Türk Lirası neden değer kaybediyor?

Konuk yazar: Engin Kara - Prof.,Cardiff Üniversitesi karaengin@gmail.com

Türk Lirası, son dönemde en çok değer kaybeden para birimleri arasında. Türkiye gibi tarımdan sanayiye her sektörde yerli üretim ithal girdi payının çok yüksek olduğu bir ülkede, Türk Lirası’nın döviz karşısında bu denli değer kaybetmesi, ekonomik dengeleri değiştirecek güçte bir faktör. Girdi fiyatlarındaki artışın olumsuz sonuçlarından bir tanesi de ne yazık ki enflasyon sorununu geri döndürüyor oluşu.

Bu noktada akla gelen soru; TL’deki düşüşün ne kadar devam edeceği. Bu sorunun cevabı ise tabii ki, düşüşün nedenlerinde ve bu nedenlerin ne kadar kalıcı olup olmayacağında saklı.

Türk Lirası’nın döviz karşısındaki değer kaybının nedenlerini, iki başlık altında toplayabiliriz. Birinci neden, artan siyasi riskler ve buna bağlı olarak, ekonomiden sorumlu bakan Mehmet Şimşek’in özetlediği gibi, dünyada ‘Türkiye algısının’ bozulması. İkinci neden ise Türkiye ekonomisinin şu anda karşı karşıya olduğu kurumsal bazdaki yapısal sorunları.

OHAL, AB ve ABD ile ilişkilerde yaşanan sorunlar ve halen devam etmekte olan Reza Zarrab davası, söz konusu algının bozulmasına neden olan faktörlerden bazıları.

Türkiye’deki dolar arzının, aynı para birimine yönelik talebe oranla az olduğu bilinen bir gerçek. Buna bir de yatırımlarını koruma içgüdüsüyle hareket eden yatırımcıların, daha güvenli gördükleri dolara yönelmeleri nedeniyle artan talep eklenince, Amerikan Doları 4 TL seviyesine dayandı.

Siyasi risklerin kısa vadede azalması zor görünüyor. Devam eden Zarrab davasından çıkacak sonuç ve Türkiye’nin bu sonuca vereceği tepki, Türkiye-ABD ilişkilerinin daha da gerilmesine neden olursa, bu TL açısından hiç de iyi bir haber olmayacak. Öte yandan, 2019 yılında yapılacak seçimler, siyasi risklerin bir süre daha devam edeceğinin bir diğer önemli göstergesi. Çünkü yakın geçmiş pratiği, seçim öncesi dönemlerin Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkilerinin gerilmesine neden olan süreçlere dönüştüğünü deneyimlemiş durumda.

Türkiye ekonomisinin şu anda karşı karşıya olduğu kurumsal bazdaki yapısal sorunlar olarak tespit ettiğim ikinci nedene dönecek olursak, mevcut sistem içeresinde, ekonomi yönetiminde en önemli kurumlardan bir tanesi, şüphesiz Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’dır (TCMB). TCMB para politikasını belirlemek ve uygulamakla yükümlü olan bir kurum. Bu yükümlülüğünü yerine getirirken sahip olduğu tek argüman da faiz oranları. İngiltere’de, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Avrupa Birliği’nde ve dünyanın diğer birçok ülkesinde merkez bankaları, kanunla belirlenen makro ekonomi hedeflerini, faiz oranlarını değiştirerek tutturmaya çalışırlar. Ancak TCMB’nin bu politika aracı, karşı karşıya olduğu siyasi baskı sayesinde, neredeyse elinden alınmış durumda.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın faiz konusundaki görüşleri ortada; faizi, yüksek enflasyonun ve düşük yatırımların nedeni olarak görüyor, her ekonomik hal ve koşulda faizlerin düşmesi gerektiğine inanıyor. Ve bu siyasi duruş da, faizlerde psikolojik bir üst limit oluşmasına ve aslında kararlarını birçok makro ekonomik faktörleri dikkate alarak belirlemesi gereken TCMB’nin, etkinliğini önemli ölçüde azaltan bir yapısal soruna dönüşüyor. Oysa merkez bankalarına bağımsızlık verilmesinin ve bu bağımsızlığın yasalarla garanti altına alınmasının amacı, siyasetin para yönetimine bu tür müdahalelerini ortadan kaldırmak!

Bunların yanında bir de dünyada kabul gören teorik ve ampirik çalışmaların, iddia edilenin aksine, faiz artışının enflasyonu düşürdüğünü gösteriyor olması da Merkez Bankası’nın hem kendinin hem de uyguladığı politikaların kredibilitesi konusunda soru işaretlerine neden oluyor.

Eğer faizlerin düşürülmesi gerektiği konusundaki ısrarın arkasındaki neden, düşen faizle beraber yatırımların artacağı beklentisi ise, TCMB’nin gerçekleştirdiği bir çalışma, bu ısrarın amaca hizmet etmediğini ortaya koyuyor. TCMB’nin Kasım ayı enflasyon raporunda yayılan çalışmanın sonuçlarına göre Türkiye’de kredi arzını belirleyen en önemli neden, genel ekonomik görünüme dair belirsizlik. TCMB’nin elini kolunu bağlayan düşük faiz ısrarının yarattığı bu belirsizlik de, kredi arzını, yatırımları ve dolayısıyla da ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyecek olan bir faktör.

Bütün bunlar da haliyle ekonominin geleceğine ilişkin beklentileri olumsuz etkiliyor. Uzun vadeli borçlanma faizlerindeki artış da, bu durumu doğrular nitelikte. Ve Türk Lirası da ne yazık ki bu olumsuz gidişattan payına düşeni alıyor.

Makro ekonomik istikrarın tekrar sağlanabilmesi ve TL’nin döviz karşısındaki düşüşünün önlenmesi için mevcut ekonomik yapıya tekrar işlevsellik kazandırılması ve bu çerçevede, TCMB’nin tam bağımsızlığının iade edilmesi şart. Bunlar yapılmadığı ve siyasi riskler artarak devam ettiği sürece de, TCMB’nin son yaptığı küçük faiz artışından medet ummak, ölü gözünden yaş beklemeye benziyor.