|
Uğurlama

Ramazan Bayram’ını uğurladık. Ama ilk günkü canlılığını, manevi tazeliğini kaybetmiş olsa da, bu yazının yazıldığı saatlerde madden/teknik olarak sürüyordu.


Bayramların ilk günleriyle son günleri coşku açısından aynı değil. Bayramlar büyükler ve küçükler için de aynı değil. Bu kutlamalar, varoluşları ve işlevleri açısından da ayrışıyor. Bayramlar mesela dini ve milli olarak ayrılır, modern öncesi ve modern dönem kutlamaları olarak tasniflenebilir; ritüeli şöyle olan ya da böyle olan diye sınıflandırılabilir. Ancak şurası ortak: bayramlar tüm toplumlarda ve tüm zamanlarda varolan bir gelenek.

İçeriği ve biçimi ne olursa olsun, bayramların sosyolojik bir işlevi var yani, Durkheim’ın 1800’lerde tespit ettiği gibi. Sözkonusu olan dini bayramsa mesela, ortak bir inancın mensuplarından oluşan ümmetin birliği, dirliği ve selametini sağlamak gibi bir işlev üstlenir; bahsi edilen seküler ya da milli bir bayramsa, o da kitlelerin ortaklık ve birlik tuğlaları arasındaki harç olarak görev icra eder.

Bayramlar birleştiricidir yani. Herhalde bu gelenek, sadece Türkiye’de, Şeker Bayramı-Ramazan Bayramı örneğinde olduğu gibi ya da kurban kesme ritüeli üzerinde yapılan tartışmalarda olduğu gibi, seküler ve dindar hayat tarzına sahip insanları “bölme”, “ayrıştırma”, “sınıflandırma” görevini yerine getirmiştir.

Tüm bayramlar biraradalık duygusu ve sevinç üretir; en azından bu amaca matuftur. Bunun yanı sıra milli, dini, seküler tüm bayramların aynı zamanda “manevi” bir dayanağı ve amacı bulunur. Nitekim, kötü ruhları kovmak gibi bir pagan inanışından gelen ve Keltlere ait bir ritüel olarak ortaya çıkan, dünyanın en “seküler” bayramı Halloween (Cadılar Bayramı) bile sonradan Hristiyan geleneklerine adapte edilerek Azizler Günü’nün arifesi olarak kutlanmaya başlanmış, böylece Halloween’e Hristiyan maneviyatından bir altyapı temin edilmeye çalışılmıştır.

Aynı bayrama ulus birliği üzerinden bir meşrulaştırım ve dayanak sağlanamazdı, çünkü Halloween sadece Amerikalıların, sadece Britanyalıların veya sadece Hollandalıların bayramı değildir; Halloween hemen tüm Avrupa ve Amerika topraklarında kutlanır; dolayısıyla temelinin de ulusal ögelere, milli liderin simgesel kahramanlığına değil; Hristiyan köklere dayandırılması uygun olurdu, öyle de yapıldı. Sözgelimi Türkiye’deki 30 Ağustos Zafer Bayramı ise milli bir bayramdır, ancak onun temelleri de “kahramanlık”, “vatanın kurtulması”, “bağımsızlık” gibi manevi simgeler ve mitlere dayanır.

Ancak yine de bayramlarla ilgili eğer bir güç ve etki ayrımı yapmamız gerekse; sanırım, Hristiyan, Müslüman ya da Yahudi olup olmaması fark etmeksizin ümmeti bir arada tutma görevi gören dini bayramların, ulusu bir arada tutmak amacıyla icat edilmiş milli bayramlardan manevi olarak çok daha etkili ve sarıp sarmalayıcı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Peki, dini temellerden yükselen bayramların manevi tatmini neden daha yüksektir?“ sorusunun cevabı ise herhalde tarihsellikte aranabilir. Milli bayramların tarihi şunun şurasında ne kadar geriye götürülebilir ki, oysa dini bayramlar kadimdir, tarih kadar, belki daha da eskidir. Bu nedenle dini bayramların hem Türkiye’de ve İslam ülkelerinde, hem de Avrupa ve Hristiyan ülkelerinde ağırlığı, coşkusu, neşesi, güzelliği, bir başkadır.

Bu yüzden “nerede o eski bayramlar” sözü de, sadece dini bayramlarda söylenir. Bu sözle murad edilen ise, kaybolan coşkuyu, neşeyi, gamsız kasavetsiz süruru bulma umududur. Oysa bayram dediğin bir yere gitmez, giden şey çocukluktur; masum sevinçtir, rugan ayakkabıyı yastığı altına koyup uyuyacak kadar saf olabilen dimağdır.

Düşünsenize çocukluğunuzda yaşadığınız bayramları: Sizi daraltan, üzen, kıstırılmış hissettiren hiçbir zihin bagajınızın olmadığı bir güne; dünü ve yarını düşünmeden erkenden uyanırdınız. İçinizde garip ve engellenemez bir neşe, belki annenize şımara şımara kıyafetlerinizin giydirilmesini izlerdiniz; saçlarınız özenle taranır, bir kurdela belki tokayla tutturulurdu, grand-tuvalet olduktan sonra da, el öper harçlıkları toplar, mahallenin bakkalına koşardınız.

Tıpkı sizin gibi, temizlenmiş paklanmış, sokak kirlerinden arındırılarak giydirilmiş arkadaşlarınızla birlikte, -belki birazdan karın ağrısı yapacaksa bile- bakkaldan aldığınız abur cuburlarınızı yer, ardından mahallenizi sokak sokak gezmeye şeker toplamaya başlardınız belki. Her kapı size güleryüzle açılır, ikramlar yapılır, saçınız okşanarak kapanırdı.

Düşünsenize dününüz yoktu, yarınınız yoktu; hayatınızda ve çevrenizde art niyet yoktu, intikam yoktu; sizi somut olarak öldüremese de kanınızı içinize akıtmaya ahdetmiş gibi duran arkadaş görünümlü düşman yoktu; hayatınızda ikiyüzlülük, riya yoktu; omuzlarınızda dünyanın yükü yoktu, ruhunuzun üstünde tepinmeye çalışan zararlılar yoktu; üstelik siz de başkasına bunları yapmayı düşünemezdiniz, çocuktunuz zaten böyle şeyleri bilemezdiniz ki…

En büyük kötülüğünüz arkadaşınızın saçını çekme, en büyük ayak oyununuz ip atlama sırası itişmesinde öne geçme, en büyük kaygınız uzun eşekten düşme ihtimaliydi belki… Tek korkunuz, akşam eve vardığınızda, toza toprağa bulanmış kıyafetleriniz yüzünden annenizden işiteceğiniz tatlı ve şefkatli azardı. O da, annenizin şefkatli yüzünü görene kadar, dünyanın tüm dertleri uykunun kucağına geçene kadar sürerdi…

Sorarım; siz, eski siz misiniz ki, bayramlar da eskisi gibi kalsın.

#Ramazan Bayramı
#Zafer Bayramı
7 yıl önce
Uğurlama
“Devrim arabaları”nı kim devirdi?!
Gazze’de cesetler ve köpekler: Ötesi var mı?
DEM’de iç çatışma
Böyle olmaz!
İnsaf!