Tababet, ticaret, siyaset

Dr. Mustafa ADIGÜZEL

Pandemi insan yaşamını topyekün tehdit etmeye devam ederken, koronavirüs ülkelerin sağlık altyapılarını da test etmekte, hükümetlerin ise ekonomik kayıp-can kaybı ikileminde tercihlerini, insan odaklı, şeffaf yönetim anlayışında karnesini de ortaya dökmektedir.

Türkiye’de pandemi süreci bilimsel ve şeffaf bir yönetim anlayışı ile değil, Cumhuriyet’in yetiştirdiği nitelikli ve özverili sağlık personelleri ile yürümektedir. Sağlık Bakanı salgını değil, algıyı yönetmektedir. Bu nedenle her akşam malum “yalan saatinde” yine bir gün önceki verilerin neredeyse aynını söylemeye inatla devam ediyor.

Hükümetin pandemi yalanlarının altında üç temel sebep var:

Birincisi, pandemi sürecinde yaptığı ciddi hataların ortaya çıkması. Ankara'da tek bir merkezde, neredeyse hiç test yapılmadan geçirilen 70 gün, umre dönüşleri, İran sınırındaki toplu geçişlere göz yumulması, Ayasofya açılışı, Kurban Bayramı gibi süreçlerin kötü sonuçlarının ortaya çıkmasını istemiyor.

İkincisi, vaka ve vefat sayılarındaki yükseklik anlaşıldığında, ekonomik yükü fazla olan tedbirlerin alınmasına yönelik toplumsal baskının gelmesini ve geçmişte de bu kadar can kaybının ekonomik önceliklerle yeterli önlem alınmamasından kaynaklandığının toplum tarafından anlaşılmasını istemiyor.

Üçüncüsü de, manipüle düşük vaka ve vefat oranları ile bu salgını da bir fırsata çevirip buradan bir başarı hikâyesi çıkarma girişimidir.

Aslında gerçek durum nedir?

Şu anda Türkiye'de Covid-19 günlük yeni vaka sayısı 15-17 bin bandındadır. Testlerin yüzde 15'i pozitif çıkmaktadır. Bakanlığın açıkladığı sayılar ise tam onda biri kadardır. Bakanın verdiği vefat sayıları da tamamen manipülatifir. Bakan’ın Türkiye için 63 ölüm bildirdiği 15 Eylül günü sadece Ankara ve İstanbul'un vefat toplamı 64’dür. Aynı gün Ankara'nın vefat sayısı bin 59'a ulaşmıştır. Türkiye'de şu ana kadar 5 büyük kentin kayıtlı koronavirüs cenaze sayısı 9 bini geçmiştir. Ancak Bakan’ın açıkladığı tüm Türkiye genelindeki sayı 7 binlerdedir. Bakan’ın kendi ifadesi ile 140 bin karantina kaçağı varken ve bulaştırıcılık indeksi 1.0 üstünde iken, Bakan kendisi ile çelişmektedir. İsveç’te evinde izlenen bir hastaya uçak gönderip bunu şova çevirmeye kalkan hükümet, buradaki on binlerce pozitif insanı aynı şekilde evine gönderirken, kendi arabanla, kendi imkânlarınla git demektedir. Sonra da, “Bunlar ortalıkta dolaşıyor” diye şikâyet etmektedir. Şu anda her apartmanda en az bir vaka vardır. Bu şekilde giderse yılbaşına kadar Covid-19 her eve girmiş olacaktır.

Sağlık Bakanı’na bu yanlış bilgileri söyleten Erdoğan’dır. Ama yalanı kim söylediği önemli değil; yalan, yalandır. Kişilerin yalan konuşması kendilerini bağlar. Ancak devlet adına söylenmesi utanç vericidir. Bilim Kurulu da hükümetin yalanlarına inandırıcılık katmak ve sürecin bilimsel yönetildiğime dair algı oluşturmak için kullanılmaktadır. Bu kuruldaki sadece dört üyenin çalıştığı hastanenin günlük vefat sayısı bile bakanın Türkiye için açıkladığı sayıdan yüksek iken ağzını açıp tek kelime etmiyorlar. 1980 darbesi sonrası Anayasa yapmak için oluşturulan Danışma Meclisi bile sıkıyönetim şartlarında bunlardan daha halka ve medyaya açıktılar. Salgının başında TBMM'de Sağlık Bakanı’na, Bilim Kurulu’na bir sözcü seçilmesini, alınan kararların siyasetin süzgecinden geçmeden insanlara ulaştırılmasını talep etmiştim. Bunun neden yapılmadığını bugünlerde daha iyi anlıyoruz.

Hükümet resmen toplumu aldatıyor. Bu şekilde hem ekonomik kaygılar ile yeterli önlem almayarak, bu işe siyasi kazanımlar ve kayıplar penceresinden bakarak hem insanlara salgının boyutlarını gizleyip rehavete sevk ederek, hem de hasta insanları evlerinde kontrolsüz alanlara göndererek açıkça ölüme sebebiyet veriyor. Bu yönetim tarzı bu ucube sistemde bir tek kişinin nasıl bilimsel kuralları göz ardı edebildiğini, can kayıplarına yol açıp sonra da bunları yok sayabildiğini göstermektedir.

Hükümete yakın bazı iş insanı ve siyasiler ise bütün bu can pazarına rağmen salgını fırsata çevirmeye çalışıyor. Başlangıçta farklı sektördeki birçok fabrika hızlıca maske üreten işletmelere çevrilerek, serbest bölge kapsamına alınıp 1/1 kuralına uymadan özel ihracat izni verildi. Milyarlarca maskeyi tanesi 1 dolardan ihraç ettiler ve Türk insanı aylarca maske bulamadı. Sonra da kâğıttan, ped malzemeden üretilmiş etkisiz maskeler gönderildi. Şu anda bile piyasada 300 firmadan 18 tanesi dışındakiler fason üretim yapıyorlar ve bu maalesef göz ardı ediliyor. Bu şekilde maske üretim ve tedarik zincirinde de hükümetin maskesi düşmüştür. Keza alkol ithalatı ve ihracatı da benzer bir durumdadır.

Birçok sektör pandemiden ölümcül düzeyde etkilenmiştir. Yeterli destek verilmeyen ve hiç destek verilmeyen sektörler batmıştır. Birçok kapanan işyerinin tekrar açılması mümkün değildir. Onlarla birlikte milyonlarca kişi işsiz kalmıştır. Salgın nedeniyle kapatılan işyerlerinden bile geçici vergi alınmıştır. Hükümet geniş halk kesimlerine böyle cimri iken, hatta para toplamak için kampanya düzenlerken garanti dolar ödemeli yap işlet devret projelerinin ödemelerine devam etmekte, pandemi yandaşlara dokunmamaktadır.

Sağlık personeline başlangıçta balkondan alkış yapan siyasiler, şimdi Bahçeli örneğinde olduğu gibi sosyal medyadan tokat göstermekteler. Sağlıkçılar artık tükenmişlik yaşamaktadır. Şu anda 30 bin sağlık çalışanı Covid’e yakalanmış, birçoğu hayatını kaybetmiştir. Ailelerinden uzakta, fazladan mesai yaparak hem salgına hem de vücutlarına karşı direnmeye çalışıyorlar. Covid halen meslek hastalığı sayılmıyor. Ek ödemeler çoğu yerde yapılmıyor.

Günlerce evine gidemeyen sağlık çalışanları, okulların ve kreşlerin kapalı olması nedeniyle evdeki çocuklarına bakmak için bile fazladan bakıcı parası ödemek durumunda kalıyor. Konaklama ve ulaşım problemleri var. Covid olan sağlık çalışanları bile karantina süresini bitirmeden göreve çağırıyor.

Sağlık çalışanlarına ve yakınlarına düzenli test yapılmıyor. Sağlık personeli atamaları acilen yapılmalıdır ve doktorluktan emekli olanlardan uygun olanlar göreve çağrılmalıdır. Türkiye’de özel ve kamu tüm hastaneler salgınla mücadelede kapsama alınmalıdır. Vatandaşların hangi sigortaya tabi oldukları, yeşil kart, Emekli Sandığı, GSS bakılmaksızın, sadece TC kimlik kartı ile salgın için sağlık hizmeti alabilmelidir.


18 yıldır bilim aklı ile değil de siyaset, ticaret, tarikat aklı ile hareket eden hükümet Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü gibi köklü kurumları geliştirmek yerine pasifize etti. Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda kendi aşısını üretip ihraç eden ülkeden bugün artık aşı üreten değil, yeni aşıların üzerinde denendiği ülkeye gelmek ne acıdır.

Salgın ile mücadelede önce şeffaflık sağlanmalı, sonra da topyekûn bir mücadele planlanmalıdır. Bu sürece başta Türk Tabipler Birliği, Türk Eczacılar Birliği ve sağlık meslek örgütleri olmak üzere, muhalefet partileri, ilgili STK ve işçi işveren kuruluşları da dahil edilmelidir. Yoksa bu sürecin suçlusu hükümet olur, fakat bedelini hep birlikte öderiz.