Orta gelir tuzağındaki 12. senemizi de tamamladık!

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Pazartesi açıklanan milli gelir rakamları tamamen beklentiler dahilinde geldi. Ancak ekonominin son çeyrekte yüzde 3 oranında küçülmüş olması, beklentiler dahilinde olsa da, pek sevinilecek bir haber değil. Özellikle mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış zincirlenmiş GSYH hacim endeksinin 2018’in 4 çeyreğindeki artış oranları ekonomideki daralmanın salt son çeyreğe özgü olmadığını, aslında tüm sene artarak devam ettiğini göstermekte. (Çeyrekler itibariyle bu endeksteki artış oranları 0.9, 0.0, -1.6 ve -2.4)

Geçen sene kişi başı milli gelirimiz ise 9,632 dolar olarak gerçekleşti. TUİK’in bu rakamı hesaplarken kullandığı ortalama kurun TCMB’nin kurlarından yüzde 2 kadar düşük olması, bazılarının TUİK’in dolar bazında milli gelir rakamlarını şişirdiği iddialarına yol açtıysa da, yaptığı açıklamayla TUİK bunun neden böyle olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Zaten mesele de milli gelirin birkaç yüz dolar eksik veya fazla hesaplanması değil. Mesele, kişi başına milli gelirin 12 yıldır yerinde sayması.

Milli gelir ilk olarak 2007 yılında bir önceki seneye göre yüzde 22 artarak 9,656 dolara bir sıçrama yapmıştı. (Bunda o dönemde milli gelir rakamlarına yapılan revizyonların da önemli bir etkisi var tabii.) Sonrasında ise, küresel kriz nedeniyle 2009 yılında 9 bin doların altına düşmesi dışında, milli gelirimiz hep 10 bin dolarlar civarında seyretti. (Son 12 yılın ortalaması 10,800 dolar.)
Her şeyi bir kenara bırakalım, 12 senede bizim gibi genç ve kalabalık nüfusu olan ve fiziksel altyapısı da çok kötü olmayan bir ekonominin çok daha iyi bir performans göstermesi gerekirdi, ama olmadı. Bunun neden böyle olduğuyla ilgili pek çok şey söylenebilir, ama herhalde dananın kuyruğunun koptuğu yer yatırım harcamalarındaki zayıflık olmalı. Zaman serilerine baktığımızda, Türkiye’de yatırım harcamalarının (gayri-safi sabit sermaye oluşumu) son 12 senedir milli gelirin yüzde 28-30’u arasında seyrettiği görülüyor. Son senelerde de bu rakamda ufak-tefek iniş-çıkışlar olsa da, oransal olarak belirgin bir azalmadan söz edilemez. O zaman, buradan 2 sonuç çıkarabiliriz. Birincisi, yatırım harcamaları için yüzde 28-30 oranının yeterli olmadığı. İkincisi ise, yatırım yapılan alanların verimliliği ve üretimi artıran alanlar olmadığı.

İlk çıkarıma ilişkin olarak benzer ülke örneklerine baktığımızda 2007-2017 arasında bu oranın Hindistan’da yüzde 36.5, Endonezya’da yüzde 32.2 ve Kore’de 30.7 olduğunu görüyoruz. (Kore’de nisbeten daha düşük olmasının nedeni Kore’nin artık gelişimini büyük ölçüde tamamlamış gelişmiş bir ülke olması. Güçlü bir altyapı oluşturmuş ve tüketim harcamaları artmış ekonomilerde yatırım harcamaları oransal olarak daha düşük kalır. Mesela, ABD’de bu oran yüzde 20.) Bizde ise 2007-17 arasında yatırımların milli gelire oranı yüzde 28.5. Açık bir şekilde yeteri kadar yatırım yapamıyoruz.

Hiç kuşkusuz, yatırımların niceliği kadar niteliği de önemli. Herkes son 15 yıldır Türkiye’de yatırımların niteliğinin zayıf olduğundan, imalat sanayi yerine betona yatırım yapıldığından dem vurabilir. Verimlilik artışını hesaplamak için şöyle bir yöntem kullanabiliriz: Eğer son 12 yıldır yatırımlar doğru yerlere yapılmış ise Türkiye ekonomisinin genel olarak üretkenliğinin de artmış olması gerekir. Ekonomi genelinde üretkenliği ölçmenin en kolay yolu da milli geliri çalışan kişi sayısına bölerek kişi başına katma değerin yıllar içerisinde reel olarak artıp artmadığına bakmaktır. Nitekim, 2007-18 arasını değerlendirdiğimizde, Türkiye ekonomisinde üretkenliğin yılda ortalama olarak yüzde 1 civarında arttığı gözüküyor ki, bu gelişmekte olan bir ülke için çok düşük bir oran.

Orta gelir tuzağını aşmak istiyorsak, yatırım harcamalarımızı hem nitelik, hem de nicelik olarak artırmamız gerektiği ortada.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019