24 Nisan 2024 Çarşamba
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Tuna’dan Tisza’ya ‘Maç’aristan

Cem Zeren

Cem Zeren

Gazete Yazarı

A+ A-

“Hoşça kal. Belki yine gelirim. Belki ömür vefa etmez. Ama bilirim, gün olacak, bilirim, senden bize, bizden sana misafirler gidilip gelinecek, bir bahçeden bir bahçeye geçer gibi.” diye yazmış 1954 yazı Macaristan’dan ayrılırken, Nazım! Bir ömür yıl sonra; geçtiğimiz hafta, bir bahçeden bir bahçeye geçer gibi gittim Budapeşte’ye. İki belediye takımı, İstanbul BŞB ve Sakarya BŞB’nin elenmesinden sonra FIBA Avrupa Kupası 2. tur gruplarında ülkemizi temsil eden tek takım Karşıyaka kalmıştı. 2. tur grubunda Karşıyaka’nın ilk rakibi Macar Szolnak idi. Karşıyaka’nın peşinde Nazım’ı haklı çıkardım.
Macaristan deyince aklıma, belki de izlediğim en etkileyici spor filmi Zoltan Fabri’nin 1961 yapımı “Cehennemde İki Devre”si gelir. Filmde, Hitler’in doğum gününde bir toplama kampında Almanlarla futbol maçı yapmaya zorlanan komünist ve Yahudi Macar tutsakların maça hazırlanışı ve maçı anlatılır. 20 yıl sonra; İngiliz ve Amerikalılar, ünlü isimlerle filmin sonunu “Hollywood”laştırarak renkli taklidini çektiler. Fabri halkının yaşadığı acıları sonsuza dek onurlandırırken, John Huston Macar takımını uluslararası hale getirip yaşanan acıları sahte bir son ile pazarlıyordu. Son yıllarda Macar sinemasının en büyük eseri ise 2016’da Oscar, Golden Globe ve BAFTA dahil 60 ödül alan Laszlo Nemes’in “Saul’un Oğlu” filmi: Auschwitz’de gaz odalarında öldürülen cesetleri yakmakla görevlendirilen bir Yahudi tutsağın oğlu sandığı cesedi yakmak yerine dinine uygun gömme çabasının anlatıldığı bir film. Aklımdaki iki Macar filmi de yaşanan acıların puslu sahnelerinden oluşuyor. Geçirdiğim bir hafta boyunca havanın sisi savaş yıllarından hatıraydı sanki. “Merhaba Macar toprağı, esir toprağından selam getirdim sana. Senin de geçmiş başından, bilirsin esirliğin ne demek olduğunu. İnsanın toprağına nasıl çirkin görünüp insana toprağın nasıl dar geldiğini. Sözün ağızda, bakışın gözde donup kaldığını.” Değişen dünyamızda yüzleri hüzün dolmuş Macarlara Nazım’dan daha mağrur selamımı ilettim. 1999’da NATO’ya 2004’te AB’ye üye olmuş Macaristan’da kendine ait bir para birimi Forint bir de ders almadığı acı dolu işgal yılları kalmış, Türkiye NATO’yla karşı karşıyayken.
Selanik’te ilk gittiğim yer Mustafa Kemal’in eviydi. Budapeşte’ye iner inmez, benzerini yaptım. İlk gittiğim yer Buda’daki Mustafa Kemal heykeli oldu. “Anadolu ovalarındaki gibi tıpkı Macar ovasında akşam oluyor.” Sadece Anadolu’ya değil, Macaristan’a da antiemperyalist duruşuyla yol gösteriyordu sanki, Macaristan’da heykelini gördüğüm tek yabancı önder.
Macar sokaklarını gezerken hava ne kadar soğuk olursa olsun, spor yapan insanları gördüm. Çevrem koşanlarla dolu, sekseninde bir kadın bisikleti ile yanımdan geçiyor. Her yerde spor tesisi var. Tuna’nın üzerindeki küçücük Magrit Adası’na adımımı bastığımda solumda akşamları da aydınlatılan çevresinde insanların koşabildiği atletizm pisti bulunan bir futbol stadı var. Bizde ise futbol statlarının çevresindeki pistler kaldırılıyor, spor tesislerimiz halka kapatılıyor. Atatürk’ün 1925 ve 1926’da ziyaret edip spor yapanlara hayran kaldığı, o yıllardan beri halkın spor yaptığı ve çevresindeki pistte benim de defalarca koştuğum Karşıyaka Stadı; şehri ve ülkeyi yönetenlerin utanç anıtı olarak yıllardır virane halde duruyor. Karşıyakalıların viraneye çevrilen statlarına alternatif olarak koşmaya çalıştıkları sahil şeridi de demir levhalarla halka kapalı. Budapeşte’de Tuna’nın üzerindeki Magrit Adası boyunca koşu yolları var, Szolnak’ta Tisza nehri çevresi statlarıyla, salonlarıyla, havuzlarıyla spor tesisi dolu; nehir kenarında ise koşu yolları var. Avrupa Birliği’nin fakir ülkelerinden olsa da, yaşamlarından Macaristan’ın neden Olimpiyatların gelmiş geçmiş en başarılı sekiz ülkesinden biri olduğunu anlıyorum. “Bizim ovalarda çocuklar aç, gelinler yirmi yaşında kocakarı, bizim ovalarda öküzlerin boyu bir karış. Bizim ovalar Macar ovası değil.”
Tarihi yapılarıyla bir aristokrasi, yaşam alanlarıyla bir burjuva şehri görünümündeki Budapeşte’den trenle maçın oynanacağı Szolnak’a vardığımda gördüğüm işçi heykeli şehirle ilgili ipucunu veriyordu: “Burda işçilerin, köylülerin, aydınların çocukları, halkın yani, yani sahici insanların, yani Macaristan’ı Macaristan yapanların”
Maç sabahı Karşıyaka’nın antrenmanını izlemek için salona gittim. Salon çok küçüktü, takımın morali ise yüksekti. Maç saati tribünde Karşıyaka’yı desteklemek için Türkiye’den, Romanya’dan ve Almanya’dan gelen 3 aile vardık. Yeşil kırmızı atkılarıyla bir Macar çift geldi, tam maç başlarken yanımıza. İzmir’e gelmişler, Karşıyaka’yı görmüşler, Karşıyaka taraftarı olmuşlar. Macaristan’daki bu destek KSK’nin sandığımızdan çok daha etkileyici bir güç olduğunu gösteriyordu. Bu gücü zorlu mücadelelere düşük bütçeyle sokmak ne İzmir’in ne de Türk sporunun yöneticilerine yakışmıyor. Berk ve Gailius sakatlıkları nedeniyle kadroda yoktu, maçın başında Walker da sakatlandı. Kazanmak zordu. Maç başa baş geçti, hep gerideydik. Son 4 dakikada, FIBA’nın Youtube’taki maç yayını kesilmiş. Karşıyaka’dan birçok ileti geldi “Maç ne oldu?” diye. “Çocukken postacı olmak isterdim. Muradıma Macaristan’da erdim, ellisinde. Çantamda bahar. Çantamda Tuna’nın parıltısıyla, kuş cıvıltısıyla, taze çimen kokusuyla dolu mektuplar” Yanıtladım hepsini “74-70 kazandık” diye. Bir sene önce; aynı kupada aynı turda Özhan Çıvgın, Büyükçekmece ile Macaristan’da hem Egis Körmend’e hem Alba Fehervar’a yeniliyordu. Karşıyaka ile bu şanssızlık da kırıldı. Maçtan sonra takımın menajeri Selim Çınar, çalıştırıcıları Özhan Çıvgın ve İnanç Koç otelde bizi ağırladı. Galibiyeti birlikte kutladık.
Budapeşte’den ayrılırken herhalde maçtan olacak havada çıvgın vardı. Sadece âşıklara mavi gözüken Tuna mavi mavi akıyordu. Dalgaları bir Çigan müziğinin yaylılarıydı, sanki. Gözlerimle duyduğum bu ezgi kıpır kıpır yapıyordu insanı, tutamadım kendimi bağırdım tüm gücümle Tuna kenarında “Kaf Sin Kaf” diye...
“Hoşça kal, lâyık olmadığım kadar ağırladın beni. Hoşça kal, başaklarına tane, hayvanlarına besi, çeliğine kuvvet, insanlarına bahtiyarlık dilerim.”

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları