VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Suriye’nin Kürtleri ve Ortadoğu’nun demokrasisi

Suriye’nin kuzeydoğusundaki fiilî Kürt yönetimi, 4-6 Haziran’da, çeşitli ülkelerden davet ettiği yaklaşık 200 kişinin katılımıyla, Kamışlı’da ‘Uluslararası IŞİD Forumu’ başlıklı bir toplantı düzenledi. Asıl mesele, İslam Devleti’nin alt edilmesinden ziyade, Kürtlerin özerkliğinin geleceği.

Kuzeydoğu Suriye’de Kürtlerin fiilî özerkliği hem bir risk, hem de bir fırsat niteliği taşıyor. Yalnızca Türkiye ve özerkliklerini ilan eden Suriyeli Kürtler arasında değil, –gücünü yeniden kazanması durumunda– Şam’la da bir karşılaşma yaşanması riski söz konusu. Kürtlerin ‘Rojava’ olarak adlandırdığı Kuzeydoğu Suriye meselesi er ya da geç bir ‘tehlike‘ olarak gündeme gelecek. Fakat Suriye Kürtleri, tehditler ve savaşlara değil müzakere, taviz ve uzlaşıya dayalı, farklı bir siyasi kültür için bir fırsat, en azından bir ihtimal de sunabilir.
Suriye’de Kürtlerin özerkliği, Ortadoğu’da modern ulus-devletin uzun süredir devam eden başarısızlığı ve ani çöküşünün bir sonucu. Bu özerklik 2012 yılının ortalarında, Suriye’nin devlet yapısı çatırdarken oluştu. 2011’de Suriye’de ve Arap dünyasının diğer yerlerinde yapılan halk gösterileri önce devlet, baskı ve engellemelerle karşılık verdi, ardından şiddetli çatışmalara yol açtı ve bu çatışmalar, Suriye’de 1946’da Fransız birliklerinin çekilmesinin ardından ortaya çıkan devlet kurumlarının altını oydu. Suriye’de halen devam eden şiddet, 370 bin (bu en düşük tahmin) ila 570 bin kişinin hayatına mal oldu. BM’ye göre yaklaşık olarak 400 bin kişi öldürüldü. 2011’de Suriye nüfusu 22 milyon olduğuna göre, çatışmalarla geçen sekiz yıl içinde toplam nüfusun %2’si öldürülmüş. Ayrıca, 5 milyon 600 bin Suriyeli ülkeden kaçtı ve 6 milyon 200 kişi de ülke içinde yerinden yurdundan oldu. Büyük bölümü Suriyeliler arasında yaşanan şiddetin aldığı boyut, ‘ulus’ fikrinin (ister ‘Arap ulusu’ için olsun, ister ‘Suriye ulusu’) içinin boşalmasına, anlamını yitirmesine neden oluyor.

Baas döneminin baskıları
Ancak bu devlet, Kürtleri zaten nesillerdir hayal kırıklığına uğratmıştı. Yumuşak bir şekilde ifade edecek olursak, milliyetçi Suriye’de Kürtler iyi muamele görmedi. Toplam nüfusun yaklaşık %10’unu oluşturuyorlardı ama Baasçı Suriye devleti 300 bin Kürt’e vatandaşlık vermeyi reddetti. Kürtçe (Kurmanci) eğitimin yanısıra, Fars ve Kürt kültüründe baharın başlangıcı ve yılbaşı olan Newroz’un kutlanması da yasaklandı. Kürtler, Suriye’de içinde yaşadıkları koşullar nedeniyle 2004’te ayaklandılar;  2011’de Kürt aktivist Maşal Tammo suikastla öldürüldüğünde, hükümet güçleri cenaze törenine katılan binlerce insanın üzerine ateş açmakta tereddüt etmedi. Suriye’deki Baasçı rejim ayaklanmayı bastırıp isyancıları evlerine döndürürken, Türkiye’ye yönelik Kürt direnişini manipüle etmek için, Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) askerî üs ve maddi destek sunuyordu. Kürtler müttefik değil, Türkiye’ye karşı kullanılacak bir ‘kart’tı. 2012 yılının ortalarına gelindiğinde Beşar Esad’a sadık kalan Suriye askeri güçler çok zor durumdaydı. Kuzey Suriye’deki geniş bölgelerden çekildiler ve bu da Kürt askerî güçlerinin kontrolü ele almasını kolaylaştırdı. O dönemde Şam, Kürtleri olası müttefik, İslamcı muhalefete ve Türkiye’nin doğrudan müdahale tehdidine karşı bir bariyer olarak görüyordu.

IŞİD’in taarruzu
2012 yılından bu yana, Suriye’nin Kürt bölgeleri büyük değişimlerden geçti. ‘Halk Koruma Birlikleri’ (YPG) adı altında yeniden toparlanan Kürt güçleri, Kürtlerin yaşadığı üç bölgeyi, Kamışlı, Kobane ve Afrin’i birleştirmeye çalıştı. 2013’te İslamcı güçlerin saldırılarıyla, bir yıl sonra da İslam Devleti yani IŞİD’in şiddetli taarruzuyla karşılaştılar. Büyük bir süratle ilerleyen IŞİD, yaklaşık 300 Kürt köyünü istila edip yağmaladıktan sonra Kobane’yi kuşattı ve şehre saldırdı. Kürtlerin direnişi, ABD hava kuvvetlerinin de desteğiyle, Cihatçıların yıldırım harekâtının belini kırdı. YPG, IŞİD’e karşı mücadelede büyük bir bedel ödedi; bu mücadelede 11 bin YPG’li savaşta öldü. YPG’nin ABD ile ittifakı, Suriyeli Kürtlere, diğer tehditlere karşı koruma sağladı. Söylenenlere göre, ABD Suriyeli Kürtlere çok büyük bir askerî yardım sundu. Şu anda, YPG’nin elinde, 2000’i yabancı savaşçılar olmak üzere, binlerce IŞİD’li tutsak bulunuyor; ayrıca, El Hol Kampı’nda yaklaşık olarak 70 bin IŞİD’li aile (kadınlar, çocuklar, yaşlılar) kalıyor. YPG bu insanları, uluslararası düzeyde daha fazla kabul görme karşılığında, takas unsuru olarak kullanmaya çalışacak.
Nüfuz oyunu devam ediyor
Şu an için Suriyeli Kürtlere yönelik doğrudan bir tehdit söz konusu değil. Trump’ın Kuzeydoğu Suriye’den ABD Özel Kuvvetleri’ne mensup yaklaşık 2000 askerin çekilmesi yönündeki twitter mesajı ordu tarafından geri çevrildi. ABD, Rusya, Türkiye ve İran’ın, haberleşme araçları ve Suriye’deki petrol yatakları üzerinde oynadığı nüfuz oyunu hâlâ devam ediyor. Kuzeydoğu Suriye meselesinin çözümünün uzamasına neden olan bir başka etken de, İdlib’de halen devam eden savaş. Türkiye bölgede bulunan, El Kaide’yle bağlantılı radikal grupları silahsızlandıracağına dair güvence vermişti ancak bunu yapmadı. Suriye Ordusu, 30 Nisan’da, müttefikleriyle birlikte İdlib’e büyük bir saldırı başlattı fakat ilerleyemedi ve ağır kayıplar verdi. Bunun nedenlerinden biri, Türkiye’nin, Suriyeli muhalif oluşumlara TOW ve tanksavar füzeleri de dahil olmak üzere, silah ve cephane desteği vermesiydi. İdlib’de üç milyon sivil, savaşan grupların arasında sıkışmış durumda ve sık sık doğrudan ateş altında kalıyor. Suriye’nin halen çözüm bekleyen en acil meselesi, bu.

İdlib sorunu
İdlib meselesi çözüldüğünde, Ankara ve Şam Kürtlere karşı geçici bir ittifak kurabilir. Türk yetkililer başlangıçta nasıl bir konum alacakları konusunda tereddütlüydü (Türkiye ile PKK arasında 2013 yılında yapılan ateşkesi hatırlatmak isterim) ama 2014’te Ankara Suriyeli Kürtlere ‘terörizm’ merceğinden bakmaya başladı ve sürekli olarak askerî müdahale tehdidinde bulundu. Şam ise, başlangıçta, kuzey sınırında muhalif güçler, Türkiye yanlısı milisler ya da DAEŞ’tense Kürtlerin olmasını tercih etmişti. Ancak Suriye rejimi, düşmanlarından birkaçını bertaraf ettikten sonra, Kürtlere dair duruşunu sertleştirdi. Şam, ‘özerklik’ ya da ‘federalizm’in söz konusu edilmesini dahi reddediyor. Şam’ın Kürtlere sunduğu tek teklif, savaştan önceki duruma, merkezî, otoriter devlete dönülmesi ve boyun eğmeleri.

Farklı bir model
Fakat başka bir çıkış yolu daha var; o da, Ortadoğu’da Kürtlerin var olduğunu ve siyasi bir unsur teşkil ettiğini kabul etmek. Ortadoğu, Suriye’de Kürtlere özerklik vererek ve onların siyasi iradesini tanıyarak, çok fazla trajedi ve acıya kaynaklık etmiş olan üniter ulus-devlet modelinden farklı bir siyasi modelin gelişmeye başladığını görebilir. Bu, merkezileştirici ‘kadir-i mutlak’ devletler ve devlet başkanlarının yumuşaması, güç paylaşımı yoluyla bir miktar çoğulculuk ve çeşitlilik yaratılması yönünde bir ilk adım olabilir. Özerklik ve federalizm düşüncesine uluslararası düzeyde destek verilmesiyle, bu düşünce, ütopya olmanın ötesine geçebilir. Ankara’nın Irak’ta Kürtlere herhangi bir şekilde özerklik tanınmasına nasıl karşı çıktığını hatırlayın; Türkiye, şimdi Erbil yönetimin önde gelen iktisadi ve siyasi partnerlerinden biri.