15 Temmuz 2016 günü akşam eve geldiğimde mutadım gereği ne var ne yok diye televizyonu açtım. Haber kanalları, FSM ve İstanbul köprüsünde tek taraflı olarak askerler tarafından yolun kapatıldığını gösteriyordu. Bir gariplik olduğunu anlamama rağmen şöyle bir yorum yaptım. Herhalde Fransa’daki (Nice) terör eyleminden sonra bizde de olabileceği düşüncesinden hareketle alınan bir tedbir zannettim. Zannettim ama niçin polis değil de askerler… Zaman ilerledikçe gördüm ki, durum benim zannettiğimin dışında bir şey…
Tam böyle gelgit yaşıyordum ki Başbakan Binali Yıldırım’ın toplumu rahatlatıcı ve istifhamı giderici şu beyanı geldi; “…endişeye gerek yok. Seçilmiş hükümet iş başındadır. Yaşanan, askeriye içindeki ufak bir grubun kalkışmasıdır… gerekli çalışmalar yapılıyor… yakalananlar en ağır şekilde cezalandırılacaktır..” dedi. Böylece benim olduğu kadar halk da ne olup bittiğini öğrenmiş oldu.
Bir taraftan da Cumhurbaşakanını merak etmeye başladım. Nerede olduğunu, ne yaptığını, başına bir şeyler mi geldi, endişesini taşırken; diğer bir taraftan da, yaşanan bu olay hakkında neler söyleyeceğini, neler düşündüğünü, merak ederken CNN TÜRK te canlı yayına katılıp da kendine yakışır tavır ve tarzıyla, moral verici açıklaması, sanıyorum gene benim olduğu kadar bir çok kimsenin de gönlüne su serpti. (Elhamdülillah)
Gitmeliydim çünkü: Bütün bunları yaşarken ve televizyonları izlerken gece saat 24’ü buldu. Şaşkındım. Televizyonları dinledikçe geriliyor, şaşkınlığım daha bir artıyordu. Hele bir de TRT’de bildiri okunup ta TSK yönetime el koydu. Denince şaşkınlığım bir kat daha arttı. Tıpkı Hudeybiye anlaşmasından sonra sahabenin şaşırdığı gibi… Tam bu arada Reisin; “…dışarı/sokaklara çıkın…” çağrısı benim uyanmama sebep oldu. Derhal kızım Ayşe Beyza ile yola revan olduk.
“...Hadi gidelim…” dışarı çıktık çıkmasına ama nereye nasıl gidecektik! Bu sefer de serseri mayın gibi nereye gideceğimizin şaşkınlığını yaşamaya başladık. Etrafa baktım dışarda olanlarda kaygılı ve endişeli bakışlarla bizden farklı değil. onlarda bizim gibi aynı şaşkınlığı yaşıyor. Nitekim bir grup insanla yürüyerek te Kızılay’a gitmeye karar verdik. Biraz yürüdükten sonra gelen bir minibüse binerek Tandoğan’a yakın bir yerde indik. Yürüyerek önce Kızılay’a daha sonra da Meclis ve Genelkurmay’a gittik. Bu gidiş ertesi gün saat 13’e kadar devam etti. Zaruri ihtiyaçların dışında hep oradaydım. Belirsizliğimi gidermek ve Cumuhurbaşkanımızın çağrısına uymak için GİTMELİYDİM.
En uzun gece ve günlerden birini yaşadım. Hem de ölümle burunburuna gelerek…Tunus, Libya, Tahrir (Mısır) ve Suriye’de olanların aynını hissettim ve yaşadım… Yaşadım yaşamasına ama orada bulunmaktan en ufak bir pişmanlık duymadım. Çünkü ülkemizin bekası için oraya gitmeliydim. 27 Mayıs 1960 ihtilalini hissetmemiş, 71 muhtırasında bir şey anlamamıştım ama bu kez durum farklıydı. Bu defa ne gerekiyorsa gereğini yapmalıydım. Bir şeyler yapmak için de GİTMELİYDİM.
Zira 1980 ihtilalinin olduğunda lise son sınıf talebesiydim. Sağ-sol olaylarının zirve yaptığı, güvenlik ve asayişin dip yaptığı, iç güvenliğin ve huzurun kalmadığı bir dönemdi. Her gün sağ-sol çatışmasından
insanlar ölmekteydi. İhtilal için yaşananların ‘olgunlşmasını’ bekleynler ise sadece olnları izlemekle yetiniyordu. Ülkeyi perişan een, PKK terör olaylarının çıkmasına zemin hazırlayan İhtilal olduğunda, herkes gibi ben de bir şey yapamamış ancak seyretmiştim…
Askerlerle beraber bazı siyasetçiler, gazeteciler ve sivil toplum örgütlerinin bazılarının desteklediği (beşli çete) özellikle dindar kesimi hedef alan o meşum “28 Şubat”ı iliklerime kadar hissetmiş ve yaşamış ve bir şey yapamamıştım… Bu kez evimde oturamazdım GİTMELİYDİM.
Hatırlayınız! Mısır halkı Kahire şehrindeki Tahrir Meyadanında ülkelerinin geleceği için toplandılar. Aylarca aç susuz bir araya gelip hak talebinde bulundular. Ayak takımı (Baltacılar) bazı insanlar başta olmak üzere asker sivil top yekun halkın üzerine en ağır silahlarla saldırarak, bir sürü masum insanı öldürdüler. Seçilmiş Cumhurbaşkanı (Mursi) dahil olmak üzere İhvan-ı Müslimin teşkilatının üst yöneticilerinin hemen tamamını mahkum ettiler. Yargıladılar ve idam cezası verdiler. Hem de tüm bunlar özügür dünyanın gözü önünde oldu.
Bu olaylar yaşandığı esnada ekran başında sadece seyrediyor, zaman zaman da ağlayordum. Olanları endişe ve kaygıyla takip ediyordum. Takip ederken de kendi kendime de; “Bir yönetici/asker kendi milletine bunları nasıl yapar?!” diye hayret ediyordum.
Nereden bileyim ki!.. Kendi askerimizin de aynı şeyleri yapacağını… çok üzgün ve şaşkınım. Kabullenmekte zorlanıyorum ama mini Tahriri yaşadım… Ülkemizde de daha fazla acıların yaşanmaması için GİTMELİYDİM.


Her ne kadar evden çıkarken abdestimizi alıp, kimliğimizi de cebimize koymuşsak ta, Kızılay’dan Genelkurmaya giderken bir durumun olması yani ölümün gelmesi halinde görevlilerin işini kolaylaştırma adına kızım: “Babacığım! Kolunu uzat ismini ve TC ni yazayım…” dedi. Kendinin eline benim de koluma yazdı. Ardından birbirimizle kucaklaşıp helalleştik. Meclisin önünden Genelkurmay’a yakın bir yere kadar gittik. Kurşunlar yağmur gibi yağarken kızımın; “Babacığım diyerek bana, yavrum diyerek benim ona sarılmam…” tüm bu yaşananlara rağmen, ölümü göze alma pahasına da olsa GİTMELİYDİM
O gece bir taraftan da ailem başta olmak üzere belirli kimselerle de gerek telefon ederek, gerekse mesaj ve WhatsApp yoluyla haberleşiyordum. Olan bitenleri onlara aktarıyordum. Zaten çocuklarım da meydanlardaydı. Büyük oğlum Abdullah Düzce, N. Enes Süheyl Nevşehir, Vahdet İzmir meydanındaydı. Her ne kadar onlar meydanda olsalarda Ankara’nın nazikliğinden dolayı onlar kendilerinden ziyade bizi merak ediyorlardı. Telefonu birisi açıp birisi kapatıyordu. Bir ara İzmir’deki oğlum Vahdet’le konuşurken öyle hüngür hüngür ağladı ki doğrusu çok etkilendim... Bir taraftan orada bulunmamızı isterken, diğer tarfatan da başımıza bir şeyler gelebileceği kaygısını taşıyordu. “Ne olursunuz babacığım tedbirli olun biraz kıyılarda, tenha yerlerde durun” diyordu. Oğlumun aman baba! Demesine rağmen GİTMELİYDİM.
MENDERES, ÖZAL, ERBAKAN: Okumalarımdan ve yaşadıklarımdan da hareketle gördüm ki yaşanan bu son olaydan sonra bir daha ihtilal’in olmayacağını zannediyorum. Gene yaşanan bu olayda insanların gösterdiği bu tavırdan sonra yapılması muhtemel ihtilalcilerin işi artık oldukça zor, hatta imkansız.
Size 60 ihtilaliyle ilgili kısa bir anektot anlatayım. Menderes yakalandığı gün Eskişehir’de düzenlenen mitingde çok büyük bir kalabalığa hitap eder. İhtilal söylentilerinin konuşulduğunu da dikkate alarak konuşma esnasında; “…Bu yoğunlukta insan, bizi desteklerken kim ihtilal yapılabilir ki?!..” diyor. Meydanı dolduran kalabalık çılgınlar gibi alkışlıyor…henüz mitingten yeni ayrılmıştı ki, kısa bir müddet sonra askerler kendilerini yakalamaya geliyorlar. Menderes oradan çarçabuk ayrılarak süratle Kütahya üzerinden Konya’ya gitmek istiyor. O sanıyor ki, eğer Konya’ya varırsam onlar beni askere teslim etmezler... Ancak Kütahya’ya kadar gidebiliyor. Kütahya’da Valilik makamında, ilerde CHP nin
Cumhurbaşanı adayı olacak Muhsin Batur tarafından tutuklanarak Ankara’ya götürülüyor. Bundan sonra çok büyük bir seçmeni olan DP (Demokrat Parti) liler, tüm olup biten gelişmeleri, aylarca sürecek olan mahkemenin seyrini ve hatta idamları dahi sadece radyo ajanslarından dinleyebildiler. Maalesef hiçbir şey yapamadılar.
Diyelim ki tüm bu yaşananlara rağmen eğer Menderes, kadife sesiyle % 50’nin üzerinde oy aldığı seçmenine; “sayın halkım bunlar seçilmiş meşru hükümeti bizi iktidardan indirmeye çalışıyorlar; sokağı inin bizi tankın topun önüne siper edinin...“ deseydi; halk ne yapardı! Bilmiyorum...
80 ihtilali sonrasında yapılan ilk seçimde tek başına iktidara gelip Başbakanlık yapan, ülkemize yeni ufuklar açan Turgut Özal, bazı kurum ve kişiler tarafından mıncıklanıp itibarsızlaştırılmaya çalışılırken ona karşı bir şey yapamayanlar; 28 Şubat’da Erbakan Hoca mıncıklanıp, terletilirken kendisinin de isteği ile de olsa ona karşı da bir şey yapamayanlar; yaşadığımız son kalkışmada eski dönemlerde yapamadıklarının da acısını çıkarırcasına Tayyip Erdoğan’a karşı gereğini yaptılar/yapmaya da devam ediyorlar. O yapanlardan, meydanlarda olanlardan birisi olmakla gurur duyuyorum. “Milletin adamları”nın aziz hatıraları için GİTMELİYDİM
Kızılay’da gördüm ki, artık bu millet eski millet değil. Alçaktan uçan jetlere, atılan ses bombalarına, sıkılan kurşunlara, yürütülen tanklara ve ezilen arabalara rağmen mevzilerini terk etmeyen insanlarımızı gördükçe doğrusu gururlandım… Sokak iyi okunmalıdır. Her fırsatta, hatta hergün Kızılay’a gittim. Çoluğunu çocuğunu alıp insanların alanlara gelmesini çok anlamlı buluyorum.
YAŞLI KARI KOCA: 15 Temmuz akşamı birbirinden ilginç hatıralar yaşanmasına rağmen birinden bahsetmek istiyorum. Jetlerin çıltırtan sesi, ve atılan/atılması muhtemel kurşunlardan sakınmak için herkes saklanabileceği kuytu bir yerlere geçmek istiyor. Biz de kuytudur düşüncesiyle bir kapının yanına vardık. Gerçi kurşunlar yatay geliyordu bu şekilde saklanmanın bir manası yoktu ya! Her neyse. Yaşlı bir karı-koca. Kızılay’da ayakta duramayıp bizim mevzilendiğimiz merdivenlerde oturuyorlardı. O sıkıntılı ve zor şartlarda Cumhurbaşakanını merak ederek; “yavrum Cumhurbaşkanımız nasıl ki, ondan bir haber var mı! Ona bir şey oldu mu ki?...” Diye öyle kaygılı bir soruşu vardı ki, doğrusu hayret ettim. Kendini teskin ve teselli edecek açıklamaları yapınca karı-kocanın yüzündeki sevinci anlatamam… Görülen o ki, bu halk böyle olduğu müddetçe artık yeni bir kalkışma/ihtilal/devrim inşallah olmaz/olamaz…
SİYASET: Daha önce hiç olmadığı kadar siyasi birliğin sağlanması tüm halkımızca oldukça iyi karşılandı. Özellikle o gece Meclis Başkanının çağrısı üzerine Ankara’da var olan milletvekillerimizin Meclise gelmeleri gurur vericidiydi. Zaten orayı bombalamaları da meclisi tarip etmekten ziyade vekilleri öldürmeye yönelikti. Arzu ve temennim o ki; demokrasi adına siyasi bu birlikteliğin bundan sonrada, ülkemizin âli menfaatleri için devam etmesidir... Elbette siyasi partilerin farklı görüşleri olabilir/olacaktır da.
Birkaç cümle de Fethullah Gülen için: Tek cümleyle ‘Sizlere yazıklar olsun…’ Aldığın dini eğitim seni bu noktaya mı getirekti!.. Allah’ı, Peygamber’i, Hulafa-i Raşidîn’in adını kullanarak yetiştirdiğin insanlara (!); hasretiyle yandığını söylediğin vatanına, vatan evlatlarına tankları nasıl sürdürdün!.. Jetlerle ve helikopterlerle suçsuz insanları nasıl kurşunlattın/bombalattın!.. Masum insanlara nasıl kıydın/kıydırdın!.. Sen ki, İsrailde ölen Yahudi bir çocuk için burnunun direkleri sızlayarak ağladığını söyliyordun!.. 20.07.206 tarihi itibariyle 173 sivil, olmak üzere toplam 240 şehid, 1535 yaralı var. Müntesiplerin tarafından ve talimatınla öldürülen o masum insanlar için de ağladın mı?!..
Meclisi, Emniyet Genel müdürlüğünü, Özel Haeket Daire Başkanlığını nasıl bomlattın?!.. En iyi şartlarda yetişen, ülkemizi parçalamak isteyen teröristlerin korkulu belası 47 özel hareket mensuplarına nasıl kıydırdın!.. O güzelim binaları nasıl tahrip ettirdin?!.. Hiç mi Allah’tan korkmadın. Tek kelimeyle tekrar sizlere yazıklar olsun…



Biliyormusun! Sizi ve tüm bağlılarını biraz “ebleh”, biraz “hamakat”, biraz da “menfaatçi” olarak görüyorum. Çünkü; YAŞ (Yüksek Askeri Şura) kararlarıyla atılacaklarını öğrendikten sonra bağlıların sizden aldıkları talimatla alel acele, palas pandıras ihtilale kalkıştılar, bu yönünüzle menfaatçi;
O kadar emek vererek, hamasetle ve kandırarak başta Emniyet, Adliye ve muhtelif kurum ve kuruluşlara yerleştirdiğin mensuplarını heder ettirdin. Bu halinizle hamakat;
Ülkelerine zarar vermekten kaçınmayan halinizle de eblehsiniz. Tek kelimeyle tekrar sizlere yazıklar olsun… Bağlantıları meçhül, yüce dinimizin değerlerini mıncıklayan şahsın oyununu bozmak için GİTMELİYDİM
Düşünüyorum da; ülkemizin medar-ı iftiharı Sayın Cumhurbaşkanımız, namı diyer “Uzun Adam” ın kararlı tutumu sayesinde eğer emniyetteki Pensilvanya müridleeri temizlemeseydi acaba bu ‘kalkışma’ hadisesi nasıl neticelenirdi?... düşünmek bile istemiyorum…
BAŞARI BEDELSİZ OLMAZ: İnsanlık tarihi boyunca hiçbir kazanım kolay olmuyor/olmayacak ta. Bedel ödenmeden, sınanmadan hiçbir şey elde edilmiyor. Edilmeyecektir de. Bu vadi ilahidir. Türkiyemiz de kurulduğu tarihten bu tarafa iç ve dış unsurlar vasıtsıyla çeşitli badirelerden geçti. Görülen o ki, daha da geçecek gibi gözüküyor.
Yalnız 2002 den bu tarafa yani AK-PARTİ hükümetleri esnasında olanları biraz farklı değerlendirmek istiyorum. Bu dönemde yani AK-PARTİ hükümetleri döneminde; kurucu iradenin büyük bir kesimi ve beyaz Türkler diye vasıflandırılan, bir eli yağda bir eli balda olan mutlu azınlık; askerlerimizden bir kısmı tarafından da bastırılan, ezilen, sesi kesilen/kesilmek istenen bir kesimi yukarı çekerek, söz
sahibi yaptı. Diğer kesimlerle eşit seviyeye çıkardı. Bu durum içte ve dışta kaygı uyandırmaya başladı. Varoşlardan gelen bu insanların söz sahibi olmaları, diğer kesimin ekmeğini paylaşmalarını bu hükümet yaptı. Lâ teşbih, köle ve paryaların efendilerinin sofraına oturmalarından rahatsız oldukları gibi, Anadolu insanının da yönetim ve benzeri alanlarda söz sahibi olmaları diğer kesimi hayli rahatsız etti. Kabullenmekte zorlandıkları bu durumu mevcut hükümetin yaptığını biliyorlar. Reis’in kazandırdığı bu eşitlikçi anlayışı ve düşünceyi nihayete erdirmek için suikast da dahil hemen her şeyi denediler. ‘E-Muhtura’, ‘Ay ışığı’, ‘Yakamoz’, darbe girişimleri/düşünceleri vs. Derken en son olarak başarısız Darbe girişimini başlattılar. (Kalkışma). Ülkemize itibar üstüne itibar kazandıran “REİS” için GİTMELİYDİM.
Bütün bu yapılmak istenenlere sebep nedir! Yoksa ;
a- Hükümet edenlerin dindar olmasından mı?
b- Beyaz Türkler diye isimlendirilen insanların aşağıladığı Anadolu insanının iktidar sahibi olmasından mı?
c- Milletin sesi olan bu insanların, Osmanlı hinterlantında bulunan ülke ve insanlarına sahip çıkmalarından mı?
d- Dip yapan ekonomiyi ayağa kaldırmalarından mı?
e- Akıl almaz yatırımlarla ülkemizi şaha kaldırmalarından mı?
f- Savunma saniyimiz 2002 yılında % 22 lerde seyrederken, % 65 lere çıkartmalarından mı?
g- Mete Tunçay Hürriyet Gazetesindeki röportajında; “…AK-PARTİ 16 yıl daha iktidarda kalır…” demesinden mi yoksa?
Yukarda saydığım ve sayamadığım sbeplermidir bilemem ama, şu muhakkak; içerde ve dışarda akl-ı selim hemen herkesin takdirini kazanan Türkiye’ye, gene içerde ve dışarda bir çok kesim, kendine göre bazı gerekçeler ileri sürerek, çelme takmaya çalışmaktadır…
Beyler! Zaman, ayrıntılara boğulmadan, ülke menfaatini esas alarak, yekvucut olma zamanıdır. Farklı düşünmek, bir ve beraber olmaya mani değildir. Mevcut konjonktörde siyasi partilerin, tüm kurum ve kuruluşların ülkemizin âli menfaati için birlik olma zamanıdır.
Ülkemizin Irak, Libya, Mısır ve Suriye olmaması için; yaşanan/yaşatılan bu olumsuzluğa bir tepki olarak, protesto etmek için Kızılay’a, Genelkurmay’a GİTMELİYDİM, GİTMELİYDİK....