Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son 4 yıldır, sene başlarında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Akdeniz’de kendine ait olmayan hidrokarbon kaynaklarını, Batılı şirketlere açması sebebiyle problemler yaşanıyor. Kıbrıs’ta atmosfer de ciddi anlamda geriliyor. GKRY’nin böyle bir adım atmasında şüphesiz Avrupa Birliği (AB) ve ABD’nin de destekleri söz konusu. Zira tartışmalı bölgelerde araştırma yapanlar Batı’nın devasa enerji şirketleri. Batı, evvela Kıbrıs sorununun çözümünde Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Annan Planı çerçevesinde attığı önemli adımları dikkate almadan, Rumların şımarıklığına prim verdi. Onlara arka çıkmaya devam etti. Halihazırda hidrokarbon kaynakları üzerinde Batılı şirketlerin problemleri dikkate almadan sahada olma tavırlarıyla da Rumlar güçlendirilmeye çalışılıyor.

        Ancak ne Türkiye eski Türkiye, ne de buradaki enerji kaynaklarına bölgenin duyduğu ihtiyaç 3-4 yıl öncesiyle aynı. Artık her an, Akdeniz’de bulunan ve gerektiği anda gelişmelere müdahale edebilen bir Türkiye var. Üstelik Ortadoğu’nun karışık haline, Suriye’de Zeytin Dalı Harekâtı’na rağmen Türkiye birçok yerde krizi yönetebilecek, oluşan riskleri bertaraf edecek bir konumda. Bütün bunların arka planında ise AB’nin ve ABD’nin Kıbrıs sorununda Türkiye’ye karşı oynadıkları oyunlar var. Her iki tarafın da Türkiye’yi oyalayacak argümanlardan, inandırıcılıktan ve samimiyetten mahrum olmaları, Kıbrıs konusunda Türkiye’nin daha rahat hareket etmesine ve karar almasına sebep oluyor.

        Bu sebeple AB Konseyi Başkanı Donald Tusk’ın, “Kıbrıs’ın toprak egemenliğine saygılı olmaya” çağrısı ve AB Komisyonu Başkanı Jean- Claude Juncker’in sözcüsü aracılığıyla Türkiye’yi, AB üyesi devletlerin kendilerine ait hava sahası ve karasuları üzerindeki egemenliğine saygı göstermeye çağrısı dikkate bile alınmıyor. Çünkü Kıbrıs’ta iki toplum var ve Batı’nın sürekli olarak bir gözü kapalı. Sorunlu Rum Kesimi’ni tüm sorunlarıyla AB’ye kabul ederek problemleri çözdüklerini veya çözebileceklerini sanıyorlardı. Hatta adanın ortak sahibi Kıbrıs Türklerinin doğal kaynaklar üzerindeki haklarını dikkate almadan, zorbalıkla neticeye varacaklarını hesaplıyorlardı. Bölgedeki Türk savaş gemilerinin İtalyan enerji şirketi ENI’nin araştırma yapmasını engellemesiyle akılları başlarına gelmiş gibi görünüyor.

        Benzer tartışmaları, geçen yılın nisanında, Türk araştırma gemisi Barbaros Hayreddin Paşa’nın bölgeye gitmesiyle de yaşamıştık. Ege adalarının etrafında ve Kıbrıs karasularında her daim bulunacak bir Türkiye, Kıbrıs’ta hakkın yerini bulmasına da katkı sunacaktır. Suriye’de yaşanan tartışmaların da Ege ve Kıbrıs’taki gelişmelerden bağımsız olduğunu düşünmemek gerekiyor.

        Ve şaşırtacak bir not:

        Kısa süre önce yeniden cumhurbaşkanı seçilen Kıbrıs Rum Lideri Nikos Anastasiadis, bugün AB’yi hidrokarbon kaynaklar sebebiyle Türkiye’ye karşı kışkırtmaya çalışıyor. Ancak Anastasiadis’in yaklaşık 2 yıl önce Avrupa’da bir Türk şirketinin patronuyla buluşarak Kıbrıs doğalgazının Türkiye’ye ulaştırılması konusunda ikili görüşme yaptığını, anlaşma zemini aradığını biliyorum. Eğer bu husus Kıbrıs Rum Kesimi’nde gündeme gelirse, milliyetçi akımın öncü Rum Lideri bu görüşmeyi nasıl izah edecek, merak ediyorum.

        ***********

        ALMANLAR TANK ANLAŞMASINDA MASADA OLACAK!

        Altay Tankı ihalesine katılacak konsorsiyum şirketleri arasında ismi her daim anılan Alman şirketiRheinmetall, Türkiye ile silah ihracatı anlaşmalarını sürdürüyormuş. Hatta BMC ile “Leopard 2” tanklarının modernizasyonu konusunda anlaşma imzaladığı bile iddia ediliyor. Eğer böyle bir durum varsa, anlayın Türkiye bölgede attığı adımlarla doğru yolda, başarıyla ilerliyor.

        Rheinmetall’in Türkiye’de BMC ortaklığında yeni projelerde yer alma isteği bilinen bir durum. Ancak politik cephede gelişmeler engel oluyor. İki ülkenin dışişleri bakanları Gabriel ve Çavuşoğlu’nun ocakta yaptıkları görüşme sonrasında Almanya’nın milyonlarca Euro’luk silah anlaşmasına izin verebileceği belirtiliyordu. Afrin’deki gelişmeler üzerine başlayan tartışmaların ve Almanya’da hükümetin kurulmasında yaşanan sıkıntıların, bu müspet havayı ne kadar bozacağını zaman gösterecek. Çünkü Almanya’da yeni hükümet kuruluncaya kadar bölgede ne tür gelişmelerin yaşanacağı önemli.

        Ancak Türkiye’nin Alman Rheinmetall yerine konumlandıracak başka şirketlerle olan görüşmelerinin de bu sürece ciddi katkı sunduğunun bilinmesi gerekiyor. Almanlar, elimizi güçlü gördükçe anlaşmaya yanaşıyor, eğer onlara muhtaç olduğumuzu hissederlerse de işi yokuşa sürüyorlar. Diğer Batılı şirketlerin yaptığı gibi... Türkiye de bu gerçeklerden hareketle halihazırda Altay Tankı motoru başta olmak üzere tüm projelerde 2 veya daha çok alternatifle ilerlemeyi tercih ediyor.

        Daha önce Fransa ve İsrail ile yapılan savunma sanayii ürünlerine yönelik anlaşmalara rağmen bu iki ülke sözlerini yerine getirmeyerek, Türkiye’ye tazminat ödemeyi kabul etmişlerdi. Diğer bir ifadeyle bizi oyalamış ve zor durumda bırakmışlardı. Bunlardan ders alınarak alternatifli gidiliyor.

        Türkiye, 1999 yılında, Almanya’dan yaklaşık bir milyar Euro’luk silah alımıyla, ihracat listesinin birinci sırasında yer alıyordu. Sonraki yıllar ise bu rakam hiçbir zaman yakalanamadı. Siyasi sorunlar, İncirlik’i ziyaret krizi, Ermeni Soykırımı kararı, referandum etkinliklerinin iptali gibi meseleler savunma sanayii alanına da sirayet etti. Fakat Türkiye’nin farklı kaynaklara yönelmesi, alternatifli çalışma girişimleri sebebiyle Almanlarla belli seviyelerde işbirliğinin yeniden başlayabileceği tahmininde bulunmak mümkün.

        Diğer Yazılar