YAZARLAR

Üflediler, söndü: Binali Yıldırım

Başlangıçta iktidarın içinde olduğunu pek fark eden yoktu. En ünlü, en parlak siyasi yoldaşları bir bir sahneden ayrılırken, o yükseldi durdu: Başbakanlık, parlamento başkanlığı, insan daha ne ister? Ama ne isteyeceğine karar veren kendisi değildi zaten. Böylece partinin kuruluş günlerinden kalan son mum ışığı da üflenmiş oldu, partiyi var eden İstanbul seçmeni tarafından.

Gücünü güçsüzlüğünden alıyor, sanki. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurucularından. Gel gör o günlerde siyasal gökte en çok ışık saçan, yerde en çok ses çıkaran isimler arasında değildi. Recep Tayyip Erdoğan bir yana, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Abdüllatif Şener, Abdülkadir Aksu… köy düğünündeki lüks lambalar gibi göz alan heyette ancak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni yakından takip eden az sayırda kişinin bildiği, kenar masadaki mum ışığı kadar dikkat çekiyordu.

Lambalar bir bir söner ya da söndürülürken o mum her siyasal labirentte üflenmeden çıkıyordu ama. Üstünde bir el vardı. O da el altında olmayı seviyordu, anlaşılan. İktidarın geçmiş ve geçecek heyeti içinde kimse onun kadar kusurlarıyla kamu önüne çıkmadı: Telaffuzu (sadece Kürtçe değil, Türkçe de) kötüydü. İmlası desen torunlarından saatlerce ders alsa düzelmeyecek mertebede. Hitabeti yoktan da öte. Zaten konuşmak istemiyor ama mecburen konuşuyor hali var hep üstünde.

Kusurlarıyla barışık ama, kendi hallerine kendi gülebiliyor. Üstelik, dahil olduğu heyetteki herkesin konuşma hırsına, cevap yapıştırma hevesine, yüceltici mitomanik öyküler uydurma merakına, böbürlenme kapasitesine bakılınca, neredeyse hırsı olmayan, insanın kusurlarıyla insan olduğunu anlamış bilgelikte diyebilirsiniz, dalgınlığınıza gelse. Mesela, Cem Yılmaz şakalarına kamera önünde katılarak gülecek kalenderlikte, her an diyaloğa hazır, babacan bir siyasetçi adaylığından bile söz edilebilir, dalgınlığınız sürerse.

DAVUTOĞLU İLE ÇEKİŞMESİ

İktidar semalarının (tabii ki Erdoğan’dan sonra) en parlak ışığı olduğu intibaını yaymaya ahdetmiş, Erdoğan gibi nutuk atma sevdasıyla ulaşabildiği her kulağı büyülemeye çalışan Ahmet Davutoğlu ile “Başbakanlık çekişmesi”ni kazandığı yazılıdır bazı kronolojilerde. Partide güçlü yani.

Oysa kazanması, çekişmesinden değil tam da çekişmemesindendi, gücünden değil güçsüzlüğünden: Davutoğlu, tensip edildiği başbakanlık koltuğunu okuduğu kitaplarda yazıldığı gibi doldurma hevesine kapılınca, o koltuğun boş kalması gerektiğini iyi bilen biri olarak yerine nasp edildi. Parti lideri olarak seçime girmeden başbakanlık şerefine nail olmuş nadir siyasetçilerden.

Davutoğlu dolu dolu başbakanlık yapma hevesiyle kaybederken, o boşluktan kazandı. Kazanma stratejisi içinde kaybetmeye hazır olma yeteneğinin ciddi önemi var. Ulaştırma Bakanlığı görevinden alınıp, kurduğu ekip dağıtıldığında hiç ses etmedi mesela. “Sıra neferiyiz” dedi geçti, inandırıcı olmaya bile çalışmadan. Ardından, hiç kazanma şansı olmadığı halde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olmaya razı geldi. Gerçi ilk anda olur mu öyle şey havalarına girmeyi denemedi değil. Neticede kaybetti ve bu kayıp, başbakanlığa giden yolu açan başarısıydı onun. Bir başka ricat uzmanı Bülent Arınç’tan farkı da bu: Arınç, taktik olarak nereye çekilirse orada kalıyor; Yıldırım neyi kaybederse başka bir şeyi kazanıyordu.

SON BAŞBAKAN

Aynı zamanda son başbakan sıfatını da haiz. Başbakanlık, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” yazılan, “başkanlık” diye okunması emredilen yeni sistemde yoktu. Bu yok oluşa rızası, devletin protokol açısından ikinci önemli makamına yükselmesini sağladı. Artık TBMM Başkanı idi. Bir daha boşluktan kazanmıştı. Parlamentonun önemsizleştirilmesi, orada boş boş oturuyor görüntüsüne yol açmış olmalı ki yeni bir makama adaylığı gündeme geldi: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı. Oradan istifa etmesi bile gerekmiyordu iddiaya göre. İddianın iki önemli sahibi vardı: Kudretli lider Recep Tayyip Erdoğan ve Erdoğan’a “Gel seni başkan yapalım” diyerek Selahattin Demirtaş’ın bozduğunu düzeltme hareketini başlatan MHP lideri Devlet Bahçeli.

ERDEM SANILAN ÇELİŞKİLER

Yıldırım önce bu iddiaya inandı. İnandı, lafın gelişi, yaptığı her işte bir inanmazlık hali var üstünde: Şaka yapıyor gibi, usul yerini bulsun diye yaptığı anlaşılsın istiyor gibi, okul piyesindeki çocuk gibi. İnandığına inanılması için, “Hukuk varken etik konuşulmaz” aforizmasıyla tezi desteklemeye de yeltenmedi değil. Ne de olsa görev adamı. Sonra, istifa etmesi gerektiğine karar verilmiş olmalı ki, etti. Bu hareketi de övgüyle karşılandı, istifa etmemesi gerektiğini söyleyenlerce. Birbirine taban tabana zıt iki ayrı sonucun aynı hukuki ve etik değere sahip olabileceği fikri, iktidar makinesinin temel yağı. Ahlaki çelişkiyi siyasal erdem diye satmak da aynı makinenin temel hareketi. Tüccar siyaset dedikleri bu olsa gerek.

İktidar makinesi tuhaf sesler çıkarmaya, istenmeyen sonuçlar vermeye başlayınca sahnedeki mumun dibini bile aydınlatamadığı, parıltılı lambaların bütün kusurlarını üstünde taşıdığı daha iyi görünmeye başladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni ikinci defa kaybetmeye hazırlanırken, iktidarın parıltılı, başarılı yanlarının en iyi göründüğü figürin olarak kala kaldı ortada.

TEK GEÇMİŞİ BAKANLIK GİBİ

Adını bir “Alevi” dedesi koymuştu, kendi anlattığı hikayeye göre. Okumak için İstanbul’a dedesinin yanına yollanmıştı. Mum ışığını parlatma çalışmalarında konuşturulan köylüleri, derslerinin çok iyi olduğunu, koyun güderken bile kitap okuduğunu söyledi. Oysa bizzat kendisi derslerinin berbat olduğunu, dedesinin “Okumaz bu” diye geri yollamaya kalktığını, zaten köyde kitap diye bir şey de olmadığını anlatmakta beis görmedi. Ulaştırma Bakanlığı’ndan alındıktan sonra “12 yıllık bakanlık geçmişi” dışında hiç yaşamamış gibiydi.

“Benim kim olduğum sıfatım olup olmadığının takdirini milletim yapar. Benim kim olup olmadığıma 12 yıllık geçmişime bakarak en iyi şekilde verirler. Sıfatlar gelir geçer. Sıfatlar bir kağıtla verilir bir kağıtla geri alınır. Gücünüz iki kağıt arasındadır. Önemli olan milletin gönlünde yer yapmaktır."

AİLE MESLEĞİ: ULAŞTIRMA

Deyimleri kendine göre söyleme merakı var, iki kağıt arası dediği iki dudak arası muhtemelen. Rakibi Ekrem İmamoğlu ile tartışırken durmadan söz kesmeye girişti. Pasif görünme diye verilen öğüde uymuş olabilir fakat muhtemelen, ülkede Erdoğan hariç herkesin sözünün kesilebileceğine dair iktidar kavrayışının basit bir sonucuydu yaptığı.

Babasını, bakanlığının son dönemlerinde, çocuklarının serveti tartışma konusu olunca anmaya başladı. Celepti. Sonra nakliye işine girmiş, otobüs almıştı. Sonra taksicilik yapmışlardı. 1980’lerde iki taksileri vardı misal. Taksiler çalışırken o önce okulda asistanlığa başlıyor, sonra tersanelerde çeşitli düzeylerde idarecilik yapıyordu. Kamu görevlisi olarak.

TERSANEDEN ARMATÖRLÜĞE

Sonra Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olunca, İDO’ya idareci gerekti. Müdür olarak işe girişti. İş bitince, resmi CV’sindeki ifadeyle, “1999-2002 yılları arasında gemi işletmeciliği ve armatörlük” yaptı; anlaşılan hem kendisi hem taksiler iyi iş çıkarmıştı, yoksa Ali Müfit Gürtuna’nın suçlamaları doğru olacak değildi ya. Ekrem İmamoğlu ile televizyonda tartışırken gelen mal beyanı sorusuna, zaten kanun emri diyerek canı gönülden katılıyormuş izlenimi verdi fakat “Kamuya açıklama” meselesinde, “hukuki engeli yoksa” türü tedbir cümleciğini eklemeyi ihmal etmedi. Sadece inanç değil, servet de gizli kalmalı şiarına sadık olmak zorunda demek ki.

Mum, 23 Haziran gecesi söndü. İstanbul seçmeni fena üflemişti. Ne onu rüzgarlardan koruyan el bir şey yapabildi, ne Kürtçe kurtarabildi, ne “Kürdistan” lafı, ne Devlet Bahçeli’nin öfkeli Apoculuğu. Gerçi kazansaydı da bir şey kazanamamış olacaktı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilmiş olmak, bir istifa ricacığıyla işi bırakmak anlamına geliyordu yeni Türkiye’nin ileri demokrasi anlayışına göre. Binali Yıldırım mumunun sönmesi, AK Parti’nin kuruluş döneminden kalma bütün ışıkların söndüğü anlamına geliyor. Geriye vaktiyle iktidar partisinin kendisine, şimdiyse bütün ülkeye her fırsatta öfke belagatinden nadide örnekler vererek çatan bakanlar, kamuoyuna olmayan şeyleri hissettirme gayretine girmiş duygulu kurmaylardan başka pek bir şey kalmadı. İktidar gemisini yürütmek için tercih edilen karizmatik, organik, omnipotent liderliğe dayalı seyrüsefer stratejisi, yakalandığı siyasi fırtınayı kahtı rical derdi eşliğinde aşmaya çırpınacak bundan sonra.

NOTLAR

1

Resmi bir internet sitesi var, Binali Yıldırım’ın İBB adaylığı nedeniyle kurulmuş. Site, sanki Yıldırım hiçbir şey yapmamış da sırf var olduğu için bir şeyler olmuş gibi pasif bir dile yaslanıyor. Aslında bir fail değilmiş gibi. Bir de bozuk cümle var:

“Bakanlık görevleri sırasında gerçekleştiği önemli projelerden bazıları:”

Öyle anlaşılıyor ki “gerçekleştirdiği” demek istemiş; ama sanki kendisi gerçekleşmiş gibi ifade edilmiş. Danışmanları tarafından bile bir fail olarak görülmediği için olabilir mi bu lapsus?

https://www.binaliyildirim.com.tr/hakkinda

2

Kendi anlattığına göre babası 1978’de otobüs aldığına göre, yoksul bir köy çocuğundan bahsetmiyoruz. Fakat. Devletin imkanlarına sırt çevirecek bir ekonomik güç de yok. Aynı yıllarda o asistan, araştırma görevlisi. Tersanelerde mühendis ve çeşitli kademelerde yönetici. 1980’lı yıllarda iki taksileri var İstanbul’da. Vasat bir birikim yani. 19 yıl sonra ise o bir “armatör” artık. Bugünlerde ailesinin servetinden bahsetmeye kalkan olursa, her an erişim engellemesi yiyebilir, davalar da işin cabası.

3

Beyoğlu Piri Reis Orta Okulu'nu bitiriyor 1970’te, 73’te Kasımpaşa Lisesi'ni. Makine mühendisliği istiyor ama olmayınca olmuyor, öğüt üzerine Gemi İnşa ve Deniz Bilimleri Fakültesi’ni tercih ediyor. Kritik tercihlerinin hepsinde mutlaka “öğüt veren” bir figürden bahsediyor. Birileri bir şeyler söylemeden bir şey yapmaya gönlü olmayan biri gibi.

4

Kendini öven hikayeleri iktidar heyetindeki diğer arkadaşlarına göre çok daha az anlatıyor, şu öykü “aşırı açık sözlü” değil mi:

"Birgün ilkokulda hanım hastalandı derse giremedi. Ben de İTÜ'de öğrenciyim. Bana dedi ki, "sınıf boş kalmasın". Gittim okula, içeri girdim, bir gürültü, göz gözü görmüyor. Benim geldiğimi hiç fark etmediler. Baktım olacak yok, tahtaya yumruğumla bir vurdum, herkes toparlandı baktılar, sonra tekrar devam etmeye başladılar. "Ben nereden geldim" diye düşünmeye başladım. Sinirlendim, bir tane yavrumuzu tuttum havaya kaldırdım, herkes mum gibi durdu ve yerine oturdu. Hanım sordu nasıl? "Gayet güzel mum gibi oldular" dedim. Müdür bey sonra demiş ki, "dersler boş geçsin de beyini gönderme" demiş."

5

Resmi biyografisinde İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı anılmıyor bile.

6

Yakın zamanda yayınlanmış bir portre çalışması için bakınız: Didem Özel Tümer, Portre: Binali Yıldırım