Ulan öküz Anadolulu, haddini bil haddini

  • GİRİŞ18.01.2018 07:19
  • GÜNCELLEME19.01.2018 07:11

Demokrat olmakla, “mış” gibi görünmek arasındaki fark; Halkçı olmakla bizatihi halk olmak arasındaki fark kadardır.

Maalesef, memleketimiz halkın ekmeğini yiyerek ve halka hizmet etmek sloganı ile yola çıkarak, ilk fırsatta halka, bizatihi halk denen kavramı oluşturan fertlerin her birine içlerindeki “dışkıyı” ağızlarından kusarcasına hakaret dolu alçaltıcı ifadelerde bulunuyorlar.

Bunlar kim mi?

Bir sürü var.

Meselâ geçenlerde deprem konusunda akademik olarak neler yaptığını bilmediğim ama konu deprem olunca kanal kanal gezen ve o biçimsiz vücudunun boyun kısmına saçma sapan adına “papyon” denen ve bir yere konan kelebeği anımsatan “şey”le arzı endam eden “okumuş cahil” Prof. Ahmet Ercan, konuk olduğu bir programda Oylum Talu’ya çok tartışılacak “hezeyanlarda” bulundu. Depremlerin etkilerinin konuşulduğu programda Ahmet Ercan;

“Yoksul bir insan geçim sıkıntısı içinde olduğu için eğitimi yoktur. Kime oy vereceğini bilmez, savaşlarda da bu insanlar ya açlıktan ya da şehit olma gazıyla ölürler. Hayat görüşü, yaşam görüşü oldukça dardır. İnsanları izliyoruz burada. PKK'ya karşı savaşta hiçbir zengin çocuğu var mı? Hep yoksullar ölür." ”dedi.

Yoksullara hitap ederek;

"Bakın, yoksulluk ve geçim sıkıntısı varsa eğer, sen depremde ölecek ilk insanlardansın. Dedi.

Bu saçma sapan zırvalık, bu konuda ilk değil, maalesef son da olmayacak. Zira, Erol Evgin isminde romantik bir aşk adamı var. Bildiniz değil mi? Hani şu evlerin ışıkları tek tek yanarken içindeki karanlığa şarkılar yazan, ak düşen saçlarını tel tel sayarken, ben bu tür bir geyiği neden yapıyorum. Saç sayılır mı hiç demeyen romantik çocuk…

Meğerse hiç de göründüğü gibi değilmiş. İçinde kaba çirkin bir yaratık barındırıyormuş. Zira;

Habertürk gazetesine konuşan Evgin, demokrasi hakkındaki sözlerinden sonra yöneltilen "Ne olmalı?" sorusuna, demokrasinin eğitimli ülkeler için çözüm olduğunu söyleyerek,

"Bize fazla geliyor. Bir manken kızımız 'Dağdaki çoban ile benim oyum bir mi?' olacak demişti hatırlarsanız... Hoş değil o tanım ama şunu düşünüyorum; Okuma yazma bilmeyen, oyuna parmak basan bir kardeşimizle, ablamızla, annemizle 3 üniversite bitirmiş birinin birer oy hakkı olması adaletli mi geliyor size sorarım. Hiç hakça değil. Herkes seçebilmeli tabii. O parmak basan ablamız muhtarını seçsin, biraz daha iyi eğitim alanı belediye başkanını seçsin" diyerek ağzıyla konuşmadı, başka bir şey yaptı.

Evgin doğru söylüyor. Okumamış eğitimsiz ile üç üniversite mezunu bir değil. Bizzat gözlerimle gördüm. 15 Temmuz gecesi, üniversite mezunlarının çoğu banka hesaplarındaki paraları kurtarmak için ATM’lerde, ya da kıtlık olacak korkusuyla Makarna kuyruklarında sıraya girerken, o okumamış eğitimsiz, vatanı için her şeyini feda etti.

Bu kendini aydın, seçkin, entelektüel ve daha bir sürü şey gibi gören acınası zümrenin atası olan ve İnönü döneminde İstanbul valiliği yapan Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay da belediye plajlarına gidip sıcak yaz günlerinde denize giren halk için aynen şunları söylemişti;
“Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor!”

Ne diyelim biz şimdi bu salaklık karşısında? Susalım mı? Bağıralım mı? Sövelim mi? Ne yapalım? Valla sizi bilmem ama ben, bunlar her aklıma geldiğinde ağzımı doldura doldura sövüyorum.

Rezillik bu kadar la da bitmiyor maalesef…

Gönül deryamızın Amirali, türküleri dize getiren efsane biri var; Aşık Veysel. İşte bu güzel yürekli adam, cumhuriyetin 10. yılında Atatürk için bir türkü yazmış. Bunu, yaşadığı nahiyede çalmış söylemiş. Nahiye Müdürü;

 “Sen bunu Gazi’ye gönder” diye akıl vermiş. Veysel de “Ben kendim götürürüm”

deyip, Nisan 1933’de yola düşmüş. Ankara, o dönem İran Şahı’nı ağırlamaya hazırlanıyormuş. Şehre hırpani kılıklıların girmesine izin yokmuş. Veysel ise yoksul; sırtında kara koyun yününden bir ceketle pantolon, ayağında çarık var. Sazına tel almaya gittiği Karaoğlan Çarşısı girişinde çevirmiş polis...

“Giremezsin. Bu kıyafetle Ankara’ya giremezsin” demiş.

“Ne bilelim, köylülük bir, cahillik iki, körlük üç çaresiz döndük” diye anlatıyor o günü destan yürekli adam Veysel.

Kendi salak ve köksüz olduğu için etrafındakileri aşağılayarak bedenî bir haz duyan bu zerzevata başka bir örnek de, dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’dır. Anadolu halkına aynen şöyle hitap etmiştir;

Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.

 Bu kendini bilmez zevat, tarih boyunca hep var olacak. Ama hesap etmedikleri bir şey var; o da biz… yani onlara hak ettiği cevabı hiç çekinmeden alınlarına yapıştıracak Anadolu evlatları. Bu böyle biline.

Yorumlar31

  • Nazım 6 yıl önce Şikayet Et
    Seviyesi düşük mahalle ağzı yazısı
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • metin 5 yıl önce Şikayet Et
    sen yazda olmayan kapasiteni görelim
  • Ertan 6 yıl önce Şikayet Et
    Yazarın söyledikleri zorunuza gitti galiba
    Toplam 5 beğeni
  • Çiğdem Onat 6 yıl önce Şikayet Et
    Ağzınıza yüreğinize sağlık..
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Yasemin 6 yıl önce Şikayet Et
    Helal hocam yüreğine sağlık
    Cevapla Toplam 2 beğeni
  • Nejla 6 yıl önce Şikayet Et
    Agzi olan konusuyor Kendide farkinda degil ne konustugunun
    Cevapla Toplam 1 beğeni
  • yunus eren 6 yıl önce Şikayet Et
    abi diline kalemine yüreğine sağlık ... gönül dostu ...
    Cevapla Toplam 3 beğeni
Daha fazla yorum görüntüle
Haber7 Mobil Sayfa Banner'ı Kapat