YAZARLAR

Suriye penceresindeki buzlu cam

Seçimden sonra bütün siyasi gündemi -birbiriyle de ilişkilendirerek- Suriye ve Kürt politikasına yükleyen iktidar bir sarkaç çalıştırıyor. Bir tarafta istediğini almış, bölge gücü olduğunu kanıtlamış ülke iddiası, diğer tarafta “kendi planını” uygulama konusunda gözünü karartmış, yalnız ve kararlı ülke havası olan bir salıncak işliyor adeta.

Türkiye’nin doğrudan iç siyasi meselesi haline gelmiş Suriye başlığında önemli gelişmelerin, tartışmaların yaşanacağı bir haftaya doğru ilerliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan önümüzdeki hafta ABD’ye gidiyor ve sık tekrar ettiği restleşmelerde kalıcı bir sonuç sağlamak için 25 Eylül’de Trump ile verimli bir temas imkanı kovalayacak. Bunun çok kolay olmayacağı konusunda bir değerlendirmeyi Murat Yetkin yazdı.

Takip eden günlerde -28 Eylül’de- CHP de, uluslararası bir Suriye konferansı düzenleyecek. Pek çok ülkeden ve çeşitli pozisyonları temsilen konuşmacılar çağrılmış olmasına rağmen Suriye Kürtleri’nin (PYD) çağrılmamış olduğu konferansa biçilen rol için, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz “Elimizi taşın altına koyma zamanı geldi” diyor.

Bu arada alanda birkaç noktada gerilimin yükseldiği, olası bir harekat için yığınaklar, sağlık personeli takviyesi gibi işaretlerin arttığı yolunda haberler geliyor. Birleşmiş Milletler’deki ateşkes girişimleri vetolarla sonuçsuz kalınca İdlib’in yeniden ısınacağı beklentisi de artıyor. Aynı anda olması imkansız seçeneklerden, birbirinin tam zıttı olasılıklardan eş zamanlı söz ediliyor.

Meselenin bölgenin sınırlarını aşıp dünyadaki güç mücadelesiyle ilişkilenen, çok taraflı, çok yönlü karmaşık yanları olduğu, bunların her birinin de önceliği değişen yeni çatışma hatlarıyla daha çetrefil –katmanlı- hale geldiği ortada. Bu nedenle diplomatik, ekonomik ve askeri açılardan bazı dosyalar kapanırken yenileri açılıyor veya yenilenen bir içerik kazanıyor. Ancak 2010 yılında başlayan Arap Baharı’nın en uzun sahnelerinden biri olan Suriye parantezinin, şimdiye kadar olduğu gibi pozisyon zenginlikleri yaratarak devam etmeyeceği konusundaki görüşler giderek ağırlık kazanmaya başladı. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un “Aslında bu savaş bitti” açıklaması da bu çerçevede okunabilir. Uluslararası düzeyde Suriye sahnesi, yeni perdelerle yeni hikayeler açan bir oyundan çok on yıllık bir parantez olarak galiba son perdeye doğru ilerliyor. Fakat hem buraya taşınmış Suriye hem Suriye’ye taşınmış Türkiye resmi dolayısıyla bir süre daha iç politik gündemin önemli bir parçası olmaya devam edecek. Bu, sadece fazlasıyla iç içe geçmiş sorunların yarattığı tablonun zorunlu bir sonucu olarak değil biraz da böyle tercih edildiği –hem iktidar hem muhalefet tarafından- için böyle.

Seçimden sonra bütün siyasi gündemi -birbiriyle de ilişkilendirerek- Suriye ve Kürt politikasına yükleyen iktidar bir sarkaç çalıştırıyor. Bir tarafta istediğini almış, bölge gücü olduğunu kanıtlamış ülke iddiası, diğer tarafta “kendi planını” uygulama konusunda gözünü karartmış, yalnız ve kararlı ülke havası olan bir salıncak işliyor adeta. Anti emperyalizm, ümmetin umudu, milliyetçiliğin son kalesi ve daha pek çok renkteki bayrağın kenarlarından sallandığı bir salıncak. Her salınmasında içinde olanları da seyredenleri de hipnotize eden bir sarkaç. Gerilimi istenen seviyede tutan ama düzenli salınımla hafif bir uyku rehavetini de yedekte bulunduran bir hal. Sallanırken -15 günlük periyotlar halinde- bir seferinde “Oyalanmaya tahammülümüz yok, göbeğimizi kendimiz keseriz” resti diğer seferinde “Türkiye’nin olmadığı formüllerin işlemeyeceği görüldü” sözleri. Başarı havasına doğru yol alırken “bizden habersiz kuş uçmaz”, gerilimin gazına basarken “arkamızdan iş çeviriyorlar” iddiası. İleriye giderken peşine taktığı “eleştirileri”, geri gelirken “memleket mevzubahisse destekleriz elbette” haline çevirme becerisi.

Suriye’deki Suriyeliler, Türkiye’deki Suriyeliler, buradaki Kürtler, oradaki Kürtler, buradan oraya giden cihatçılar, oradan buraya gelecek olan Selefiler, Aleviler-Sünniler, giren askerler, çıkan tehlikeler. Herkesin üzerine derin siyaset –gürültülü siyasetsizlik- kurabileceği kadar çok malzeme. Fukaralık, taciz ve her türlü melanetin, bu ülkedeki her sorunun müsebbibi gösterilen günah keçileri, her manevraya veya hareketsizliğe uyacak bahane zenginliği, her gelişmeyi açıklayabilecek komplo iddiaları. İslamcılıktan milliyetçiliğe, mezhepçilikten Avrasyacılığa, solculuktan kaba faydacılığa her siyasi pozisyon için, yerine getirilmesi gerekenleri bir kenarda tutarak söylenebilecek kadar çok söz, çok ilkeli-tutarlı olmayı gerektirmeyen bol pozisyon var. Sekiz yıldır neredeyse bütün siyasi iddialarda maceralı bir yolculuk yapmış ama gittiği mesafeyi anlatamayan iktidarın dışındaki diğer siyasi oyuncular da, böyle verimli ve biraz da zorunlu bir oyun sahası oldukça, bu kadar güçlü çağrılar sürdükçe meseleye kayıtsız kalamıyor. Her şeyin bağlandığı mesele yumağı ile oynamanın mahmurluğuyla o yumaktan çıkan ipin ucunu takip etme zorunluluğu biraz karışıyor.

Dünyadaki güç dengelerinin, bu dengelerin yenilendiği dönemlerdeki sert mücadelelerin, küresel siyasi süreçler kadar temasta olan bütün ülkelerdeki iç siyaset üzerinde de etkili olduğuna kuşku yok. Yakın zamanda kaybettiğimiz Wallerstein’ın dünya sistemleri teorisi bize bunu öğretti. Pek çok siyasi gelişme, bu ana çatışmadan yansıyan çıktılarla biçimleniyor. Yine önemli siyasi hamleler bu ana çatışmaları dikkate almadan kurulamaz veya etkili olamaz. Suriye, bu temel çatışmanın önemli sahnelerinden biri olarak uzunca bir süredir karşımızda ve birçok açıdan artık fazlasıyla “içimizde”. Ancak Suriye’nin dünyanın en önemli meselesi, Türkiye’nin baş sorunu olduğundan niye bu kadar eminiz? Suriye’den bu ülkeye yansıyan/yansıtılanları, ihraç veya ithal edilen bütün meseleleri, burada başka bir kullanım için yeniden biçimlenen her iddiayı, diğer her şeyi önemsiz hale getiren bir hakikat haline getirmenin bir sınırı olmalı. Kürt siyasi hareketinden ana muhalefete, iktidar partisinden onun ortaklarına kadar herkes, Suriye meselesine köreltici bir öncelik tanımaya fazla meyyal. Herkes bir yere varmayan, başka bir meseleye yer bırakmayan kayık salıncağı sallamaya çok hevesli.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).