20 Şubat 2017 23:10

'Bir defaya mahsus mülteci statüsü verilebilir'

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Doğuş Şimşek ve İGAM Başkanı Metin Çorabatır ile mültecilerin sorunlarına dair hazırladıkları raporu konuştuk.

Paylaş

Cansu PİŞKİN
İstanbul

"Türkiye’deki Mültecilerin Entegrasyonunun Önündeki Engeller ve Fırsatlar” raporu geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Raporda, Türkiye’deki mültecilerin yaşadıkları sorunlar ve entegrasyon politikalarına ilişkin bilgiler yer alıyor. Türkiye’deki geçici koruma altındaki mültecilerin durumu; barınma, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, istihdam gibi başlıklar altında incelenerek öneriler sıralanıyor; ayrıca Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’daki örnek entegrasyon uygulamalarına da yer veriliyor. Raporda, bazı kesimlerce etik açıdan doğru bulunmadığı için tercih edilmeyen “entegrasyon” kavramının kullanılmamasının Suriyelilerin haklarına ulaşmasını engellediği söyleniyor. Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Doğuş Şimşek ve İGAM (İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi) Başkanı Metin Çorabatır ile Suriyeli mültecilerin sorunlarına dair hazırladıkları raporu konuştuk. Şimşek, entegrasyonun “toplumsal uyum” olarak anlaşılmasının yanlış olduğunu, bunun mülteci hakları açısından da bir ifadesinin olmadığını belirtirken, bir dönem Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye Ofisi Basın Sözcülüğü de yapmış olan Çorabatır, geçici koruma altındaki Suriyelilerin bir defalığa mahsus mülteci statüsüne geçirilebileceğini savunuyor.

DOĞUŞ ŞİMŞEK: SURİYELİLER HAKLARINI BİLMİYOR

Raporu nasıl bir metodoloji ile hazırladınız?

Alan çalışması olmaksızın sadece entegrasyon politikalarını araştırdık. Türkiye’nin göç politikasına, dünyada entegrasyon politikaları uygulayan ülkelerin stratejilerine ve politika içeriklerine baktık.

Rapor neyi amaçlıyor?

Raporu, entegrasyonu açıklamak, nasıl olması gerektiğini, nelerin eksik olduğunu göz önüne çıkarmak için yazdık. Çünkü entegrasyonla ilgili kafalar hâlâ karışık, ne olduğu çok da anlaşılmıyor. Türkiye de entegrasyon kavramını değil “toplumsal uyum” kavramını kullanıyor. Toplumsal uyum kavramının içine de haklar dahil olmuyor. Entegrasyon içinde haklara ulaşım çok önemli bir etken ama toplumsal uyum dendiği zaman haklara erişim biraz konu dışında kalıyor. Dolayısıyla biz de Kanada, Amerika, İngiltere, Almanya, Fransa’nın entegrasyon politikalarını inceledik. Bu 5 ülkenin nasıl politikalar izlediğine ve onların entegrasyon stratejilerinin neler olduğuna bakarak ne olması gerektiğine dair politika önerileri sunduk. Rapor hem politika yapıcılarının kullanabileceği bir kaynak hem de göçmenlerin. Fon bulabildiğimiz taktirde raporu Arapça’ya çevireceğiz. Çünkü Suriyelilerin çoğu haklarını bilmiyor, onlarla paylaşılmıyor bu bilgiler. Ancak çeviri olduğu taktirde Suriyeliler, ne tür haklara sahip oldukları ve entegrasyonun nasıl işlemesi gerektiği konusunda bilgi sahibi olabilecek.

Suriyeli mülteciler kampların dışına çıktıkları zaman devlet yardım etmiyor mu?

Yardımdan kastımız parasal bir yardımsa hayır etmiyor. Kalacak bir yer de verilmiyor. Kalacakları yerleri kendileri ayarlıyor. Sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanabiliyorlar ancak bu hizmetlerden de sadece kayıtlı mülteciler yararlanabiliyor. Kayıt dışı mülteciler faydalanamıyor.

3 milyon Suriyelinin yalnızca yüzde 10’u kamplarda kalıyor. Suriyeliler neden kamplarda yaşamak istemiyor?

Örneğin; Dom Suriyeliler korkuyor bundan daha çok. Domlar, Romanların bir çeşidi. Ankara’da kentsel dönüşümün olacağı bir bölgede yaşıyorlar. Çadır kurmuşlar ve dilenerek, boyacılık yaparak ya da inşaatlarda çalışarak geçimlerini sağlıyorlar. Suriye’de de mobil olan Domlar, bir yere sıkışıp kalmayı sevmiyorlar. Tabii kamp çalışanları ve Suriyeliler tarafından dışlanıyor olmaları da kamplardan korkmalarının sebepleri arasında. Domlar, Suriye’nin ötekileri. Dolayısıyla kamplardaki Suriyeliler de onları istemiyor. Bu yüzden kamp korkusu en baskın şekilde onlarda var.

Türkiye toplumunun Suriyeli mültecilere bakış açısını değerlendirebilir misiniz?

Daha yoksul tabakanın “işlerimizi elimizden aldılar” söyleminin dışında orta sınıftan gelen insanların da böyle söylemleri var. “Ben Suriyeli komşu istemiyorum. Ne bileyim IŞİD’li mi değil mi” söylemleri üzerinden yapılan, birebir şahit olduğum söylemler var. Yani bu sadece toplumun milliyetçi kesimine ait bir söylem değil. Orta sınıfın endişesi dinden ve kültürel farklılıklar üzerinden. Alt sınıf da kültürel farklılıklardan ve bir sosyal gerilimden bahsediyor. Fakat orta sınıfa baktığın zaman, alanını korumak açısından yapılan bu ayrım biraz daha bencilce. Suriyeliler kamplardan çıkıp şehirlerde yaşamaya başladıkları zaman, görünür oldukları zaman o zaman çok insanların dikkatini çekti ve onlarla alanda bulunmak, aynı yerde çalışmak, onlarla komşu olmak istemediler ve sanırım bir tedirginliğe kapıldılar.

Suriyelilerin toplumda, kamusal alanda görünür olmalarıyla ortaya nefret söylemleri çıktı ve bu şiddet olaylarını getirdi. Bu sadece dilsel bir ırkçılık değil, şiddete dayalı da bir ırkçılık. Bu ayrışmalar ve ayrıcalıklar ekonomik, politik, sosyal ve kültürel alanlarda kendini gösteriyor.

  • Entegrasyonla ilgili kafalar hâlâ karışık, ne olduğu çok da anlaşılmıyor. Türkiye de entegrasyon kavramını değil “toplumsal uyum” kavramını kullanıyor. Toplumsal uyum kavramının içine de haklar dahil olmuyor. Entegrasyon içinde haklara ulaşım çok önemli bir etken ama toplumsal uyum dendiği zaman haklara erişim biraz konu dışında kalıyor.  

METİN ÇORABATIR: ENTEGRASYONUN SONUCU VATANDAŞLIKTIR

Suriyelilere neden mülteci statüsü tanınmıyor?

Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne uyguladığı coğrafi kısıtlama şartı nedeniyle Avrupa dışından gelen hiç kimseye mülteci statüsü vermiyor. Dolayısıyla Suriyelilere de Avrupa dışından oldukları için mülteci statüsü verilmiyor. Suriyeliler uluslararası koruma statüsünün dışında kitle halinde geldikleri için onlara, geçici korumadan yararlanacak kişiler denildi. Geçici olarak korunup Suriye’deki durum düzelince gidecekler düşüncesi vardı. Bu sebeple şartlı mülteci ve yahut ikincil koruma gibi yeni yasanın getirdiği statülerden de ayrı tutuldular.

“Entegrasyon” ve “toplumsal uyum” kavramlarına nasıl bakmak lazım?

Entegrasyon 1951 Cenevre Sözleşmesi’nde “asimilasyon” olarak alınıyor. Adına ister toplumsal uyum diyelim, ister entegrasyon diyelim hangi kavramı kullanırsak kullanalım neyi kast ettiğimiz önemli. Entegrasyondan kasıt bir ülkede mültecilerin en azından uzun süreli bir ikamete tabi tutulmaları. Dolayısıyla ancak uzun yıllar içinde yeni bir topluma adapte olunabilir. Bu sağlanabiliyor mu, bu süre içinde belli haklara erişip o haklarını kullanarak yepyeni bir hayata başlıyorlar mı diye bakmak lazım. Mülteciler ülkelerine geri dönemediği sürece entegrasyonun sonucu ve gideceği nokta vatandaşlıktır. Bu kavramın Türkiye Cumhuriyeti Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasası’nda “uyum” ve “harmanizasyon” şeklinde tanımları var. Türkiye, Suriyelileri geçici olarak kabul ettiğini var saydığı için, Türk toplumu ile tam bir uyum yasanın metninde de, ifadelerinde de yoktur.

‘STATÜ MÜLTECİLERİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİ KALDIRIR’

Türkiye imzacısı olduğu Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’nin ilk 33 maddesini geçerek vatandaşlık hakkını içeren 34’üncü maddesine atladı. Bu mümkün mü? Nasıl doğrudan 34’üncü maddeye geçebiliyor?

Bu sıranın izlenmesi gibi bir mecburiyet yok. Herhangi bir ülke mülteci statüsü tanımadan “vatandaşlığa alıyorum” diyebilir. Türkiye bunu daha önce de belli gruplara uyguladı; örneğin 80’li yıllarda Afganlara, Ahıska Türklerinin ve Bulgaristan’dan gelen soydaşların bir kısmına  vatandaşlık verdi. Önemli olan daha genel olarak ülkelerin, kapılarını açtığı mültecileri önce entegre etmesi ve hazırlaması. Uluslararası hukuk açısından vatandaşlık daha arzu edilen bir durum. Ancak birçok ülkede vatandaşlığın siyasi açıdan hassas bir konu olduğu varsayılıyor. Çünkü vatandaşlık demek oy vermek, seçme, seçilme hakkı demek. Yani mülteci haklarının ötesinde bir şey. Dolayısıyla her ülkede biraz endişe ile karşılanabilir. Onun için en azından bir süre entegre edin, onlar yeni bir hayat kursunlar daha sonra vatandaşlığa geçip geçmeme konusunda da devlet karar versin diyor sözleşme. Dolayısıyla bir devlet “Ben mülteci statüsü vermeden de vatandaşlığa alıyorum” derse alsın ama vatandaşlığa aldıktan sonra da kanuni, yasal statüler tek başına bir şey ifade etmiyor. Bunların kullanılabilmesi için yine ayrıca entegrasyon benzeri eğitimlerin verilmesi lazım ki en kısa zamanda yardıma muhtaç olmaktan çıkıp üretici hale gelsinler.

3 milyon Suriyeli mülteciye aynı anda mülteci statüsü tanımak mümkün mü?

3 milyon insanın şu andaki durumlarına bakmak lazım... Bir kere çaresizler, çözümsüzler. Ülkelerinde güvenli ortam ne zaman sağlanacak kimse bilmiyor ve kısa zamanda barışın gelmesi kimsenin pek ihtimal verdiği bir şey değil. Başka bir ülkeye geçmek, yerleştirilmek de Trump’ın son hamlelerinden sonra iyice zorlaştı. Çok özel hassas gruplar gönderiliyordu, onların da gitmesi durduruldu. Statü tanınmaya Suriyelilere acıyarak, onlara paralar vererek, karınlarını doyurarak, ekmeğimizi, kıyafetimizi, evimizi vererek destek vermek insani açıdan güzel ama bir çözüm değil. Dolayısıyla bu insanlara en azından bir defaya mahsus olmak üzere statü verilebilir. Çünkü öbür türlü 3 milyon insanı tek tek “niye geldiniz” diye mülakata tabi tutmak zor. Statü verildiği zaman mültecilerin önündeki engeller kaldırılmış olur. Statü tanındığı taktirde kayıt dışı çalışmanın önüne geçilebilir.

ÖNCEKİ HABER

Avustralya'da düşen uçak AVM'ye çarptı

SONRAKİ HABER

İzmir'de çift bilet uygulaması iptal edildi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa