22 Mayıs 2017 02:47

TÜSİAD'ın OHAL ve Kürt sorunu çıkışı ne anlama geliyor?

TÜSİAD'ın OHAL ve Kürt sorunu çıkışı ne anlama geliyor?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçtiğimiz günlerde patron örgütlerinin düzenledikleri iki önemli toplantıda iktidara yönelttikleri eleştiriler, egemen sınıflar cephesindeki çelişkilerin daha görünür olmasını sağladı. Öte yandan patron örgütlerinin uzunca süredir devam eden suskunluğunu bozması da önümüzdeki dönem burjuva siyasetin nasıl şekillenişine dair ipuçları da veriyor.

Bu toplantıların ilki 12-13 Mayıs’ta Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED) tarafından Diyarbakır’da düzenlenen 39. Girişim ve İş Dünyası Konseyi toplantısıydı. TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik bu toplantıda yaptığı konuşmada “silahların bir daha geri dönülmemek üzere terk edilmesi ve bunun için siyasi diyalogun çözümün mimarı olmasını sağlayacak koşulların oluşturulması” çağrısı yaptı. Yine DİSİAD Başkanı Burç Baysal da “Ülkemizdeki tüm siyasi aktörleri ve kurumları da Kürt sorununda, diyalog kanallarının tekrardan oluşması için üzerlerine düşeni yapmaya davet ediyoruz” çağrısıyla Kürt burjuva çevrelerinin aynı yöndeki beklentisini ortaya koydu.

AKP genel Başkan Yardımcısı Mehdi Eker, bu çağrılara “Cumhurbaşkanımız net ve açık bir şekilde söyledi, terör estirildiği sürece bunlarla anlaşıldığı dilden mücadele edilecek” yanıtını verdi.

İkinci toplantı TÜSİD’ın Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısı idi.  Toplantının açılış konuşmasını yapan TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan, OHAL’in kaldırılmasının önemine vurgu yaparak “yeni bir milli birlik ve kardeşlik açılımı” umudunu dile getirdi. TÜSİAD Başkanı Bilecik de OHAL’in kaldırılmasını ve AB ile üyelik sürecine dair yeni stratejilerin belirlenmesini istedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu beklenti ve çağrılara nasıl yanıt verdiği biliniyor. OHAL’in kaldırılması talebine “kusura bakmayın” ve AB ile beklentilere de “biz kapıkulu değiliz” diyerek yanıt verdi. Ayrıca Erdoğan, ABD’nin YPG ile ilgili tutumunu değerlendirirken Kürt sorununda müdahale ve savaşa dayalı politikanın devam edeceği mesajını da verdi.

Peki, patron örgütleri (TÜSİAD) ve Erdoğan iktidarı arasındaki bu atışma-tartışmalardan hangi sonuçları çıkartabiliriz?

Öncelikle bugün TÜSİAD patron örgütlerinin en büyüğü olsa da iktidarın patron örgütlerinin bazı klikleri ile çelişki-çatışma içinde olması, bu iktidarın burjuvazinin (patronların) çıkarlarına hizmet eden bir iktidar olması gerçeğini değiştirmiyor. Erdoğan’ın “OHAL bizim sanayicilerimizin işadamlarımızın neyini engelledi? OHAL endişelerini anlamakta zorlanıyorum” sözleri aslında OHAL’in kimlere karşı kullanıldığının bir itirafı anlamına geliyor. Gerçekten de mesela Düzce’deki Teknorot fabrikasındaki grevin bitirilmesinde OHAL ve polis-jandarma baskısı patronların imdadına yetişmiştir. Ancak patron örgütleri OHAL’in kaldırılması, demokrasi, Kürt sorununun çözümü gibi konularda çağrı yaparken uzun vadeli çıkarlarını düşünmektedir. Yani dertleri bu baskı ve sömürü düzeninin sona erdirilmesi değildir. Aksine bütün dertleri iktidarın bu düzenin devamı için tehdit oluşturan kırılgan politikalarının değiştirilmesi ve dolayısıyla bu burjuva baskı ve sömürü düzeninin uzun süre sorunsuz devam edebileceği koşulların yaratılmasıdır.

TÜSİAD’in 90’lı yılların başlarından bu yana Kürt sorunu ile ilgili hazırladığı raporların ve yaptığı çağrıların kerameti de burada aranmalıdır. TÜSİAD’a bu çağrıları yaptırtan demokrasi ve özgürlüklere olan aşkı değil, bu sorunun kendi sömürü ve yağma politikalarının önünde engel olarak durması ve dahası uygulanan tekçi-baskıcı politikaların bölünme (Kürdistan pazarının kaybedilmesi) kaygısını/tehdidini arttırmasıdır. Bu nedenle mesela 2010’da TÜSİAD Başkanı olan Ümit Boyner Diyarbakır’da düzenledikleri bir toplantıda hiçbir komplekse kapılmadan katılımcıları Kürtçe selamlayabilmiştir. Öte yandan aynı dönemde Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) hazırladığı ‘demokratik özerklik’ taslağında yer alan “anti-tekelci, dayanışmacı ekonomi” vurgusu karşısında bu modelin “entegrasyonu engelleyici” ve hatta “Stalinist” olduğu yaygarasını koparıp ilk ayağa kalkanlar da yine bu burjuva çevreler oldu.

Özetle, Erdoğan’ın Trump ile yaptığı görüşmede de ortaya çıktığı gibi özellikle Kürt sorunu, OHAL, idam gibi konularda ABD ve AB’nin Erdoğan iktidarına karşı açık tutum alması TÜSAD ve temsil ettiği burjuva çevreler ile Erdoğan arasındaki çelişçi-çatışmanın da daha görünür bir hal almasının önünü açmaktadır. Öte yandan dün yapılan kongre ile AKP Başkanı Cumhurbaşkanı haline gelerek başkanlık sistemini resmileştiren Erdoğan’ın bu beklentileri karşılayacak demokratik adımları atabilecek zeminden oldukça uzaklaşmış olması, önümüzdeki dönem bu çelişkinin farklı biçim ve boyutlarda devam edeceğini gösteriyor. Bu koşullarda emek ve demokrasi güçlerine düşen ise, elbette bu çelişki-çatışmaya bakarak demokrasi ve Kürt sorununun çözümü konusunda beklentiye girmek değildir. Çünkü böylesi bir tutum ancak, burjuva gericiliğin bu sömürü ve baskı düzeninin devamı için kendine yeni dayanaklar oluşturmasına hizmet edebilir. Öyleyse yapılması gereken, egemenler cephesindeki (burjuva gericilik) bu çelişki-çatışmayı bu düzenin teşhiri için bir olanağa çevirmek ve işçi sınıfı ile Kürt halkı başta olmak üzere baskı altındaki bütün toplumsal kesimlerin demokratik mücadelesini birleştirip ilerletmektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...