YAZARLAR

Cengâver fuhuşçubaşı ise…

“Gezici hainlere” karşı cenge koşan imanlı şahsın bir nevi fuhuşçubaşı çıkması, utanmanın yasak, haysiyetin iptal edilmediği başka koşullarda insanlarda ciddî sarsıntılara yolaçabilirdi. Biliyoruz ki, utanmaydı, sıkılmaydı, bunlar bizim toplumumuz için boş işler.

Gezi İsyanı günlerinin meşhur “Palalı esnaf”ı fuhuşçubaşı çıktı. Çok sayıda yabancı kadını “fuhuşa zorlamak”tan operasyonla yakalanan birtakım adamların (6 kişi) çete oluşturduğu, “palalı” Sabri Çelebi’nin de bunların “lideri” olduğu açıklandı. E, liderlik de çeşit çeşit… Başpezevenk diyemiyoruz, çünkü işin, kibar tabiriyle “aracılık”tan öte boyutları var.

Haberlere bakılırsa, polis bazı “bilgilere ulaşmış”. Yani daha önce bu “bilgiler” kimsenin elinde yokmuş. Elde sadece bilgi değil bizzat polisin tanıklığı bile olduğunda yaşananları birazdan hatırlayacağız. İşte, güya şimdi öğrenilmiş ki, Sabri Çelebi, çetesiyle, yabancı kadınları İstanbul’daki gece kulüplerinde “zorla çalıştırıyor”, “fuhuşa zorluyor”muş. Bunların tam o esnada tesadüfen şehrimizde bulunan turistler falan olmadığı, bu iş için biryerlerden -çoğu Fas’tan- getirildiği düşünülecek olursa, çok daha büyük çaplı bir insan ticareti ve sömürüsü sözkonusu. Sabri Çelebi'nin bu “ithalat” işleri, “örgüt” kurmuş bulunduğu, gece kulüpleri işlettiği, buralarda zorla kadın çalıştırdığı bugüne kadar bilinmiyormuş, şimdi öğrenilmiş. Çetenin sözkonusu kadınların “pasaportlarına ve cep telefonlarına elkoyduğu”, kadınları gece kulüplerine “özel araçlarla götürdüğü”, iki gece kulübünün yanısıra “pansiyon”lar, kuaför ve market işlettiği gibi bir sürü ayrıntı da hiç ortada yokmuş, yeni “ortaya çıkmış”.

İslâm’ın son kalesini savunma ve Türk’ün cihan hakimiyeti davalarının birine, öbürüne veyahut ikisine birden sahip çıktığı, makbûl olmayan vatandaş sınıfından “Gezici” çapulcu tayfasına polisin önünde uluorta satırla girişmesinden anlaşılan “esnaf’ Sabri Çelebi’yle ilgili her şey nedense hep sonradan “ortaya çıkıyor”, bu ortaya çıkanlar ortaya çıkana kadar kendisi ezcümle devlet görevlilerinden tertemiz din ve vatan savunucusu muamelesi görüyor. Kapağı yurtdışına atabilsin diye dümenler çevriliyor.

Düşünün, şahıs, Gezi’nin hunharca dağıtılmasını protesto etmeye çalışan gruptan bir kadının poposuna elindeki koca kesici aletle vurur ve niyeyse kendisine dokunulmayacağı varsayımından cesaret bularak başkalarının üzerine saldırırken, nihayet ona engel olmaya çalışan polis âmirini de parmağından yaralamış, bizzat bu polis de bu adamdan şikâyetçi olmuştu. Herhangi birimiz yanlışlıkla polisin ayağına bassak olacaklarla bir kıyaslayın hele.

Sabri Çelebi’nin, söylendiği gibi “tahrik edilmiş esnaf” olmayıp, devlet içinde ilişkileri olan ve kollanan bir kişi olduğunu düşünmemek imkânsız. Mahkeme ve kaçış macerası ibretlik. Kısaca hatırlasak iyi olur (vereceğim bilgilerin hepsi günün gazetelerinde, haber sitelerinde bol bol bulunuyor).

Bu adam palalı gazasına 6 Temmuz 2013 Cumartesi günü çıktı. Palayı salladı, ona vurdu, bunun üstüne yürüdü, Çevik Kuvvet Müdür Yardımcısı Kayhan Şahan’ı yaraladı ve haliyle gözaltına alındı. Gözaltına alınırken de direndi! Bilmeyenler bilsin, bu memlekette “polise mukavemet” devlet görevlilerinin elinde pek kullanışlı bir araçtır. “Ya bir dakika!” desen bile, her ne için götürülmüşsen onun yanına bir “memura mukavemet” ekleyiverirler. Çünkü bundan yırtma şansın pek olmaz. Bu olayda gözaltına aldıkları adam sahiden “memura mukavemet” etmişti.

“Şahıs”, ertesi gün -pazar- nöbetçi savcılığa götürüldü. Onu sorgulayan savcı, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti. Mahkeme ne yaptı? Bakın şimdi: “…şüphelinin üzerine atılı suçların vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, tutuklanmanın bir tedbir olması, şüphelinin sabit ikametgah sahibi olması ve kaçma şüphesinin bulunmaması” gerekçeleriyle, tutuklanma talebinin reddine karar verdi. Saldırganı bıraktılar. Tutuklama isteyen savcı da sesini çıkarmadı.

Pazartesi günü, bize göre, boş geçti. Palalı cengâver ve başkalarına göreyse dolu.

BU NE ACELE!

Salı günü, mahkeme kararından 47 saat sonra, birdenbire savcının Sabri Çelebi'nin serbest bırakılmasına itiraz edesi geldi. Savcılık, “suçun vasıf ve mahiyeti” ile “mevcut delil durumu”nun Çelebi’nin tutuklanmasını gerektirdiğini öne sürdü. İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi buna hak verince, Sabri Çelebi hakkında yakalama kararı çıkartıldı.

Fakaat! Çelebi, daha bu itiraz kararından haberdar edilir edilmez uçağa atlayıp yurtdışına gidecek kadar uyanıktı. Veya uyandırılmış olmalıydı. Çete kurup insan kaçakçılığı ve fuhuş işleri yürüten birinin mutlaka kulağına “sen bir süre kaybol” diye fısıldayacak eşi dostu vardır. Nitekim, ortalık yerde insanlara palayla saldıran şahıs hakkındaki soruşturmada mahkemenin niye gizlilik kararını gerekli gördüğünü kurcalayacak olursak… Kurcalayamayız. Zaten gerekmiyor.

47 saat sonra yapılan itirazın Çelebi’nin ortalıktan toz olmasını yeterince garantiye bağlamamış olabileceği kaygısı mıdır, artık ne sebepleyse, mahkemenin sabah saatlerinde verdiği karar, UYAP (Ulusal Yargı Ağı Projesi) sistemine ancak akşama doğru, 18.00’de girilebildi. “Sistemde sorun” varmış.

Sabri Çelebi de 10 Temmuz Çarşamba günü elini kolunu sallayarak Yeşilköy Havalimanı’na gidip 16.30’da kalkan Kazablanka uçağına bindi, Fas’a uçtu. Avukatı, eşi Faslı olan müvekkilinin ameliyat olan kayınpederini ziyaret etme amacıyla Fas’a gittiğini, döneceğini ileri sürdü, “Hakkındaki iddialar asılsızdır, hiçbir yere kaçtığı yok,” diye açıklama yaptı. Palalı cengâver düşmanlara karşı amansız, fakat uzaktaki aile bireylerine karşı dahi müşfik bir kimseydi. Zaten, şimdi öğrendiğimiz üzre, insanların “mutluluğu” için çalışan biriydi.

O günlerin gazete ve site haberlerinde, hakkında yakalama emri olmadığı için, mahkeme adlî kontrol şartı bile koymadığı için, şunun için, bunun için… polisin onu yakalayamadığı ısrarla ve tekrar tekrar, itinayla belirtildi.

BİR ÜÇÜNCÜ SAYFA, BİR MAGAZİN

Sabri Çelebi’nin adı daha sonra, biri cinayet biri magazin konusu olan iki haberle gündeme geldi. Çelebi’nin kuzeni İstanbul’da pusuyla vurulup öldürüldü, onu Çelebi’nin öldürttüğü iddia edildi. Cengâver, her ne iş yapacaksa, yerli-millî geleneklerimizden kopmuyordu. Bu yüzden pusu. Ardından, pop şarkıcısı ve magazin simâsı Ebru Polat’la gece kulübünde eğlenirken fotoğraf paylaştı! Anlaşılan kayınpeder iyileşmiş, ailevî hassasiyetler geride kalmıştı. Çünkü magazin tabiriyle “cömert pozlarıyla” tanınan Polat’la Çelebi Dubai’deydiler.

Sabri Çelebi’nin reisi olduğu ileri sürülen fuhuş çetesinin ağındaki kadınların çoğu Faslı. Palalı gazinin eşi de Faslı. Adam niye Fas’a kaçtı, diye akıllara takılmıştı o vakit. Kendisinin bu ülkeyle bağlantısını şefkat yüklü aile ilişkilerinden çok, çetenin elinden kurtarılan -çoğu Faslı- 62 kadında aramak gerekiyor sanırım.

Ve tam burada bir daha düşünmek lazım: Haydi, elinde palayla “Gezi’ciler”e saldırması, hele o günlerde, muktedirlerin gözünde hiç mi hiç sakıncalı olmayıp, aksine, makbûl vatan evlâdı davranışı gibi görüldüğü için şahsı cezalandırmak ve benzer saldırganlıklara heveslenenlerin hevesini kaçırmak istenmedi. Bu yüzden tutuklanmadı. Veya ilişkilerini kullandı, canına kast ettiklerinin muhalifler oluşu, onu serbest bırakacak olanlar için başlarına iş açılmayacağına dair garanti yerine geçti.

Peki, “tutmayın beni” itişmesi sırasında üst düzey bir polis âmirinin parmağını -yanlışlıkla da olsa- yaralayan, gözaltına alınırken polise direnen bir adamın, ilaç için, hiç değilse bir-iki gece nezarette tutulması beklenmez miydi? Ayrıca, şimdi öğrendiğimiz vukuatları icabı, bu adam zaten polisçe tanınan biri değil miydi? İstanbul’da böylesine geniş kadın pazarlama şebekesi kurmuş, yürüten biri, faaliyetini polisten tamamen gizlemeyi başarabilmiş miydi? Elini kolunu sallayarak yurtdışına kaçışına göz yumulması hangi akla hizmetti? Akla değilse neye hizmetti?

'SON KALE'NİN FEDAİSİ

Meselenin öbür yanı daha mı feci, karar veremedim. Yedi düvelin Haçlılarının işbirliğiyle kışkırtılmış hain terörist isyanları ülkeyi çalkalarken, İslâm’ın son kalesinin bekâ davası yeni Osmanlı hükümdarlığının ölüm-kalım meselesiyle özdeşleşmişken elinde palasıyla küffara karşı er meydanına fırlamış kahramana o günlerde nasıl şükranla, minnetle, hayranlıkla, şevkle sahip çıkılmıştı. Sabri Çelebi’nin bir nevi zamâne büyükşehir Kara Murat’ına dönüşmesi işten bile değildi. Saray’a çağırıp nişan taksalar ve gümüş çatal-kılıç takımı armağan etseler şaşırılmazdı. Propaganda aygıtının vasıfsız çığırtkan tayfasına bıraksalar, bu adamdan cengâver idolü yaratılıverir, gençlere pala kursu vermesi sağlanır, belediyelerden aylıklar bağlanır, belki de bu kahramanın Müslüman milletlerden elini çekip sadece Bizanslı kadınları pazarlaması temin edilebilirdi.

Heyhat! Gelin görün ki, adam fuhuş çetesi reisi olmakla suçlanıyor. Çetesinden altı kişi gözaltında. “Gezici hainlere” karşı cenge koşan imanlı şahsın bir nevi fuhuşçubaşı çıkması, utanmanın yasak, haysiyetin iptal edilmediği başka koşullarda insanlarda ciddî sarsıntılara yolaçabilirdi. Biliyoruz ki, utanmaydı, sıkılmaydı, bunlar bizim toplumumuz için boş işler. Düşmana pala sallayan kahraman akıncının iştigal alanı bizim neyimizi simgeliyor, onu çözmeye çalışalım. Çünkü simgeliyor birşeyleri sahiden.