24 Nisan 2017 01:00

Suriye politikasının aynası: Harran ve Defne!

Suriye politikasının aynası: Harran ve Defne!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Harran ve Defne 16 Nisan Referandumunda rekor kıran ilçeler olarak gündeme geldiler. Harran yüzde 96,8 ile en fazla ‘evet’in ve Defne de yüzde 93,5 ile en fazla ‘hayır’ın çıktığı ilçe oldu.

Bir yanda Kuzey Mezopotamya uygarlığının en önemli merkezlerinden biri olan, dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu Harran. Öte yanda antik Yunan ve Roma uygarlığının en önemli merkezlerinden biri olan, adını Yunan mitolojisinden alan Defne. İkisi de Suriye sınırının dibinde nüfusunun büyük çoğunluğu Arap yurttaşlardan oluşan iki ilçe.

Acaba böylesine benzer özellikleri olan bu iki ilçeyi, iki uca savuran şey neydi?

Üstelik sadece Harran ve Defne değil, ‘evet’ ve ‘hayır’ın en fazla çıktığı ikinci ilçeler de aynı özellikleri gösteriyordu. Harran’ın hemen güneyinde Suriye sınırındaki Akçakale ‘evet’in ve Defne’nin komşusu Samandağ da ‘hayır’ın en fazla çıktığı ikinci ilçelerdi.

Nüfusunun büyük çoğunluğu Arap olan bu dört ilçeyi ayıran şey, Harran ve Akçakale’nin Sünni Arap ve Defne ile Samandağ’ın Alevi Araplardan olmasıydı. Ve bu ilçelerin böylesine iki uca savrulması, AKP-Erdoğan iktidarının 2011’den bu yana sürdürdüğü Suriye’ye müdahale politikasının dolaysız bir sonucuydu.

Harran ve Defne’ye bakarak söylenebilecek ilk şey, 16 Nisan Referandumunun sadece ‘başkanlık rejimi’nin oylandığı bir seçim olmadığıdır. Bu referandum, AKP-Erdoğan iktidarının 15 yıldır sürdürdüğü politikaların da oylandığı bir seçimdi. Bütün büyük kentlerin kaybedilmesinin AKP-Erdoğan’ı bu kadar kaygılandırmasının asıl nedeni budur.

Harran ve Defne’ye dönersek, AKP-Erdoğan iktidarının Suriye’ye müdahale politikasının sivri ucunu mezhepçi söylemler oluşturuyordu. İktidarın Suriye’ye müdahale ortakları S. Arabistan ve Katar’la birlikte sürdürdüğü mezhepçi söylem ve politikalar, hem ülke içinde, hem de Bölge (Ortadoğu) genelinde İslam coğrafyasının Sünni çoğunluğunu bu müdahale politikasına kazanmayı/yedeklemeyi amaçlıyordu. Suriye’deki egemenlik/paylaşım mücadelesinin böylesi bir görünüm kazanmasının en önemli sonuçlarından biri de dünyanın dört bir tarafından gelen cihatçı militanların Suriye savaşına katılmasıydı-ki bu militanların en önemli geçiş bölgesi Türkiye’nin sınır kentleriydi. Bununla birlikte G. Antep, Ş. Urfa, Kilis ve Hatay gibi sınır kentlerinde kurulan kamplar, uzunca bir süre cihatçılar için lojistik ve eğitim merkezleri olarak işlev gördü. Askeri eğitim verilmesiyle gündeme gelen ve CHP’li milletvekillerinin bile sokulmadığı Reyhanlı’daki Apaydın Kampı hala akıllardadır. Dolayısıyla iktidarın Suriye politikasından en fazla etkilenen yerler bu sınır kentleriydi.

Mezhepçi söylemlere dayandırılan müdahale politikasının sınır kentlerine iki boyutlu bir yansıması oldu. Akçakale, Reyhanlı, Kilis gibi cihatçılarla mezhepsel yakınlık kuran Sünni yerleşim yerlerinde bir ‘cihat pazarı/ekonomisi’ ortaya çıktı. Cihatçıların sınırlardan geçirilmesinden petrol ticaretine varana kadar böylesi yerleşim yerleri için Suriye savaşı ciddi bir ekonomik gelir kaynağı haline geldi. Öte yandan Defne, Samandağ gibi Alevi Arap yerleşim yerlerinde Suriye’de katliamlar yapıp Hatay’a dinlenmeye, tedavi olmaya gelen/getirilen cihatçılar ciddi bir tedirginlik yaratıyordu. Bir yanda iktidarın her fırsatta Esad’ın Alevi kimliğini öne çıkarıp bunu bir saldırı vesilesi yapması ve öte yandan radikal İslamcı çetelerin yaptıkları Alevi katliamları, ülkedeki Alevilerin Suriye’ye müdahale politikasını aynı zamanda kendilerine yönelik bir müdahale/saldırı olarak görmelerine, böyle hissetmelerine yol açıyordu. İş düne kadar aralarında hiçbir sorun olmayan Alevi ve Sünni vatandaşların düşmanlaşmasına ve hatta birbirlerine karşı silahlanma söylentilerine kadar varmıştı.

İktidar bu dönem boyunca uyguladığı politikaların toplumda yarattığı tahribatı görüp müdahale politikasından vazgeçmek bir tarafa dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Haziran 2013’te Reyhanlı’da gerçekleştirilen bombalı saldırıdan sonra, “Reyhanlı’da 53 Sünni vatandaşımız şehit edildi” söyleminde olduğu gibi yangına körükle gitmeye devam etti.

İşte Harran ve Defne, o günden bugüne sürdürülen bu politikanın eseridir. AKP-Erdoğan iktidarının toplumun fay hattıyla nasıl oynayıp derin bir kamplaşma yarattığının fotoğrafıdır-ki elbette bu fotoğrafın diğer yüzünde iktidarın Kürt kentlerindeki yıkım-çatışmalarla birlikte Rojava’da Suriye Kürtlerine karşı yürüttüğü saldırı politikaları yer almaktadır.

Nihayetinde gelinen yerde referandumda ortaya çıkan ve iktidarın sonunu görüp kaygılanmasına yol açan sonuçlar Alevi-Sünni, Türk-Kürt bu ülkede yaşayan halkların eşitlik temelinde barış ve kardeşlik içinde yaşayacağı bir geleceği kurmanın olanaklarını da arttırmıştır. Bu temelde meşru olmayan referandum sonuçlarına ve iktidarın ayrıştırıcı politikalarına karşı halkların demokratik birliğine dayalı demokratik bir anayasa mücadelesi  önümüzdeki dönemde daha da önem kazanmıştır. Harran ve Defne’de ortaya çıkan sonuçları doğru okumanın yolu da en geniş halk kesimlerinin böylesi bir mücadele etrafında birleştirilmesinden geçmektedir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa