Türkiye Kuzey Irak’ta referanduma neden karşı?

Oytun Orhan
24.09.2017

Türkiye son yıllarda Irak merkezi hükümeti ile yaşanan krizlerde bile “önce Bağdat” ilkesine sadık kalmaya çalıştı. Türkiye’nin IKBY ile sürdüğü ilişkiden her iki tarafın ekonomik çıkar sağladığı açık. Ancak bu kazancın IKBY açısından “hayati” Türkiye açısından ise “göz ardı edilebilir” olduğu da açık.


Türkiye Kuzey Irak’ta referanduma neden karşı?
Irak ve Suriye’de iç savaşın, DEAŞ ile mücadelenin olanca hızıyla sürdüğü bir ortamda yeni bir çatışma dinamiği yaratacak kritik bir süreç yaşanıyor. I. Körfez Savaşı sonrasında fiili otonomi kazanan, Irak işgali ile fiili durumu anayasal zemine oturtan Iraklı Kürtler, 2014 sonrasında yaşanan DEAŞ ile mücadele sürecinin sunduğu fırsattan faydalanarak bağımsızlık yolunda en son adım olan bağımsızlık referandumunu 25 Eylül 2017 tarihinde düzenleme kararı aldı. Bu adımın bölgede yeni çatışmaları tetikleyeceği ve terör örgütleri ile mücadelenin zaafa uğrayacağı görüşü hakim. Bu nedenle İsrail dışında referanduma destek veren ülke çıkmadı.
 
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) muhtemelen bağımsızlık için daha uygun bir zaman olamayacağını düşünüyor. DEAŞ ile mücadele IKBY’nin siyasi ve askeri konumunu oldukça güçlendirdi. Iraklı Kürtler her şeyden önce başta Kerkük olmak üzere Bağdat ile arasında sorun yaratan tartışmalı bölgeler konusunda elini güçlendirdi. Irak ordusunun çekilmesi ile tartışmalı bölgelerin yüzde 90’a yakını tamamen Kürt güçlerin kontrolüne geçti. Irak merkezi hükümeti ise DEAŞ ile mücadele nedeniyle güç kaybetti ve giderek daha fazla dış desteğe açık hale geldi. Bu da IKBY’yi bağımsızlık adımını atmak için en uygun zamanın şimdi olduğu düşüncesine yönlendiriyor.
KDP ve lideri Mesut Barzani’nin referandum konusunda bu kadar ısrarcı olmasının iç politik faktörlerle de ilgisi olduğu söylenebilir. IKBY’de uzun zamandır ciddi bir siyasi ve ekonomik kriz yaşanıyor. KDP’nin bu sıkıntıları örtmek için bağımsızlık gibi popüler bir meseleyi gündeme getirdiği, 2017 yılı sonunda düzenlenecek Meclis seçiminde konumunu güçlendirmeye çalıştığı ve en önemlisi yasaya aykırı olarak başkanlık koltuğunda oturan Barzani’nin pozisyonunu korumak için de bağımsızlığı gündeme getirdiği söylenebilir. Son neden olarak, bağımsızlık referandumu ertelense bile bunu bir pazarlık aracına dönüştürerek tartışmalı bölgeler ve ekonomik gelirler konusunda garantiler alabileceğini düşünüyor olabilir. Bu durumda referandum düzenlenmez ancak IKBY ilerde çok daha kolay ve iyi şartlar altında bağımsızlık kazanacak zemini oluşturarak bu süreci atlatır. Ancak bütün bu destekleyici nedenlere rağmen Iraklı Kürtler arasında bağımsızlık idealinin çok güçlü olduğunu ve her siyasi parti dahil olmak üzere IKBY’nin bir bütün olarak bağımsızlığa kavuşmak istediğini unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla bağımsızlık referandumunun düzenlenmesinin esas nedeni son adımı atarak bu ideale biraz daha yaklaşmak.
 
‘Önce Bağdat’ ilkesi
 
IKBY bölge ülkelerinin ve uluslararası camianın tepkisi konusunda muhtemelen bir hesap hatası içinde. Iraklı Kürtlere göre Batı DEAŞ ile mücadele nedeniyle Kürtlere desteğini önemli oranda artırdı ve kendilerine giderek artan bir ilgi ve sempati ile yaklaşıyor. Türkiye ile ekonomik ve enerji işbirliği derinleşerek devam ediyor. Türkiye tepki gösterse bile bu iç politik nedenlerle olacaktır ve diplomatik seviyede kalacaktır. Hatta Iraklı Kürtler IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyareti sırasında Atatürk Havalimanında IKBY bayrağının asılmasını da “Türkiye’nin bağımsızlığa yeşil ışığı” şeklinde okuyacak kadar iyimser bir algı içinde. Bölgede Kürt bağımsızlığına karşı çıkması muhtemel diğer bölge ülkesi Suriye ise zaten hayatta kalma mücadelesi veriyor ve dışarısı ile ilgilenecek durumu bulunmuyor. 
 
IKBY’nin bu okuma biçimine karşın durumun bu kadar basit olmadığı söylenebilir. Batı’nın genel anlamda Irak’ta Kürtlerin bağımsızlık kazanma çabasına olumlu yaklaştığı, politikaları ile bu süreci desteklediği kabul edilebilir. Ancak 2014 sonrasında Batı’nın Iraklı Kürtlere artan ilgi, destek ve sempatisinin temelinde DEAŞ ile mücadele yatıyor. Batı’nın Irak ve Suriye’de birinci önceliği DEAŞ’ın yenilgiye uğratılması ve bağımsızlık adımının bunu zaafa uğratacağı düşünülüyor. Tam da bu nedenle Batı referanduma özü itibarıyla değil ancak zamanlama olarak karşı çıkıyor. IKBY’nin mevcut konumunu borçlu olduğu ABD, Iraklı Kürtlerin geçmişten bu yana en yakın dostlarından Fransa gibi ülkeler dahi Barzani’yi ikna etmek için yoğun bir diplomasi yürüttü. Ancak esas yanılgı Türkiye’nin olası yaklaşımı ile ilgili. Türkiye’nin IKBY ile kazan-kazan ilkesine dayalı bir ilişki kurmak istediği ortada. Ancak Türkiye bu yakın ilişkiyi hiçbir zaman Irak’ın toprak bütünlüğünü riske atacak bir çerçeveye oturtmadı. Türkiye son yıllarda Irak merkezi hükümeti ile yaşanan krizlerde bile “önce Bağdat” ilkesine sadık kalmaya çalıştı.
 
Türkiye’nin IKBY ile sürdüğü ilişkiden her iki tarafın ekonomik çıkar sağladığı açık. Ancak bu kazancın IKBY açısından “hayati” Türkiye açısından ise “göz ardı edilebilir” olduğu söylenebilir. Türkiye’nin kendi ekonomik hacmi içinde buradan sağlanan gelir önemli olmakla birlikte daha yaşamsal çıkarlar söz konusu olduğunda riske edilebilecek seviyede. Bu nedenle Türkiye’nin karşılıklı çıkarlar nedeniyle tepkisini düşük seviyede tutacağı düşüncesi gerçekle bağdaşmıyor. Peki Türkiye Iraklı Kürtlerin bağımsızlık referandumu düzenlemesine neden karşı çıkıyor?
 
Iraklı Kürtler ve Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde güvenilir bir ortak olabilir mi? Türkiye son yıllarda IKBY ile iyi ilişkiler kursa da bu işbirliği daha çok ekonomi ve enerji alanında gelişti. Ancak kalıcı ve daha derin işbirliği kurabilmenin yolu siyasi ve güvenlik alanında işbirliğinden geçiyor. Bu açıdan ise tam bir başarı sağlanamadı. Hatta Türkiye’nin en ciddi iç ve dış politika sorunu olarak gördüğü PKK konusunda tehdit algısı yaratacak gelişmeler yaşanmaya devam etti. Türkiye algısına göre “IKBY ile yakın ilişkiler kurulabilir ancak IKBY, PKK ile mücadelemde hiçbir zaman dayanabileceğim bir ortak değil.” Güvenlik alanında işbirliği DEAŞ ile mücadele ile sınırlı kaldı. KDP’nin de tehdit algıladığı Sincar’daki PKK varlığı ve Suriye’de YPG konusunda dahi bir eşgüdüm sağlanamadı. Daha da önemlisi IKBY KDP’den ve Barzani’den ibaret değil. KDP bölgelerinde (Erbil ve Dohuk) PKK’nın diğer yerlere nazaran etkisinin daha az olduğundan bahsedilebilir. Ancak Süleymaniye’de PKK’nın yoğun etkisi rahatça hissediliyor. KYB’ye bağlı peşmergeler PKK’lılar ile birlikte Kerkük çevresinde DEAŞ’a karşı birlikte mücadele yürütüyor. Kerkük’ün KYB’li Valisi Necmettin Kerim Kerkük’e PKK’lıların yerleşmesine imkan sağladı, Valilik’te PKK’lıları ağırladı. Hatta Türkiye’ye yakın duran KDP’nin lideri Mesut Barzani’nin dahi PKK’yı terör örgütü olarak görmediğini ve Mahmur’da PKK’lıları “DEAŞ’a karşı mücadeleden dolayı kutladığı” akıllardan çıkarılmamalı. Böyle bir fotoğraf karşısında Türkiye’de tehdit algısının oluşması doğal. Bu ifadeler ile Türkiye’nin IKBY’ye tehdit algısı ile yaklaşması önerilmemekte. Tersine son yıllarda kurulan iyi ilişkilerin hem ekonomik hem de siyasi açıdan Türkiye’ye faydalar sağladığı, şu anda IKBY üzerinde yaptırım imkanı varsa bu politikalar sonucunda elde edildiği savunulabilir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki IKBY işin doğası gereği hiçbir zaman Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde tam olarak güvenebileceği bir aktör olamaz. 
 
Irak’ta çatışma alanları
 
IKBY bağımsızlık referandumunu kendi sınırlarının ötesinde yasal olarak Bağdat’a bağlı olan Kerkük gibi tartışmalı bölgelerde de gerçekleştiriyor. Tartışmalı bölgeler Türkiye sınırında Telafer’den başlayarak Irak sınırında Mendeli’ye kadar uzanmakta. Bu coğrafyanın iki önemli özelliği var. Birincisi buralarda Türkmenler, Araplar, Kürtler, Sünniler ve Şiilerin bir arada yaşadığı heterojen bir toplum yapısı var. İkincisi doğal kaynaklar açısından zengin bölgeler. Tartışmalı bölgelerin bağımsızlık referandumuna katılması doğal olarak hem yerelde farklı etnik ve mezhepsel gruplar arasında çatışmayı tetikleyecek hem de bu bölgeler üzerinde egemenlik iddiasını sürdüren Bağdat ile IKBY arasında daha geniş çaplı bir çatışmanın fitili ateşlenecek. Bu da Irak ve Suriye’de en kısa sürede istikrara ihtiyaç duyan Türkiye açısından istenmeyen bir durum. Bu çatışma dinamiği içinde Türkmenlerin konumu ise son derece hassas. Zira Kürtler ve Araplardan farklı olarak silahlı güçleri yok ve 2003 işgalinden bu yana askeri taraflar arasında yaşanan her çatışmanın kurbanı Türkmenler oldu. Bağımsızlık referandumunun yarattığı gergin ortamda peşmerge güçleri kendisi açısından esas tehdit olan Haşti Şaabi güçlerine yönelmektense zayıf konumda olan Türkmenlere yöneldi ve Kerkük’te Türkmen Milliyetçi Hareketi’nin binasına saldırı düzenledi. Türkiye ise kendisini Türkmenlere yakın görüyor ve destekliyor. IKBY ve peşmregenin Türkmenlere yaklaşımı ise kesinlikle Türkiye’yi tatmin edecek bir durumda değil. Kerkük’e yerleştirilen PKK varlığı ise ayrı bir sorun. PKK’lılar da Türkiye’ye yakın gördükleri Türkmenlere karşı zaman zaman kullanıldı. Dolayısıyla Türkiye Kerkük’ün bağımsızlık referandumuna dahil edilmesi durumunda Türkmenlerin çatışma ortamında büyük zarar göreceğini düşünüyor. Uzun vadeli risk algısı ise Kerküklü Türkmenlerin IKBY idaresi altında kimliklerini kaybedebileceği düşüncesi. Bunun en yakın örneği Erbil. Geçmişte önemli bir Türkmen şehri olan Erbil’de Türkmen kimliği giderek ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Türkmenlerin yaşadığı ve Erbil’in tarihi merkezi Kale boşaltılarak turistik bir alana dönüştürüldü. Türkiye bu nedenlerle Kerküklü Türkmenlerin taleplerine paralel olarak Kerkük’ün merkezi hükümete bağlı kalması gerektiğini savunuyor. Zira demografik, siyasi ve askeri olarak Kerkük’te aşırı güçlü olan Kürtlere karşı Bağdat’ın varlığı bir denge oluşturabilir ve şehirde çoğulcu yapı korunabilir.  
 
YPG ile ilişki ihtimali
 
Türkiye IKBY’nin bağımsızlık referandumunu Suriye’deki gelişmelerle bağlantılı olarak okuyor. Türkiye algısına göre kendi güney sınırlarında bir kuşak oluşturuluyor ve bu kuşak Kürt kuşağı olduğu için değil ancak önemli bir kısmı PKK tarafından kontrol ediliyor olduğu için tehdit oluşturuyor. Irak’taki bağımsızlık sürecinin buna ilişkin yarattığı tehdit algısı ise uzun vadede farklı Kürt aktörlerin kendi aralarındaki sorunları çözerek ortak idealler etrafında Türkiye’ye karşı birlikte hareket edebilme potansiyeli. Suriye’de PKK kontrolünde fiili bir otonom bölge oluşmuş durumda. Bu yapının siyasi statü kazanacağı meçhul ancak ihtimaller dahilinde. Böyle bir durumda Irak’taki olası bağımsız devlet ile Suriye’deki federal yapının işbirliği yapmasının önünde engel olmadığı ortada. Iraklı Kürtlerin bugünkü bağımsızlık sürecine giden yolda önemli kilometre taşlarından biri ABD’nin iç savaş halindeki KDP ve KYB’yi ABD’de bir araya getirerek Vaşington Anlaşmasını imzalatması idi. Şu anda aralarında Sincar ve Suriye konusunda rekabet olduğu için bir araya gelmesinin mümkün olmadığı düşünülen KDP ve PKK’nın Kürt kamuoyunun baskısı ve Batı’nın yönlendirmesi gibi faktörlerle bir araya gelmesinin önünde hiçbir engel yok. Hatta yukarıda ifade edildiği üzere IKBY KDP’den ibaret değil. KYB ve hatta bir dereceye kadar Goran Hareketi Suriye’de YPG’yi sonuna kadar desteklediklerini açıklıyor, askeri ve ekonomik yardım sağlıyor. Türkiye’nin en hayati sorunu konusunda bu tarz bir yaklaşım karşısında Türkiye’nin fırsat temelli bir yaklaşım geliştirmesini beklemek gerçekçi değil.  
 
Domino etkisi...
 
Türkiye’nin Irak ve Suriye politikasının ana ilkelerinden biri toprak bütünlüğünün korunması. Bunun temelinde bölge ülkelerinin herhangi birinde yaşanacak bir sınır değişiminin domino etkisi yaratarak kendisine sirayet edebileceği kaygısının yattığı sır değil. Bu kaygıyı Irak, İran ve Suriye de paylaşıyor. Irak, İran ve Türkiye tam da bu nedenle ilişkilerinin en kötü olduğu bir ortamda dahi statükonun korunması temelinde bir araya gelebiliyor. Türkiye içinde bu algının yanlış olduğu ve Türkiye gibi büyük bir devletin bölünme korkusu ile hareket etmesinin doğru olmadığını savunan kesimler var. Bu yaklaşımın haklılık payı var. Tamamen bu kaygıya dayalı olarak bölgede bir politika takip etmenin Türkiye’ye zarar vereceği ortada. Ancak sınır değişimlerinin bölge ülkelerinin sınırlarını koruma çabalarını olumsuz etkilemeyeceği şeklinde bir düşünce de fazlaca iyimser. Hele ki bu kartı diğer bölge ülkelerine karşı kullanma potansiyeli olan bölgesel ve bölge dışı güçlerin varlığı söz konusu iken. Örneğin IKBY’nin bağımsızlık referandumuna tek destek veren ülke olan İsrail’in kafasında Kürt kartını ilerde İran gerekirse de Türkiye’ye karşı kullanılabilecek bir koz olarak görmediğini iddia etmek mümkün değil.
 
Türkiye’nin tepkisi
 
Bu yazı yazıldığı sırada referandumun düzenlenip düzenlenmeyeceği henüz kesinleşmemişti. Zira beklemediği düzeyde bir tepki ile karşılaşan ancak geri adım atamayan Mesut Barzani süreci bir pazarlığa dönüştürüp bazı kazanımlar elde ederek referandumu erteleyebileceğinin sinyallerini veriyor. Bu belirsizlik muhtemelen son güne kadar devam edecek. Barzani bazı kazanımlar elde edebilirse uzun zamandır milliyetçi duygular pompaladığı ve sokaklara döktüğü halka karşı “bakın kazanımlar elde ettik ve artık daha güçlü bir konumdayız” diyerek kendine bir çıkış sağlayacak. Bu düşük ihtimale karşın referandumun düzenlenmesi yüksek olasılık ve bu sonuç kısmında referandumun düzenlenmesi durumunda Türkiye’nin nasıl bir yaklaşım sergileyebileceği tartışılmaya çalışılacak.
İlk kısımda ifade edildiği üzere Türkiye’nin referanduma karşı duruşunu iç dengelerle açıklamaya çalışmak gerçekçi değil. Bu nedenle Türkiye IKBY’nin beklentisinin aksine somut olarak bir yaptırım paketini gündeme getirebilir. Türkiye en yetkili ağızlardan referanduma karşı olduğunu ve ısrarcı olunması durumunda “IKBY’nin bedel ödemek” durumunda kalacağını açıkladı. Sincar’daki PKK varlığı nedeniyle zaten yoğun askeri bir konuşlanmanın olduğu Silopi’de TSK askeri tatbikat başlatıldı. Askeri karşılık olabileceği mesajı veren bu adıma rağmen krizi tırmandırma sürecinin parçası olarak ilk aşamada ekonomik yaptırım araçları gündeme gelecektir. Bu yaptırımların IKBY üzerinde ciddi etkisi olacaktır. IKBY bir kara devleti ve alternatif çıkış noktaları Türkiye, İran, Irak ve Suriye. Irak ve Suriye alternatif olacak durumda değil. İran ve Türkiye’nin koordineli bir şekilde ekonomik yaptırım uygulaması zaten kriz yaşayan IKBY’nin ayakta durmasını zorlaştıracaktır. Ekonomik açıdan Türkiye’nin elinde İran’a göre daha fazla argümanın olduğu söylenebilir. Ancak Türkiye’nin ekonomik yaptırımların dışında zor kullanma seçeneğini de kullanması olası ve eğer bu gerçekleşirse muhtemelen İran ve Irak ile koordineli şekilde olacaktır. Kimse doğrudan IKBY’ye dönük bir kara harekatı ya da hava saldırısı beklemiyor. Ancak ilk kısımda ifade edildiği üzere Sincar’da ve hatta Peşmerge kontrolündeki yerlerde artan bir PKK varlığı söz konusu. Buraların havadan hedef alınması söz konusu olabilir. Askeri açıdan ise İran’ın elindeki araçlar daha fazla. İran çok rahat bir şekilde Irak ordusu üzerindeki etkisi ile ya da kendisine bağlı ya da üzerinde etkili olduğu Haşdi Şaabi güçleri vasıtası ile peşmergelere karşı güç kullanımına başvurabilir. Tam da bunu işaret edercesine Haşdi Şabi Komutanı Ebu Mehdi El Mühendis referandumun yaklaştığı bir ortamda büyük bir askeri konvoy ile birlikte Kerkük’e girdi. Yine aynı şekilde Irak ordusu da Kerkük’e bağlı Havice ilçesini DEAŞ’tan kurtarmak için operasyon başlattı. Irak ordusu ve İran böylece 2014’te tamamen çekilmek durumunda kaldığı Kerkük’e güneybatıdan girme imkanı elde edecek ve Kürtlere “Kerkük’te tek taraflı adım atamazsın” mesajını verecek. Türkiye’nin de Kerkük konusundaki hassasiyeti ortada. Özellikle Türkmenlere dönük bir tehdit söz konusu olursa Türkiye’nin güç kullanma seçeneğini daha hızlı bir şekilde gündeme getirmesi mümkün.