01 Nisan 2020 00:32

Sosyolog Bülent Küçük: İktidar sürü bağışıklığı politikası uyguluyor

Sosyolog Bülent Küçük, "Anladığımız kadarıyla, Türkiye’de resmi ismi konulmamış olsa da sürü bağışıklığı -herd immunity- politikası uygulanıyor" dedi.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Şerif KARATAŞ

Sosyolog Bülent Küçük, iktidarın koronavirüs salgını nedeniyle üzerindeki sorumluluğu atıp çeşitli toplumsal kesimlerin sırtına yüklediğine dikkat çekti. Küçük “Anladığımız kadarıyla, Türkiye’de resmi ismi konulmamış olsa da sürü bağışıklığı -herd immunity- politikası uygulanıyor. Bu şartlarda sınıfsal ve bedensel olarak güçlü olanlar ayakta kalacak “dedi. Küçük, devletin bu seçimiyle orta ve üst sınıfları memnun ettiğine, herkesin değil bizatihi evde kalabilenlerin devleti olduğuna dikkat çekti.

Kovid-19 (koronavirüs) salgınıyla boğuşan dünyanın ve Türkiye’nin durumunu Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Bülent Küçük’le konuştuk. Türkiye’de koronavirüs salgınıyla ilgili derin bir kuşku olduğunu belirten Küçük, bunun nedeninin de devletin demokrasiden ve hesap verebilir katılımcı ve şeffaf kurumlardan yoksun olmasından kaynaklandığını söyledi.

Koronavirüs salgınının her şeyden evvel toplumsal yapıdaki muhtelif eşitsizliklerin görünür kılmasını sağladığına vurgu yapan Küçük şunları söyledi:

“Bu kriz, kapitalizme içkin olarak zaten bildiğimiz çeşitli ve çok katmanlı eşitsizlikleri ve çatışmaları daha görünür hale getirmiş oldu. Bu durum da şunu gösteriyor: Sadece Türkiye’de değil, dünya ölçeğinde toplumsal elitler, her şartta kendileri için savaşacak ve kendileri için çalışacak geniş toplumsal kesimlere ihtiyaç duyarlar. Elitler ancak bu şartlarda- hizmetlerin ve malların kendileri için üretilmeye devam edildiği bir dünyada-, kendilerini evlerine izole edebilmektedirler. Mevki, makam ve mülk sahibi (özellikle Türkiye gibi 3. dünya) elit sınıfların olağan dışı şartlarda da sanayide tarımda ve hizmet sektöründe çalışacak işçiden ve cephede savaşacak askerden -kısa bir süreliğine dair olsa- feragat edemediğini görüyoruz.”

"EVDE KAL" ÇAĞRISI SINIFSAL

Evde kal çağrısının sınıfsal yönüne vurgu yapan Bülent Küçük şunları söyledi: “Evde kalma lüksünü, satın alanlar ve satın alamayanlar var. Ve bu da toplumsal eşitsizliğin en çok görünür kıldığı yerdir. Buradaki evde kalabilme özgürlüğü daha çok beyaz yakalıların, orta sınıf, üst orta sınıf, eğitimlilerin alabileceği ve yapabileceği bir tutum iken, daha maddi üretim içinde bulunan işçiler ve emekçiler, sağlıkçılar ve diğer küçük orta ölçekli yerlerde, hizmet sektöründe çalışan bazı kesimlerin tamamı evde kalabilecek imkanlara sahip değiller. Ve bunlar toplumun çoğunluğunu oluşturuyor. Aslında “evde kalamayanlar” kategorisinde bulunan kesimler içinden geçtiğimiz süreçte toplumu (ve devleti) yeniden üretiyorlar. Yani toplumun yeniden kendisini üretebilmesinin şartlarını bu çalışan ve evde kalamayanlar üretiyor. Evde kalanların emeği eksik olsa da biz hayatta kalabiliyoruz. Aslına bakarsanız burada kapitalizme içkin olan bir paradoksun çıplak şekilde görünür olması ile karşı karşıyayız. Bir yandan, toplumu ve elbette değeri (zenginliği ve refahı) mümkün kılan şeyin, yine toplumsal iş bölümüne dayanan emek, üretim ve tüketim dinamikleri ve pratikleri olduğunu görüyoruz. Emekçiler her gün işe giderek bize mal ve hizmet üretmeden biz evimizde “kendi OHALimizi” ilan edemiyoruz. Bu gerçeği idrak ediyoruz diye ümitleniyorum.”

"BU VİRÜS TOPLUMSALLIĞI VE SİYASETİ İLGA EDİYOR"

Küçük’ün üzerinde önemli durduğu bir nokta ise, salgınla birlikte tüm kamusal mecraların kapatılması, toplumun ve nihayet siyaset yapmanın topyekün neredeyse ilga edilmesiyle ilgili oldu. Toplumsallığı mümkün kılan bütün mekanizmaların ve bütün müşterek alanların kapatılmış vaziyette olduğunu anlatan Küçük, şunları söyledi: “Türkiye gibi çeper ülkelerde zaten zayıflamış ve ortadan kaldırılmış olan demokratik kurumlar, parlamento, mahkemeler, medya gibi bütün kurumların topyekün ilga edildiği şartlarda, koronavirüsle toplumsal hayatın topyekün bitirilmesi, kamusal mecraların ortadan kaldırılması, bütün demokratik ara kurumlarının da tamamıyla görünmez kılınmasıyla beraber, süregelen otoriterlik bir nevi de facto diktatörlük biçimi haline geldi. Dolayısıyla literatüre baktığınız zaman şunu görüyorsunuz: Bu süreç aslında bütün dünyada otoriter rejimleri besliyor, devleti mutlaklaştırıp totalleştiriyor. Çünkü var olan rejimler daha önce hiç sahip olmadıkları yetkilere ve kapasitelere kavuşmuş oldular ve bu süreç geçtikten sonra bu yetkileri bırakmayabilirler.”

Kapitalizmin yaşadığı krizlerin virüsle birlikte üst üste binerek katmanlaştığını ve bunlara karşı ulusal ölçekte var olan kurumların eksik ve yetersiz kaldığını bir kez daha ortaya koyduğunu anlatan Küçük, “Devletin otoriterleşip kapanmasına paralel olarak toplumsal alanda daha demokratik ve evrensel bir imgelemin belirmesine de tanıklık ediyoruz” ifadelerini kullandı.

"DEVLETİ AŞAN GLOBAL KURUMLARA İHTİYAÇ VAR"

Kapitalizmin 18’inci yüz yılda ortaya çıkan ulus devletin iktisadi, emeği, piyasayı, toplumu vs. tek başına kendisini idare edebileceği bir devlet formatı içinde kendisini var ettiğini hatırlatan Küçük şunları söyledi: “Kapitalizmi mümkün kılan şey, emeğin ve metaların dolaşımını durdurulmasıyla karşı karşıyayız şu an büyük ölçüde. Dolayısıyla kapitalizmi mümkün kılan şey aynı zamanda kapitalizmi ve küresel rejimi dipten sarsan faktör haline geliyor. Onu mümkün kılan şartlar onun düşmanı haline geliyor. Dolayısıyla insanların çalışmaması, az tüketmesi, yani insanların hayata katılması değil, hayatı durdurması rejimi küresel olarak sarsmaktadır. Bu da bize eylemlilik, görünürlük değil, çekilme, hayatı durdurma hamlesinin kendisinin var olan küresel rejim sarstığını göstermiş oldu.” Ortaya çıkan meselinin global olduğunu belirten Küçük, “Global ölçekte örgütlenmiş daha eşitlikçi ve kolektif, devleti aşan yapılar ve kurumlar üzerinden baş edebileceğimizin idrak edilmesine belki vesile olabilir” dedi.

"EVDE KALABİLENLERİN DEVLETİ" OLDUĞU GÖRÜLDÜ

Türkiye’de iktidarın koronavirüs salgınına ilişkin politikasıyla ilgili Küçük şu değerlendirmelerde bulundu: “Rejimin sınıfsal seçimi sanki -çeşitli sınıflar içinde konumlanmış olan- insanların bireysel seçimiymiş gibi göstererek, bütün sorumluluğu kendi üzerinden atıp, bunu ilgili toplumsal kesimlerin sırtına yüklüyor. Anladığımız kadarıyla, Türkiye’de resmi ismi konulmamış olsa da sürü bağışıklığı -herd immunity- politikası uygulanıyor. Bu şartlarda sınıfsal ve bedensel olarak güçlü olanlar ayakta kalacak, çürük, verimsiz veya işlevsiz olanlar elenecek. Çalışmak zorunda kalanlar, zaten çalışacak, çeşitli birikimlere sahip olan üst, orta sınıf kesimler de evde kalarak ve evi iş alanına dönüştürerek- hastalıktan görece daha korunaklı bir vaziyette kalmış olacaklar. Dolayısıyla devlet bu seçimiyle orta ve üst sınıfları memnun ederek, kendisinin herkesin değil bizatihi bu evde kalabilenlerin devleti olduğunu görünür kılmaktadır.”

ÖNCEKİ HABER

Gazeteci Ruşen Takva "Halkta korku ve panik yaratmak" iddiasından ifade verdi

SONRAKİ HABER

KHK’li Platformları Birliği: KHK’liler salgına karşı en savunmasızlar arasında

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa