TÜRK CEZA HUKUKUNDA

"KIŞKIRTICI AJAN – AJAN PROVOKATÖR" KAVRAMI

I. KAVRAMIN BELİRTİLMESİ

1. Terim: « Kışkırtıcı ajan » konusu doktrinde ve uygulamada

yeteri kadar aydınlanmış değildir. Bu incelemede « kışkırtıcı ajan »

deyimi zabıta mensubu olanlar için kullanılmış, özel nedenlerle

hareket edenler ise sadece « kışkırtıcı » olarak isimlendirilmiştir.

Kışkırtıcının polise mensup olması ( = kışkırtıcı ajan) ile

herhangi bir kimsenin ( = kışkırtıcı) olması yolundaki Manzini'nin

ayrımı bazılarınca (Maggiore) eleştirilmiş, ikisi arasında fark olmadığı

ileri sürülmüştür. Bizce esasta fark yoksa da ikisini ayıran

bazı özellikler bulunmaktadır: Zabıtanın sürekli olarak emrinde

çalışan ajan, zabıtaya münferit bir olayda hizmetini arzeden ajan.

Şöyle bir ayrıma rastlanmaktadır. Kışkırtıcının azmettiren veya

teşvik eden olduğu hallerde hareketi daima manevidir.

Eğer kışkırtıcı, kışkırtmakla kalmamış, suçun işlenmesine de

katılmış ise, tamamlanmış veya teşebbüs halinde kalmış suçun

maddî ortağı sayılacaktır.

2. Tarihçe: « Kışkırtıcı ajan » in kökeni olarak Fransa'da

mutlakiyet döneminde 17 ve 18. yüzyıldaki bazı uygulamalar gösterilir:

O devirde vatandaşların nasıl bir siyasî kanaate sahip olduklarını

araştırmakta Krallar « muhbiri sadık » lar kullanırlardı.

Kişilerin itimadını sağlayıp onlar hakkında rapor verenler bu suretle

Kralın itimadına mazhar oluyorlardı. Bundan sonra « Gizli Polis » örgütü kuruldu. Bu örgüt de muhbirlerin yaptığını

yapıyordu. Bu suretle gizli siyasî istihbarat « görev » haline

getirildi. Görev, Devletin güttüğü siyasete aykırı kanaat taşıyanları

tespit etmekti. Bu suretle Devlet memuru niteliğinde « kışkırtıcı

ajanlık » ortaya çıktı.

Bundan sonra totaliter rejim uygulamalarında « gizli polis » örgütlerine

rastlandı. Fakat demokrasilerde konu tartışmalıdır.

3. Tanım: Kışkırtıcıyı, Carrara oldukça geniş tanımlar: Kışkırtıcının

başkasını suç işlemeğe sevkederken maksadı, o suçun işlenmesinden

faydalanmak değildir, suçun mağduruna zarar vermek

de değildir. Suçun tamamlanması veya teşebbüs halinde kalması

suretiyle bundan bizzat failin ceza görmesi kışkırtıcının gayesidir.

Resmî makamların vadettiği ikramiyeyi almak, faili meşhut

suç halinde yakalatmak mallarının idaresini eline almak, tutukluluk

sırasında karısı ile ilişki kurmak, mirastan mahrumiyetini

sağlamak gibi nedenlerle kışkırtıcı faili suça sevketmiş olabilir.

Türk doktrininde kışkırtıcı « sırf kendisine bir menfaat sağlamak

maksadiyle bir kimseyi suç işlemeğe sevkettikten sonra onu

ele veren şahıs » olarak tanımlanmaktadır. Kışkırtıcı « sadece suçun

işlenmesinden doğrudan doğruya menfaat sağlamayı uman bir

kimse olarak anlaşılmamaktadır. Bununla beraber, kavramın tam

bir açıklığa kavuşmuş olduğu söylenemez. Kavrama genellikle

verilen anlam şudur: Tahrikçi, suçun işlenmesini istemekte, bir kimseyi

suç işlemeğe sevketmekteyse de bunun sebebi suçtan doğacak

zararlı veya tehlikeli neticeyi istemsi olmayıp, bizatihi suçun

dışında kalan, suça yabancı olan diğer bazı menfaatleri istemesinden

ibarettir ».

Kışkırtıcının gayesi, suçun diğer fail veya faillerinin gayesinden

ayrıdır. Fiilde birleşmişler, gayede ayrı kalmışlardır. Kışkırtıcının

gayesi faili yakalatmak, cezalandırılmasını sağlamaktır. Bunun

nedeni farklı olabilir. Suçluyu yakalatanlara ikramiye verilmesi

bahis konusu olan hallere rastlanır. Hapse girenin malları

üzerinde fiilî tasarruf sağlamak, eşini ele geçirmek gibi hallerde

görülmüştür. Bütün bu hallerde ortak özellik şudur: Kışkırtıcı

suçun işlenmesinde doğrudan doğruya bir fayda beklememektedir.

Kışkırtıcı « suçun işlenmesini istemekte, bir kimseyi suç işlemeğe

sevketmekte ise de, bunun sebebi suçtan doğacak zararlı ve

tehlikeli neticeyi istemsi olmayıp, bizatihi suçun dışında kalan,

suça yabancı olan diğer bazı menfaatleri istemesinden ibarettir ve

bu bakımdandır ki, tahrikçi (kışkırtıcı), azmettirenden ayrılmaktadır ».

4. Kışkırtmanın sınırı: Kışkırtıcının eylemi sonucunda meydana

gelen hareket nakıs teşebbüs - tam teşebbüs - tamamlanmış

suç safhalarından birinde yer almış olabilir. Bir kimsenin kışkırtıcı

sayılmasına bu safhaların etkisi varmıdır?

Bir anlayışa göre « kışkırtıcı ajan », Kanunun koruduğu hak veya

menfaatin zarar, (özellikle maddî zarar) görmediği olaylarda

(teşebbüs, sahte gizli vesikayı casusluk maksadı ile çalmağa azmettirme

gibi) nazara alınabilir. Sırf failin yakalanmasını, ceza

görmesini sağlamak için ceza kuralının koruduğu hakkın feda edilmesi

mümkün değildir.

Bu anlayışı özellikle Florian şöylece savunmuştur: Bir kimseyi

adalete teslim etmek, suç üstü yakalatmak için suça sürükleyen

ve bunu ister görev gereği, ister menfaat için yapan, diğer bir

deyimle bunu, suçun işlenmesinde kendi hesabına bir menfaat ve

sebep bulunmadan yapan kişi « kışkırtıcı ajan » dır. Şu şartla ki

fiil sonuca varmasın veya suçun konusu hak (hukukî menfaat) zarar

görmüş veya tehlikeye maruz kalmış olmasın.

O halde bir sınırdan ötede kışkırtıcı ajan, suçun faillerinden

biri haline gelir, « emri yerine getirme mazereti » (TCK. 49/1), emir gayri kanunî olduğundan, etkisiz kalır.

Bir anlayışa göre kışkırtıcının özelliği maddî fiilin sadece teşebbüs

halinde kalmasını istemiş olmasındandır. Böyle düşünenler,

kışkırtıcının failin suçu tekemmül ettirmek istemiş olması halinde

özelliğini yitirmiş olduğunu kabul ederler. Maddî failin teşebbüs

halinde iken durdurulacağı inancı ile hareket eden

kışkırtıcının bu isteğinin aksine zabıtanın müdahalesinin gecikmesi nedeni

ile suç tamamlanmış olursa kışkırtıcının durumu ne olacaktır?

Failde suç kastını uyandırmış olanın bu ihtimali hiç düşünmemiş

olduğu iddia edilemez. O halde bu ihtimal de kasta dahildir.

Fakat bu halde kışkırtıcı için kasıtlı değil, taksirli sorumluluğu

kabul edenler vardır. Bununla beraber her suçun taksirli şeklinin

olmadığı unutulmamalıdır. Haksız olarak yakalatmak istediği kişinin,

kışkırtıcının verdiği işaret üzerine zabıtanın zamanında müdahale

etmiş olmasına rağmen çaldığı eşya ile, zabıtanın elinden

kaçabildiğim farz edelim. Suç ağırlaşırsa tereddütler artacaktır.

Örneğin, kışkırtıcının adam öldürmeğe azmettirdiği kimseyi teşebbüs

halinde yakalatacağı ümidiyle zabıtaya ihbar ettiğini ve her

hangi bir sebeple suçun önlenmesinin mümkün olmadığını düşünelim.

Kışkırtanın « taksirle ölüme sebebiyet » ten cezalandırılması

haklımıdır? « Teşebbüsün de cezalandırılan bir fiil

olduğu, şeriklerden bazılarının kasden, bazılarının ise taksirle mesul

tutulmalarının iştirakteki birliği parçaladığı, tahrikçinin (kışkırtıcının)

durumu, içinden neleri isteyip istemediğine göre değil, fakat

suça sevkettiği şahsa neler yaptırmış oldup olmadığına nazaran

tayin etmek gerektiği » anlayışında daha fazla isabet vardır.

Kışkırtıcı, bu nitelikte kalması için failin teşebbüsten hatta

nakıs teşebbüsten öteye gitmesini istemiş olması lâzımdır. Fakat

şöyle düşünmekte gereklidir. Kışkırtma sonucu maddî failin kasdı

suçu tamamlamaktır. Kışkırtıcı ise teşebbüsten ötesini

istememektedir. O halde « kışkırtıcının maddi failin teşebbüs sınırını aşamaması »

için gereğini evvelden hazırlamış olması lâzım gelir. Böyle

olunca sınırın aşılmış olduğu hallerde kışkırtıcının, suça ortak

olmadığını saptamak mümkün değildir. O halde ihtiyarı ile vazgeçme

(veya bazı suçlarda faal neadmet) kavramları ile ahenk bozulmamalıdır.

Kışkırtıcının, suçun tekemmülünü istemiş ve suçun

tamamlanmasından sonra tazmini düşünmüş, hatta sağlamış olsa

dahi sadece kışkırtıcı sayılması imkânsızlaşmıştır.

Kışkırtıcı ile zabıta kuvvetinin ortaklığının (!) bir sınırdan öteye

gitmemesi önerilir, çünkü ötesinde kirlilik başlar. Bu anlayış

kışkırtıcı ajan'ın « teşebbüs » ten ötede görev almamasını

istemekle haklıdır.

Bununla beraber kışkırtıcı ajanın fiil « teşebbüs » alanına girdikten

sonra müdahalesi halinde biraz farklı düşünmek gerekecektir.

Bir neticenin meydana gelmesine ihtiyaç göstermeyen suçlarda (şeklî

suçlarda) kışkırtıcı ajanın daha ileri gidebileceği ileri sürülmektedir.

II. SORUMLULUK

Kışkırtıcı ajan'ın sorumluluğu oldukça tartışmalıdır. Bazıları

herhangi bir ortak gibi « ceza  sorumlulukları » nın

bulunduğu kanısındadır. Sorumsuz olduklarını ileri sürenler de

vardır, fakat bunun nedeninde anlaşma yoktur.

Kışkırtıcı ajan'ın sorumluluğunu şöyle bir ayırımla açıklayanlar

da vardır: Bir kimsenin belli bir suç (örneğin kaçak eşya sattığı)

ihbar edilmiş, zabıta bunun doğru olup olmadığını araştırmak

için bir mensubunu alıcı gibi kullanmış ise sorumsuzluk esastır.

« Bir kadın polis çocuk düşürdüğü ihbar edilen doktora müracaatla

çocuğunun alınmasını talep etmiş veya vergi kaçırmak maksadı

ile sahte fatura verdiğinden şüphe edilen bir şahsa hüviyetlerini

gizleyerek başvuran hesap uzmanları veya maliye müfettişleri

karşılıksız fatura verilmesini sağlamışlarsa, vazifenin ifası

mevcuttur, fiil hukuka uygundur ve bu sebeple tahrikçi cezalandırılamaz

böyle olmayıpta zabıta memuru faraza ikramiye almak

veya terfi etmek maksadiyle, herhangi bir suç işlediğinden şüphe

dahi edilmeyen bir kimseyi suç işlemeğe teşvik etmiş ve sonra

da yakalamış veya yakalatmışsa hareketinde hukuka uygunluk sebebi

yoktur ve azmettiren sıfatı ile cezalandırılması icap eder ».

A. Sorumsuzluğu kabul eden düşünceler

Kışkırtıcının (ve kışkırtıcı ajan'ın) sorumsuzluğunu kabul

edenlerin ileri sürdükleri neden birbirinden farklıdır. Bunlar aşağıda

gruplaştırılmıştır :

1. İşlenmez suç: Böyle düşünenlere göre kışkırtıcının işlettiği

suç gerçek bir suç değildir.

Eğer kışkırtıcı daha evvel emniyet makamları ile anlaşmış ve

faili suç üstü yakalamak kararlaştırılmış ise durum

« işlenemez suç » açısından incelenmek gerekir. Çünkü zabıtanın görevi

bir suçun işlenmesi olanağını hazırlamak değil suçu önlemektir.

Manzini'nin dediği gibi böyle hallerde kışkırtıcılar suça eğilimli

kişilerdir, fakat gerçekten bir suç işlenmiş değildir.

Fiore « aynı sebeple, askeriyeye ait bir depodan mal çalıp bunu tahrikçi

ajanlardan birinin gösterdiği bir binaya götürdükten sonra, orayı göz altında bulunduran ve kuşatmış bulunan polisler tarafından yakalanan faillerin hırsızlıktan mahkûmiyetine karar verilmiş olmasını tenkit etmekte ve bu olayda bir hırsızlığın değil, bir komedyanın mevcut olduğunu söylemektedir.

Yazara göre gerçi, şey alınmış, mal edinilmiştir, ancak hırsızlığın temel

unsuru olan (zilyetliğin kaybı) vuku bulmamıştır. Çünkü, malın sahibi

olan idare, başlangıçtan itibaren heran, kendisinden alınanı istirdat etmek

imkânına sahiptir. Bu sebeple, zararlı muhtevası bulunmayan bir şeklî tamamlama söz konusu olur ve yapılan fiil, ceza hukuku açısından önem taşımaz ».

Kendisine rüşvet verilmesine bir kimseyi ikna ederek o kimseyi

suç üstü yakalatan memurun gayretkeşliği ikna edilen için

« işlenmez suç » tur.

Kışkırtıcının iştiraki olmaksızın suçun işlenmesinin imkânsız

olması halinde diğer faillerin suç işlemiş sayılmamaları lâzımdır.

Birden ziyade failli suçlarda ve zarurî fer'î faillikte ortağın,

kışkırtıcı olması « işlenmez suç » a vücut verir. « Zaruri

iştirak » hallerinde, « kışkırtıcı ajan »'ın fiili açısından « işlenmez

suç » üzerinde durulmalıdır. İki kişinin iştiraki olmaksızın işlenmesi

imkânsız suçlarda (örneğin boşanabilmek için kocanın

menfaat vadi ile azmettirdiği maddî failin karı ile zina halinde yakalanmalarında)

azmettirilenin kışkırtılmış fail kabulü halinde

karı açısından suçun işlenmezliği üzerinde durulabilir. Belli adette kişilerin

iştiraki zaruri suçlarda (örneğin TCK. nun 313. maddesinde

yer alan, asgari beş kişinin katılmasını şart koşan « suç için cemiyet

teşkili » suçunun tamamlanması maksadı ile bir ajanın beşinci

olarak anlaşmaya katılması halinde) suçun işlenmemiş olmasını

kabul etmek lâzımdır.

Kanunen zarurî iştirakin ( = ancak birden fazla kişinin iştiraki

ile işlenmesi mümkün suçların) dışında olayın özelliğinden

gelen zaruretin bahis konusu olduğu hallerde (örneğin kokain imalini

bilmeyen bir kimseyi suçlu olarak yakalayabilmek için birlikte

imal etmeğe, kokain imalini bilen bir şahsı zabıtanın kışkırtıcı

ajan olarak kullanması) fiilî açıdan işlenmezlik kabul edilmelidir.

2. Kasıt: Genellikle kışkırtıcının sorumluluğu suçun sübjektif

(manevî) unsurunun yokluğu ile açıklanmak istenir. Bu anlayışta

olanları bir kaç gurupta toplamak kabildir. Bazılarına göre

kışkırtıcıda « suç kastı » yoktur. Diğerlerine göre kışkırtıcı

kendisi suç işlemek istememektedir, maksadı başkasının suç

işlemesidir.

Kanunumuzun sisteminde saik (niyet, maksat) cezaya etikli sebep veya

özel kast olarak - kanunun açıkça gösterdiği hallerde - nazara alınmıştır.

Fakat « genel kasdı » kaldırıcı etkisi kabul olunmamıştır. Suç kasdı olmadığı

için kışkırtıcının sorumluluğunu kabul etmek kasıt ile saiki karıştırmak

demektir. Kışkırtıcının, failin işleyeceği fiilin neticelerini bildiği ve

istediği açıktır.

Kışkırtıcının sorumluluğunu kaldıran « niyet » i ( = maksadı)

nedir? Kışkırtıcının niyeti ahlâkî, ahlâka aykırı, ahlâkla ilgisiz,

sosyal, antisosyal, kişisel, toplumsal olabilir. Niyet ve kasıt

ayrı kavramlardır. O halde « niyet »in « kasıt »ı kaldırmadığı kabul

edildiğine göre kışkırtıcının sorumsuzluğunu niyeti ile izah edebilir

miyiz? Niyetin sadece faili cezalandırılmasını istemekten ileri

gitmemesi, kendisi için suçtan bir fayda beklememiş olması yeterli

midir?

Kışkırtıcının bir suçluyu adalete teslim niyeti ile hareket etmiş

olması sosyal bir duygu sayılabilir. Fakat bu hal pek enderdir.

Çoğunlukla rastlanan intikam, çıkarcılık ve benzeri kötüniyet

lerdir. Kışkırtıcı (resmî) ajan ise ikramiye, meslekte ilerleme gibi

saiklerle hareket ettiği pek çok olayda açıkça bellidir.

3. Görev: Bir anlayışa göre kışkırtıcı ajan (zabıtaya mensup

ajan) görevin veya emrin yerine getirilmesi maksadiyle hareket

etmiş ise « Hukukî uygunluk » içindedir.

Fransız mahkeme içtihadına göre bir resmî görevli tarafından

tahrik edilmek suretiyle (özellikle gayrimeşru fiyat artışı suçlarında)

işlenen suçlarda tahrik, suçu işleyenin sorumluluğunu

kaldırmaz. Failin iradesindeki suçluluk sabittir. Tahrik onun üzerinde

serbestçe karar verebilmek serbestisini kaldırmış değildir.

Fakat sonuç almak için zabıta memurları, manevî cebre varan

tertiplere başvurmuş iseler durum değişir.

Bu içtihat kışkırtıcı ajan'ın tertiplerinin yoğunluğuna göre

failin sorumluluğunu tayin ölçüsünü benimsememiştir. Bu içtihat

Fransız doktrininde şöylece yerilmektedir: Bir kimseyi suça kışkırtmak

ile manevî cebir ayrı kavramlardır.

İtalyan doktrininde kışkırtıcı ajanın sorumluluğu ceza kanununda

(m. 51) açıkça görevi yerine getirmenin bir mazeret sebebi

usul kanununda da (m. 219) suç delillerini toplamak, suçluyu aramak

hallerinin zabıtanın vazifesi olarak gösterilmiş olmasıdır. Fakat

bu anlayış şöylece tenkit olunmaktadır: Zabıta memurunun

satılması yasak bir malı çok yüksek bir bedelle satın alacağını bildirmek

suretiyle faili azmettirmiş ve bunu kendisinin ikramiye alması

için yapmış olduğu anlaşılmış olsa görevini yerine getirmiş

olmasından söz edilebilir mi?

Şu yolda bir öneriye de rastlanmaktadır: Eğer kışkırtıcı ajan

mevcut olmayan suç kararını failde uyandırmış (= azmettirme)

veya suç kararını kuvvetlendirmiş (= teşvik, kararı takviye) veyahut

suça her hangi bir şekilde maddi iştirak halinde katılmış

ise görev mazeretinden faydlanamaz. Fakat bunlar dışında suçu

zaten işleyecek olanların sırf yakalanabilmeleri için bazı tertiplere

başvurmuş ise görev halinde sayılmalıdır.

Bu ayrımın gereksiz olduğunu sanıyoruz. Zira iştirak anlamına

gelmeyen hareketlerde suçluluk yoktur ki mazeret sebebine ihtiyaç

duyalım.

Görevi ifa mazereti « kışkırtıcı ajan » bakımından düşünülebilirse

de bunun dışındaki kışkırtıcı için durum aynı değildir. Her ne

kadar fertlerinde, memur gibi yetkili sayıldığı haller varsa da (meşhut

suç halinde fertlerin yakalama yetkisi gibi) yakalatmak için

kışkırtmağı meşru sayan bir kural yoktur.

Bir olayda sanığın « suç konusu bildiriyi dağıtanlar arasında

suç faillerini kesin delillerle ortaya çıkarmak amacı ile emniyetçe

verilen görevi icabı katıldığı yolundaki savunması Emniyet Genel

Müdürlüğünün yazıları ile doğrulanmış bulunduğundan sanığın

müsnet suçtan beraatına » karar verilmiştir.

Görülüyor ki bu kararda kışkırtıcı ajan fiilin maddi unsuruna

katıldığı halde « görev mazereti » nedeni ile sorumsuz

sayılmıştır. Sorumsuzluk görev mazereti ile izah edilemez, zira zabıtanın

görevi suç işletmek, suça katılmak değildir. Zabıta katılmasaydı

da suç işlenecekti, düşüncesi isabetli değildir, ortaklıkta

her hareketin sonuçta nedensellik payı vardır. Amaç, aracı meşru

kılar, düşüncesi ceza hukukunda da geçerli değildir. « Yetkili

makam emrini icra » mazereti de geçerli değildir. Zira

suça katılma niteliğindeki emir meşru bir emir sayılamaz. Bu konu

« emir mazereti » (TCK. 49/1) nin genel koşullarına göre çözümlenmelidir.

4. Mazaret sebebinde hata: Kışkırtıcının sorumsuzluğunu

izaha çalışan düşüncelerden biri de şudur: Kışkırtıcı bir mazeret

sebebinin bulunduğu zannındadır, diğer bir deyimle « mazeret

hali hakkında hata » sı kasdını kaldırır. Böyle düşünenlere

göre kışkırtıcı( zabıtanın, suçları meydana çıkarmak, suçluları

yakalamak için ajan kullanabileceği hakkında bir kanaata sahip

ise bu « hata » sı mazur görülebilecektir. Dolayısıyla kasdı kaldıran

bir hata bahis konusudur. Kuşkusuz bu hatanın mazur görülüp

görülemeyeceği, olayına göre takdir edilmelidir.

5. Hak sahibinin rızası: Bir başka anlayışa göre kışkırtıcının

sorumsuzluğu suçun konusu üzerinde « hak sahibinin rızası »

nın sorumluluğu kaldırıcı etkisinden ileri gelmektedir. Faili hırsız

diye yakalatmak için başkasının malı imiş gibi gösterdiği kendi

malının alınmasına rıza göstererek tertipler hazırlayanın durumunda

bu nitelik vardır. Suç üstü yakalatarak şikâyetten menfaat

karşılığı vazgeçmek maksadı ile kadının kocası ile anlaşarak üçüncü

kişiyi zinaya azmettirmesinde de aynı şekilde düşünülebilir.

Her nekadar suç konusu hakkın sahibinin ricası bazı olaylarda

sorumsuzluğu açıklayabilirse de olayların çoğunda, özellikle

« kışkırtıcı ajan » lıkda etkisiz kalmaktadır.

6. Meşru müdafaa: Yalnız siyasî veya askerî casusluk hallerinde

« kışkırtıcı ajanlık » ın cezasızlık sebebinden faideleneceği,

fakat bunun « görevi yerine getirme mazereti » nden değil, « meşru

müdafaa » mazeretinden ileri geldiği, bu halde dahi meşru müdafaa

koşullarının aranması gerektiği fikrinde olanlar vardır.

B. Sorumluluğu kabul eden düşünceler

Kışkırtıcının ve kışkırtıcı ajanın sorumsuzluğunu benimseyen

düşünceleri isabetli bulmamaktayız:

Her ne kadar suç işlendiği ihbar edilen veya sair sebeplerle suç

işlendiği öğrenilen kimseyi suç üstü yakalamak için hazırlanacak

zabıta tedbirinin hukuka uygun veya aykırı olduğunu « ihbar »

veya benzeri koşullara bağlamak önerilmekte ise de bunlarda kesinlik

yoktur. İleride işlenecek suçları önlemek için suç işletmenin

zabıtanın görevinde sayılması mümkün değildir. Zabıta her araştırmayı

yapabilirler, fakat suç tertiplerine alet olamaz. Uygulamada

kolaylık sağlanacak biçimsel koşullar (örneğin ihbarın mevcut

olması) ile yetinmek vatandaşın zabıtadan beklediği güvenceyi

yok eder. Karanlık, kirli tertiplerin dışında kalması, topluma bu

inancı vermesi iledir ki, zabıta güven kazanır ve suçları önlemekte

daha faydalı olur.

Zabıtanın suçlu sandığı kimsenin - hatta bu kimse gerçekten

suçlu olsa dahi - cezalandırılması, bu suretle ilerde başka suçları

işlemesine engel olunması maksadiyle dahi suç işlemeğe azmettirmeğe,

tahrik, teşvik etmeğe, özellikle suçun maddî unsuruna katılmağa

yeterli olduğuna ilişkin hiç bir kural mevcut değildir.

Bu nedenle zabıta bu tür işlemleri ne kendisi yapabilir, ne de

kışkırtıcı kullanabilir. Yaparsa sorumludur.

Bu nedenle TBB' nin şu önerisinde isabet vardır:

« Zabıtanın (kışkırtıcı ajan) kullanmasının (görevde

başarı) sayılmayacağı ortaya konulmalıdır. Fakat bu çaba (Adlî

Zabıta) (idare) den ayrılmadıkça sonuç vermeyecektir « Ajan »

kullanılmak resmî işlem dürüstlüğü ile bağdaşmaz. Adlî Zabıta işlemleri

kanunla saptanmalı, bu yola gidilmesi yasaklanmalı, fakat

bu yapılırken (kışkırtıcı ajan) kavramının kanuni tarifi de getirilmelidir ».

« Suç ile mücadelenin suç işleyerek yapılması saçmadır ». « Zabıta ahlâka

aykırı vasıtalar kullanamaz ».

Eğer Ceza Kanununda suçları meydana çıkarmak için yapılacak

tertiplerin cezayı gerektirmeyeceği hakkında bir mazeret sebebi

bulunsa idi, ancak o zaman kışkırtıcının sorumsuzluğu sonucuna

varılabilirdi. Böyle bir mazeret sebebinin kabulüne ise

« Hukuk Devleti » ve « Hukukun Üstünlüğü » ilkesine

bağlı « Demokrasiler de » imkân yoktur.

TÜRK CEZA HUKUKU PROFESÖRÜ

SAYIN PROF. DR. FARUK EREM’E SAYGI VE MİNNETLE...

Avukat Ersen UYAR

KAYNAKÇA

Maggiore, (G.), Principi di diritto penale (Bologna, 1937), s. 481.

bk. Salama (M.), L'agente provocatore (Milano, 1965), s. 7.

Manzini (V.), Trattato di diritto penale Italiano, II (Torino, 1926) n. 474;

kşz. Malinverni (A.), Agente provocatore (Novissimo Digesto Italiano,

Torino, 1957), s. 396; Maggiore, s. 480.

bk. Enciclopedia del diritto, I, s. 864; bk. Malinverni, s. 367.

bk. Malinverni, s. 397.

«Carrara (F.), Programına... II, (1882) § 1594, s. 477, nt. 1; kşz. Maggiore

(G.), Principi di diritto penale (Bologna, 1937), s. 463; bk. Malinverni

(A.), Agente provocatore (Novissimo Digesta Italiano, I, Torino, 1957),

s. 397.

Prof. Dr. Faruk EREM

Dönmezer (S.) - Erman (S.), Nazarî ve Tatbiki Ceza Hukuku, Umumi

kısım, II, İstanbul, 1966, n. 1253.

Alacakaptan (U.), İşlenemez Suç, n. 70.

Fiore (C), îl reato impossibile (Napoli, 1959), s. 126; Aalacakaptan (darı

naklen), s. 105.

»bk. Alacakaptan, n. 74; Malinverni, s. 397.

bk. Manzini, II, s. 323, nt. 1; kşz. Enciclopedia del diritto, I, s. 866.

Prof. Dr. Faruk EREM

bk. Manzini (V.), Trattato di diritto penale îtaliano, II (Torino, 1926),

n. 474; kşz. Malinverni, s. 397.

Dönmezer-Erman, II, n. 1253, bk. Malinverni, s. 397.

Prof. Dr. Faruk EREM

Florian, Parte generale del diritto penale, II (1934), s. 710; bk. Salama,

s. 11.

Salama, s. 96; bk. Manzini, II, n. 474, s. 322, nt. 1; kşz. Hippel (R.),

Manuale di diritto penale (Napoli, 1936, s. 232).

Prof. Dr. Faruk EREM

Dönmezer-Erman, II, n. 1256/b.

kşz. Salama, s. 75.

Prof. Dr. Faruk EREM

bk. Salama, s. 66; kşz. Maggiore, s. 480; kşz. Antolisei (F.), Manuale di

diritto penale, Parte generale, (Milano, 1960), s. 407; bk. Malinverni, s. 397. 16 Dönmezer-Erman, II, n. 1257/c.

bk. Manzini, Reato impossibile (Archivito penale, 1954, s. 31 (Saloma'dan

naklen, s. 26, nt. 7; Manzini, II, n. 474; Alacakaptan, n. 73; Panain (Manuale...),

n. 236, b.

Malinverni, s. 398.

Toulouse ceza mahkemesinin 13 Mart 1942 tarihli kararı, bk. Salama, s.

nt. 2.

bk. Antolisei, s. 407.

bk. Salama, s. 79; kşz. Maliverni, s. 399.

Ankara Birinci Ağır Ceza Mahkemesi: 22.6.1973, esas: 1969/134, Karar

1973/20, kşz. CGK: 14.4.1973, bk. Velidedeoğlu (H.V.), Kışkırtıcı ajan sorunu,

Cumhuriyet 7.4.1974, CGK (1968): «Polis ajanı olduğu sonradan anlaşılan

sanık (...) tarafından oraya konulduğu bildirilen pankartların

delil olarak kabul edilmesi suretiyle hükümlülüğe karar verilmesi yasaya

aykırıdır».

bk. Matizini, II, n. 474; Salama, s. 77, nt. 28.

"kşz. Antolisei, s. 408.

bk. İtalyan CK.; Salama, s. 82; Maggiore, s. 480; Malînverni, s. 398.

Malinverni, s. 399.

Malinverni, s. 399; bk. Carrara, II, § 1594; kşz. Logoz (P.), Commentaire

du code penal suisse, Parte special, II, s. 559.

Adlî Zabıtanın idarî zabıtadan ayrılması hakkında TBB Yönetim Kurulu

raporu (Ankara 1974), s. 17; bk. Giuliano (M.), Le Conclusioni dellincialesta

sui metodi e sugli abusi della polizia giudiziaria (Rivista Penale,

1954), s. 363.

Manzini, II, n. 474, bk. Battiol (G.), Diritto penale (Palermo, 1962), s. 469;

Pannain (B.), Manuale di diritto penale, parte generale (Roma 1942), n.

335; bk. Dalloz, 1946, s. 210.

Antolisei, s. 407.