Siyasi iktidarın gündemi bulanıklaştırmaya yönelik performansını bir kenara koyacak olursak eğer, geçtiğimiz ayın en dikkat çeken gündemleri, Türkiye’nin farklı şehirlerinde sokaklara taşan protesto gösterileri oldu.

Ordu’nun Ünye ilçesinde maden projesine karşı oturma eylemi gerçekleştiren Üçpınar Köylüleri, hak ettikleri tazminatlarını alamadıkları için Ankara’ya yürüyen Somalı ve Ermenekli maden işçileri ve sendikalı oldukları gerekçesiyle atıldıkları işlerine geri dönmek için yürüyüşe geçen Gebzeli Birleşik Metal İş üyeleri verdikleri mücadelelerle hepimize umut oldular.

Siyasi iktidarın polis ve jandarma zoruyla bastırmak, görünmez kılmak istediği bu eylemler, siyasal mücadelenin asıl zemininin iş ve yaşam alanları olduğu gerçeğini bir kez daha hatırlattı.

18 yıldır süregelen AKP iktidarının en büyük siyasal başarısının seçimlerde aldığı galibiyetler olduğu yanılsaması siyasete ve siyaset yapma biçimine hakim kılınmaya çalışılıyor. Aslında Erdoğan’ın en büyük siyasal başarısı, siyasetin salt “parlamentoyla”, “seçimlerle”, “sandıkla” ve “temsille” ilgili olduğu düşüncesini topluma kabul ettirmesidir.

Bundan dolayı, uzun süreden beri Türkiye’de siyaset sadece seçim dönemlerinde ve seçim haritasına yansıyan sonuçlar üzerinden konuşuluyor. Oysa sandığı siyasetin biricik yöntemi olarak mutlaklaştırdığınız anda, sandıktan çıkan iktidarı da mutlaklaştırır hale geliyorsunuz ve bu da iktidara istediği her şeyi yapabileceği algısını beraberinde getiriyor. Demokrasi bu demek değil.

SANDIĞA SIĞMAYAN SİYASET

Sandığa dayalı siyasetin bu denli güç kazanması ve siyasetin seçim dönemlerine sıkıştırılmasının en önemli sonuçlarından birisi de, seçim dönemleri dışındaki politik mücadelelerin ve parlamento dışı politik aktörlerin kriminalize edilmesi oldu.

Sokakta, kampüste, iş yerinde, pazarda, parklarda siyaset konuşmaya, siyaset yapmaya çalışanlar sistematik olarak marjinalleştirildi ve organize bir devlet şiddetinin hedefi haline getirildi.

Toplumsal muhalefetin zor yoluyla sokaktan sökülüp, sandığa hapsedildiği o dönemde ne yazık ki bu cendereyi kırıp atamadık. Bu başarısızlığımız, geniş kitleler arasında siyasi iktidarı sandıkta yenilgiye uğratma eğilimlerini, sandık zaferini siyasal başarının yegane ifadesi olarak görme anlayışını öne çıkardı.

Bugün öğrencilerden akademisyenlere, sendikacılardan meslek odası yöneticilerine, sosyal medya kullanıcılarından siyasi parti üyelerine kadar pek çok muhalif kesimi hedef alan devlet şiddetinin beslendiği pervasızlığın arkasında da, siyasetin daraltılan bu anlamı yatmaktadır.

Bu kabuğu çatlatmanın yolu, demokrasinin ve siyasetin gerçek ve kurucu anlamı konusunda geniş kesimlerini yeniden ikna etmekten geçiyor.

Bu kabuğu çatlatmanın yolu, demokrasinin sandıktan ve seçimden ibaret olmadığını, sandıktan çıkan iktidarın mutlak bir gücü olmadığını, siyasal mücadelenin yaşamın her anında ve alanında devam ettiğini göstermekten gerekiyor.

BİRLİKTE MÜCADELE

Son dönemde yükselen emek hareketleri, çevre hareketleri ve elbette kadınların inatçı mücadelesi demokrasinin bu kurucu gücünün yeniden sokaklara ve gündelik yaşama egemen hale gelmeye başladığını gösteriyor.

Küçük bir kıvılcım gibi parlayan bu direnişleri var olduğu alanın sınırlarını aşan düzen karşıtı ve kalıcı bir siyasal mücadeleye dönüştürmek zorundayız.

Egemen burjuva temsil sisteminin, örgütlü devlet mekanizmasının dışında, halkın yaratıcı girişkenliğini ve doğrudan katılımını esas alan yönetim pratikleri, birliktelik biçimleri örgütlemek zorundayız.

Piyasacı politikalar karşısında kamuculuğa, dinsel gericiliğe karşı bilimsel laik eğitim ve çağdaş yaşam biçimlerine, şiddete ve savaşa dayalı politikalar karşısında barışı ve bir arada yaşamı merkezine alan politikalara, sermayenin bencil çıkarları yerine toplumun genel çıkarlarına, emperyalizme karşı bağımsızlığa, doğamızı ve çevremizi ranta kurban eden uygulamalara karşı yaşam alanlarımıza sahip çıkmak geniş halk kesimlerini bir araya getirecek en önemli önceliklerdir.

Ormanını koruyan köylünün, alın terine sahip çıkan madencinin, örgütlenme hakkı isteyen işçinin beklediği budur…