Olaylar Ve Görüşler

Ulus devlet-kapitalist devlet farkı üzerine

09 Aralık 2019 Pazartesi

Yazar: Erhan ERBAY

Fransız Devrimi,  siyasal iktidar anlayışında radikal bir değişiklik yaratmıştır. Yönetim gücünün gökten gelen değil, insan aklının bir ürünü olduğu ve yönetim biçiminin demokrasi olması gerektiği düşüncesini yaygınlaştırarak, ulus devlet ve milliyetçilik akımlarını başlatmıştır. Endüstri devrimi de modern bir toplum yaratmış, aydınlanmacıların akıl ve bilim ile ilerleme kavramı insanlığa maddi ve toplumsal gelişme sağlamıştır. Ulus devlet ile devlet, artık ekonominin güçlü bir ayağı ve uygulayıcısı konumuna geçmiştir.

Ulus devlet, sınırları belirli, bu sınırları vatandaşlarının vatan olarak benimsediği, geçmişten gelen bir dil (birden fazla da olabilir), kültür birliği, (natio; aynı soydan, kökten,  kavimden gelenler) gelecekte beraber yaşama isteği ile oluşan millet kavramı ve bu hislerin oluşturduğu milliyetçilik anlayışını vatandaşlarında oluşturan devlet biçimidir. Ulus devlette, milli egemenlik, milli kimlik bilinci oluşturulur ve siyasi-idari olarak ülkenin bölünmez bütünlüğüne vurgu yapılır. Modern ulus devlet, vatandaşlarının medeni, siyasi ve sosyal haklarını birleştirerek gözeten ve uygulayan devlettir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sosyal haklar kavramı daha da genişlemiş ve çalışanların özlük hakları, konut, sağlık, ulaşım, emeklilik vb. haklarında, çalışamayanların, işsizlerin asgari bir sosyal güvenceye ulaştığı bir refah devleti kavramına ulaşmıştır. Refah devleti uygulamaları, 1970’lerin ortalarındaki petrol krizi ile sermaye kesiminin vatandaşların sosyal haklarına ilişkin maliyeti karşılamak istememeleri sonucu sonlandırılmıştır.

Neoliberal dönüşüm

1980’lerde neoliberal politikalar “Thatcherizm-Reaganizm” adı altında bütün dünyaya pompalanmıştır. Neo-liberal politika uygulamaları kısaca, -devlete ait olan (vatandaşların vergileriyle yapılmış) fabrikaların, işletmelerin özelleştirme adı altında (kimi zaman zarar ettirilerek) sermaye sahiplerine satılması -emekçilerin örgütlü gücünün azaltılarak işçi sendikalarının pasifleştirilmesi, -çalışanların sosyal güvenliklerinin azaltılması, vergi oranlarının artırılarak vergi yükünde payının yükseltilmesi -refah devleti uygulamaları yerine Asgari Geçim Devleti uygulamalarına geçiştir. Neo-liberal politikalar ile sosyal devlet anlayışı iyice azaltılmış ve refah devleti uygulamaları bitirilmiştir.

1990’larda Neo-liberalizm küreselleşme ile birlikte yükselişe geçmiştir. Kapitalizm, küreselleşme ve neo-liberal politikalar devletlerin yapısının ulus devletten kapitalist devlete doğru evrilmesine yol açmıştır. Ulus devlet kapitalist devlet farklılığında temel ayrım, devletin, önceliği vatandaş yerine sermayeye vermesidir.

Ulus devlette, devlet hazinesi vatandaşlar içindir, kapitalist devlette ise hazine sermaye sahiplerine -şirketlere dağıtılmak içindir.

Kapitalizmin felsefi düsturu toplumsal eşitsizliğin varlığıdır. Yani toplumsal eşitsizlik olacaktır ki insanlar statülerini yükseltmek için çalışsın. Rekabet kapitalizmin sihirli sözcüğü, eşitsizlik kapitalizmin felsefi motorudur. Bu motor sistemdir ve çarkı çevirir. Kapitalist devlette sosyal devlet anlayışı insanlara sadaka düzeyinde yardım ile olur ve sanki devlet de vicdanını temizler.

Kapitalist devlette maddi ve manevi değerler sermayedir. Eğitim, hukuk, sanat, spor, dini vb. değerler sermaye açısından birer metadır. Örneğin sanat ve spor, duyguların, eğlencenin unsuru değil,  parasal karşılığı olan iddiaların alanıdır artık. Sanat sadece niceliktir. Kaç kişi, kaç adet, soruları sanat eserinin niteliğini ölçmeye çalışır. Eğitim ulus devlette vatandaşların temel hakkı iken, kapitalist devlette parası olan içindir. Dini semboller, ritüeller, objeler hızla pazarlanır. Üstelik insanların vicdanlarına derin kesikler atılarak, bütün manevi hisler parçalanarak yapılır bu işlem.

Modern devlette yasama, yürütme ve yargıdan sonra halkın vicdanı olan medya dördüncü kuvvet olarak söylenir. Kapitalizmin esnek üretime geçişi ve medyanın yatay ve dikey büyümesi haber alma ve bilgi edinme sürecini tamamen sermaye eline bırakmıştır. Gündeme giren her türlü haber ve bilgi saf bir haber-bilgi değil belli amaçla piyasa sokulan bir meta gibidir. Medya sözcülerinin de büyük kısmı sermayeye hizmet ederler. 

Kapitalist devlet çeşitli kanallarla  (kalkınma planları, bölgesel desteklemeler vb.) sermayeyi destekler, kaynak aktarımı yapar. Büyük projeler ihtiyaç olsun olmasın sermaye sahiplerince devlete sunulur ve proje bedelleri süslü laflarla sermaye kesimine ödenir. 

Sermaye sahipleri maliyetlerin yükseleceği gerekçesiyle, işletmelerin, fabrikaların çevreye verdiği zararları önleme amaçlı tedbirleri almaz. Doğal kaynaklarımız ve soluduğumuz hava zehirli kimyasallarla kirlenir, doğa hoyratça tüketilir. 

Kapitalizmin paradoksu

Kapitalizm, “rekabet” ile toplumsal faydanın artacağına inanır. Burada kapitalizmin temel bir paradoksu mevcuttur. Rekabet ile mal ve hizmetlerin tüketicilerin istediği kalitede olması istenirken, bu kalite düzeyi maliyeti artırıp kârı azaltarak kapitalizmin iç çelişkisini yaratır. Ulus devlet, tam rekabet ile toplumsal faydayı artırmaya çalışırken, kapitalist devlet ise şirket kârını artırmaya çalıştığından tam rekabet piyasasını değil birkaç şirketin pazarda olduğu oligopol piyasayı oluşturmayı amaçlar

Kapitalist devlet yönetiminde odak nokta vatandaş değil sermaye birikimidir ve yönetim prensibi anonim şirket yönetimi anlayışındadır. Yöneticiler için bu husus, topluma başarıya giden tek yol gibi gösterilir. 

Günümüzde herhangi bir konuyu ele alırken demokrasiyi, sosyal devleti, eşitliği, vicdan özgürlüğünü, çoğulculuğu ve bu dünyada yer alan her canlının hakkını göz ardı etmemiz gerekir. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları