İşler maalesef iyi gitmiyor ve daha da kötüleşecek gibi. Sayılar saklanamaz hale geldi ve açıklandı. İstanbul ve İzmir’de hiç değilse Mart ayının ikinci haftasının sonundan itibaren en az on beş gün sokağa çıkma yasağı uygulanması gerektiği ortaya çıktı. Şimdiki hızlı tırmanışta bu önlemin hala alınmamış olmasının büyük rolü olduğu belli.

Sağlık Bakanı ve Bilim Kurulu, görece iyi başlamışlardı. Ancak iktidarın zihnine çarpan önerileri ya yerine yerine getirilmiyor, ya geç ya da değiştirilerek uygulamaya sokuluyor. Ahlaklı bilimciler, Bilim Kurulu üyelerinin hiç değilse istifa ederek iktidarı bilime dönmeye zorlamalarını önermeye başladılar. Sağlık Bakanı’nın gözyaşları yaşadığı açmazla bağıntılı gibi. Doğruyu bilmekle, harcanmak arasında sıkışıp kalma hali.

İktidar da bilim kurulunu biraz daha kendisini sıkıştırırsa lağvedecek. İçinde Diyanetten de üye olmalı demeye başladılar bile. Önerileri gecikmeli ve yalapşap uyguluyor. 20 yaş altı sokağa çıkma yasağı, alelacele ve istemeye istemeye alınmış bir karar. Öyle ki hemen ardından “ama işçiyse çıkabilir ve çalışabilir” diye genelge yayınladılar.

Bu durum aslında bir zihniyetin, düşünme biçiminin, hayatı ve düzeni yorumlama tarzının yansıması.

Temel sorun, iktidardaki zihniyetin, “sürü bağışıklamasını” mücadele ilkesi olarak benimsemiş olması. İngiltere ve ABD liderleriyle aynı fikirdeydiler. İki ülke de işler çığırından çıkıp, kamuoyu baskısı artınca geri adım attı. Oysa Türkiye’de yerleştirilen ve muhalefete de benimsetilen “tek adamcı” rejim öyle kamuoyu baskısı ile geri adım attırılabilecek bir yapı değil.

Sürü bağışıklaması, özce “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” demek. Suçiçeği gibi çocukluk çağında geçirildiğinde neredeyse sıfır ölüme neden olan bulaşıcı hastalıklar için kullanılabilir bir yöntem. Suçiçeğini çocukken geçirirseniz, geçip gidiyor. Ama erişkin hayatta yakalanırsanız öldürücü.

Covid 19 öyle değil ama. Dünya Sağlık Örgütü’nün özellikle Türkiye için uyardığı gibi 60 yaş altında da öldürme riski yüksek bir hastalık. Nitekim Türkiye’deki 60 yaş altı ölüm oranı, Avrupa’dan 4, dünyadan 9 kat yüksek.

Peki, iktidar üstü örtülü sürü bağışıklamasını sadece hazine tam takır olduğu için mi, uyguluyor? Hayır. Tıpkı, Trump, Johnson gibi RTE de Allah’ın dediğinin olmasının, güçlülerin sağ kaldığı, zayıfların ise yok olduğu bir düzeni tariflediğine inanıyor da o yüzden. Tanrının düzeni, doğanın kanunu, yazılmış kader ve benzeri tüm önermelerin özü aynı değil mi? Yaşıyorsan haklısındır, yaşamak için de güçlü olmalısın. Güçlüysen, bu güç sana verilidir ve sana verilmiş olanı başkasına ancak kendini riske atmayacak kadar ve lütuf olarak devredebilirsin. Ramazanda zekat çağrısı tam da bu demek, değil mi?

Siyasal dincinin Müslümanı, Hristiyan’ı, Yahudi’si ile liberallerin bu denli iyi anlaşmalarının ardında bu ortak zihniyet var

Tarama testlerinin sağlıkçılara değil de zenginlere yapılması da bu yüzden. Sağlıkçılar, sanki üç aylığına paraları arttırılarak ön cepheye gönderilen, virüsün zenginlere bulaşmasını önlemekle yükümlü işçiler!

CHP’ li belediyelerin bağış almalarını, paralel devlete izin vermem diyerek engellemesi, korunma mücadelesini kendi tekelinde tutarak, kimin korunacağına kendisinin karar vermesini istemek, demek.

Gerçekten de paralel bir direniş ve korunma mücadelesi ekseni kurmak gerekiyor. Zayıfları, güçsüzleri, yoksulları, işçileri, işçi sağlıkçıları temel alan bir eksen. En zayıfımızı en önce koruyabilirsek, yarın birlikte çok güçlü olacağız. Sürü değil insanlık. Börtü böceğinden çimenlerine, akarsularından denizlerine kadar…