Öncelikle, dertli bir babanın bana göndermiş olduğu bir mesajı sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Davut Bey, ben ve eşim dindar bir aile olduğumuza inanıyoruz. Tek bir çocuğum var. Evlâdımızı küçük yaşlardan itibaren, namaz kılmaya teşvik ettik, dinî kitaplar okuduk. İnançlarımızı dilimiz döndüğümüzce uygulamalı olarak anlatmaya çalıştık. Elbette bu konuda dört dörtlük olduğumuza inanmıyorum, eksik ve kusurlarımız muhakkak olmuştur. Oğlumun küçük yaşta çok iyi bir çocukluk geçirdiğini ve hiçbir problem yaşamadığını söyleyebilirim. Canımı acıtan şey, oğlumun büyüdükçe bize yaşattığı sıkıntılar oldu. Yaşı ilerledikçe, namaz kılmayı terk etti. Okuldaki başarısı aniden düştü. Sokakta en olmadık gençlerle takılmaya başladı. Okulda da edindiği arkadaşlar yüzünden kovuldu. Zar zor bir işe yerleştirdik. Orada da en olumsuz tiplerle takılmaya başladı. Hayatımda hiç sigara içmeyen bir kişiyim, sigaraya başladı. Hatta bir parkta arkadaşlarıyla (!) otururken, polis üzerinden bir ot bulmuş. Her ne kadar iftira diyorsa da, bu bizi derinden üzdü. Sürekli internette yazıştığı kızlarla buluşuyor, gezip tozuyor. Annesinden para sızdırıyor. Bulamayınca üzerine yürüyor. Ailece baskı yapan karakter değiliz. Psikologlara götürdük, onlar doğrudan anne ve babayı suçluyor. Tamam, biz suçlu olalım, yeter ki, oğlumuz düzelsin, onu en iyi yerlerde görelim. İnanın ne yapacağımızı şaşırdık. Çaresizlik böyle bir şeymiş. Bazen eşim, eğer bu huyu bu şekilde devam edecekse ölsün daha iyi diyor. Ölüsü olan bir gün, dirisi olan her gün ağlar diyor. Sanıyorum yine de bize düşen, ailece sabretmek. Umuyorum ve duâ ediyorum ki, oğlum, küçük yaşta yaşadığı o mesut günlerine geri dönsün.”
*
Dertli babanın mektubu uzayıp gidiyor. Ama bu satırları şikâyet için değil, bilinsin diye göndermiş. Bu problemi yine aile içinde “sabrederek” ve “duâ ederek” halledeceğini düşünüyor. Rabbim sabrını arttırsın inşallah.
Aslında en yakınlarımızın da benzer sıkıntılar yaşadığını biliyorum. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, bu zamanda iki kere iki dört etmiyor. Dindar bir ailenin çocuğu olmak yetmiyor.
Hani -teşbihte hata olmasın- bir söz var, “Âlimden zalim, zalimden âlim doğar” diye. Ters yüz edilmiş karakter bozukluğu yaşayan çoğu gençlerimiz, akıbetini hiç düşünmeden ve ne istediğini bilmemenin yanı sıra, her türlü zevki doyasıya, ömür boyu yaşamak istiyor. Ebedî hayatını şu kısacık hayatıyla berhava ediyor.
BİR ANNE
Genç kız annesi olan bir hanımefendi de benzer dertten muzdarip. Bir yazım üzerine gönderdiği elektronik postada şu ifadeler yer alıyor:
“Kızım çok yalancı. Her türlü desteği vermemize rağmen, zaman zaman yaramazlıklarına göz yumuyoruz. Onun bu huyunu kendisine söylüyor ve başına gelebilecek her türlü tehlike karşısında uyarıyorum. Dinliyor, ama daha sırtımı döner dönmez yine aynı huylarına devam ediyor. Bir türlü vazgeçemiyor. Başına olabilecek en kötü şey geldi. Biz ailece yine ona kucak açtık. Ancak sonu gelmez yalanlarına ve hatalarına devam etmesi bizi üzüyor.”
VE GENÇ BİR KIZ
Son mesaj da, yazımı eleştiren genç bir kıza ait olacak:
“Siz dini bütün olduğunuzu sandığınız kişiler var ya, hiç çocuklarınızı gözlemlediğinizi sanmıyorum. Benim babam çok dindardır. Hacca gider, hayır kurumlarına bağışta bulunur. Benim yaştaki gençlere uzun uzun okumalar yapar. Hatta bir şirkette en tepe yöneticilerindendir.
Babamdan nefret ediyorum. Nefretimin sebebi, hayır yapan birinin kendi ailesinden uzak kalması ve yabancı olması belki. Ailesine karşı ilgisiz olması... Çocuğunun ne durumda olduğundan habersiz yaşaması. Toplum içinde bu kadar sosyal olan birinin, ev içinde tam tersi bir hayat yaşaması, beni çıldırtıyor ve deli ediyor. Evde herhangi bir misafire gösterdiği yakınlığın onda birini bana gösterse... Tek bir cümle, tek bir hatır sor... Bu nefretim yüzünden, dinimden uzaklaştım. (Dinimi bıraktım demeye dilim varmıyor.) Belki bu yüzden babamın okuduğu kitaplar bana uzak ve çok saçma geliyor. Sakın bu konuyla ilgili beni ikna edecek yazılar yazmayın. Size de inanmıyorum.”
*
Buna rağmen kendisine bazı notlar gönderdik. Dinin bir hayat tarzı olduğunu, bazı gerçeklerin düşündüğü gibi olmadığını misaller vererek lisan-ı münasiple anlatmaya çalıştık.
Doğrusu yazdıklarımın okyanusa bırakılmış şişenin içine yazılmış bir nottan ibaret olduğunu ve nasıl olsa karşılık görmeyeceğini düşünmüştüm. Yanılmışım.
Birkaç kez daha yazıştıktan sonra ona Risale-i Nur’u tavsiye ettim.
ÜÇ MEKTUBUN ANLATTIKLARI
Bu üç mektup, içinde yaşadığımız toplumun profilini bir bakıma bize anlatıyor.
Evet, bu zamanda kimse kimseyi suçlamasın. Bütün suç, ne varıyla-yoğuyla çocuklarını büyütmeye çalışan anne-babanın ve ne de gençlerin davranışlarında.
Kabahat, bu zamanın cazibedar fitnesinde. Dört bir yanda fitne ateşinin yandığı bu zamanda gençler savunmasız ve çaresiz. Yapılması gereken; üzerimize düşen vazife ne ise ona istikrarlı bir şekilde devam etmektir. Rabbimizin emir ve yasaklarını uygulamak ve en önemlisi imanımızın takviyesini sağlamak. Keskin ve güçlü bir imana sahip olabilmek için, takva ve salih amellerimizi yeniden tanımlamak...
Özellikle, bu tahribat, sefahet, cazibedar hevesat ve ahlâkî yıkım zamanında, günahlardan kaçınmak demek olan takva esas tutulmalı.
Bu zamanda namazı terk etmeyen ve büyük günahları işlemeyen kurtulur. Zira ağır şartlar altında az bir salih amel, çok amel hükmündedir. Rabbim bizi ve çocuklarımızı sırat-ı müstakimden ayırmasın.