiz ve kolayca oldu. Bu çılgınlıkları fikir şekline sokup insanların üzerine boca edenlerden farklı olarak seçmen bunları değil çok başka, somut mevzuları önemsediğinden ve zaten herkes yalanla, mantıksızlıkla yaşamaya alışkın bulunduğundan, iktidar bir yandan da normal bir siyasî iktidarmış gibi algılanabildi. Üstelik, neysen o olarak, ilave hiçbir çaba göstermeksizin, hem de mukaddes bir davanın taşıyıcısı sıfatıyla cihana hakim olmaya aday sayılmak çok insanın hoşuna da gitti. Fantastik hikâyeleri, destanları uyduranlar, bu hoşa gitmeleri ümmeti kurtarmaya yönelik seferberliğin manevî hazırlığı sandılar. Uçtukça uçtular. Sonunda bütün milleti her dönemde gazlamaya en elverişli kahramanlık destanlarından birinin, Çanakkale savunmasını, uçağı, tankı ve başka pek çok şeyi bulunmayan bir silahlı kuvvete karşı, başka bir devletin icazetiyle yürütülen Afrin operasyonuyla bir tutmaya vardılar. Feci şekilde, yüzüstü yere çakıldılar, fakat bulunduklarını sandıkları yüksekliğin gerçekte insan boyu kadar bile olmadığını idrak edemediler. Dolayısıyla aynı uçma ve kendinden geçme halini sürdürdüler. Kendi kendilerini sarhoş etmişler, olmayana aşk yöntemiyle birbirlerinin başını döndürmüşlerdi.

TARİF GİDEREK DARALIYOR

Yalnız akçeli işler ve dünya nimetleri sözkonusu olduğunda ayakların yere bastığı bütün bu esrime hali içerisinde dahi, ümmetin AKP ve bugünkü iktidar dairesinden ibaret olup olmadığının tartışmaya açılması beklenmedik ve garip. Sekiz yüz bin farkla bitmiş olsa da bir yerel seçim sonucu müstakbel kainat fatihlerini böylesine sarsmış olabilir mi?

Açıkçası, Ali Babacan parti kurarsa ümmetin bölünüp bölünmeyeceği hususu hepimizi yakından ilgilendiriyor. Eğer bütün ümmet Türkiye’nin liderliğini kabul edecekse ve bu yoldan cihan hakimiyeti tesis edilecekse, meselâ benim gidip bir süre yaşamak isteyeceğim ülkeler var, bunun için planlar yapmaya koyulacağım. Yok eğer ümmet bölünecekse biz hangi tarafta kalacağız, bunu da bilmemiz lazım; çünkü bu ümmette kim var kim yok, karıştı; yazı yazdık diye hapse mi atılacağız, meydanlarda mı katledileceğiz, vince mi asılacağız, kafamız mı kesilecek, yoksa hep beraber güzel güzel yaşayabilecek miyiz, insan merak ediyor haliyle.

Duvar’da Özlem Akarsu Çelik, Ali Babacan’ın parti girişimi hakkında yaptığı nabız yoklamasını, “‘ümmetsiz’ kalmayı tercih etmiş eski AK Partililere” sordum, diye takdim etti. Bu kimseler, “Babacan’ın, Meclis’te grup kurmak için gerekli olan sayıya AK Parti’den koparacağı milletvekilleriyle rahatça ulaşabileceği”ni düşünüyorlar, habere göre. İki grup olursa hangisi ümmetten sayılacak?

“Ümmet kim? Parçalanan ne?” diye sorduğuna göre, belki yine bizim gazeteden Berrin Sönmez soruyu cevaplayabilir. Sönmez, “Muhacirun” (Mekke’den göçmüş Müslümanlar), farklı kabilelerden Medineli Müslümanlar ve oranın üç Yahudi kabilesinin meşhur “Medine Vesikası”nda “tek bir ümmet” olarak tanımlanışını hatırlattı ve şöyle yazdı: “Ümmet, bir belde ahalisinin ortak yaşam kurallarında uzlaşmasıyla oluşan insan topluluğu, Peygamberin söylemine göre. (…) Bu haliyle ümmet kavramı, günümüz anlayışına göre anayasal vatandaşlık kavramıyla uyumlu.”

Kavramın zamanla “hayalî cemaat” içeriği kazandığına dikkat çekti Sönmez: “İslâmcılık ideolojisinin hayali cemaatidir, ümmet kavramı. Ve bir yönüyle de Türkçülerin Turan’ı gibi ümmet, İslâmcıların kızıl ‘elma’sı…”

Sönmez’in yazısında, kavramın evriminde Erdoğan’ın son tarifiyle ulaşılan aşama da şöyle anlatılıyor: “Geçmişte (…) kitap ehli cennete giderdi. Selçuklular çağında Müslümanlar cennete gider oldu (…) Osmanlı döneminde ise (…) ehl-i sünnet Müslümanlara indirgenmişti. Laik Cumhuriyet dönemi ise (…) Hanefi Sünni, Türk Müslümanlardan gayrısına cennette yer tanımadı! Ve AKP, yeryüzünde olduğu gibi cennet parselasyonuna da çağ atlatarak (?) ancak AKP’ye oy veren Hanefi Sünni Türk Müslümanların cennete gidebileceği algısını oluşturmayı seçti…”

İSLÂMCI KIZILELMA'SINDAN PARTİ ÇIKARINA

Tayfun Atay, yukarıda değindiğim “Ümmet-i Muhabbet!” başlıklı yazısında, “Aslında Peygamber’e kulak verilecek olursa,” dedi, “‘ümmet’ yoktur. Çünkü, bakın ne diyor o: ‘Nasâra [Hristiyanlar] da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehenneme gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç kısma ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehenneme gidip, yalnız bir fırkası kurtulur. Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yoldan gidenlerdir” (Tirmizî).’ Hâl böyleyse demek ki bugün ortada topyekûn ümmet falan yok, fırkalar var ve bütün mesele bunların hangisinin ‘cennetlik’ olduğudur!..”

Atay da haliyle, hangi fırkaya katılırsak cehennemden kurtulacağımızı sordu.

Tartışmaya Twitter’dan katılan Mücahit Bilici’ye göre endişelenmemize mahal yok. Bilici, “bugünkü anlamıyla ümmet”in “modern zamanlarda icad edilmiş bir kurgu” olduğunu hatırlatarak başladı, “Ümmet kutsal bir kavram olmadığı gibi gerçek de değildir,” dedi. “Ama kullanışlı bir alettir. Aldananları dışında inananı yoktur.” Bilici, şöyle devam etti ve aslında Erdoğan’ın ümmet tarifinde tuhaflık olmadığını ileri sürdü: “Ümmet derken belli bir ulusun (ve hattâ parti veya şahsın) çıkarları kastedilir. Ümmetten belli bir ulusun üstünlüğü veya liderliğinin anlaşılması (meselâ, Türklük ve İslâm arasındaki özdeşlik ısrarı) bundan. Bu yalanın düzenli muhatabı ve kurbanlarına tanıdık bir örnek: Kürtler.”

Bir tür Kızılelma ummanından, doğrudan parti veya şahıs çıkarı havuzuna uzanan yelpaze karşısındayız.

İşin içine menfaatler, dünya nimetleri, iktidar filan girdikçe, dinle ilgili her şey gibi ümmet kavramı da bulanıyor. Ümmet, bırakın pratik, somut, cisimleşmiş, uzayda yer kaplayan bir varlık olmayı, mukaddes haleyle çevrili bütünlük ideali olmaktan da fersah fersah uzaklaştı. Türkiyeli Müslüman, kendisine sığınmış Suriyeli’yi ümmetten sayıyor mu, şüpheli. Anayasasında “dini: İslâm” yazılı devletlerin hiçbiri belli ki Uygur müslümanlarını ümmetten saymıyor. Gördükleri zulüm kimsenin umurunda değil, herkes Çin’le işi pişirmeye peşinde. Filistinlilerin vaziyeti on yıllardır mâlûm.

İslâmcılık, çeşitli yerlerde şu ya da bu versiyonuyla, şu ya da bu ölçekte iktidar olarak, yalnız insanlığa ne sunabileceğini/sunamayacağını göstermekle kalmadı; kendisinin de, kendi iktidarından başka hedefi ve derdi olmayan, akla sığmazlık ölçüsünde benmerkezci, kültürel alanda taş üstüne tek taş koyamayacak kadar kof, entipüften bir ideoloji olduğunu ortaya serdi. Hele Türkiye’de, ırkçı, melûn, şedit milliyetçiliğe yaslanmazsa varolamayacağını ispat etti. Şimdi, dinin basit, temel kavram ve hikâyeleri diye sunduğu ve kullandığı kavramları da aşındırıyor, koflaştırıyor.

Evet ya, birisi sizden ayrılıp parti kurarsa mazallah ümmet mahvolacak!

Evet, biz bu zulmü çekiyoruz, ama çocuklarımız, torunlarımız bu siyasî ideolojiden ebediyen kurtuluyor, ona sevinebiliriz. Dindarlar da sevinmeli. Temizlenmedir bu.