Cemil Ertem

Cemil Ertem

dr.cemilertem@gmail.com

Tüm Yazıları

Türkiye’nin bir müddettir karşı karşıya kaldığı ve TL’nin hızla değer yitirmesiyle ortaya çıkan spekülatif atakların durduğunu ve kurda beklenin sakinleşmenin gerçekleştiğini görüyoruz. Ancak bu süreç bize bazı gerçekleri ve sorunları gösterdi. Öncelikle bunları tespit etmemiz ve gereken reformları ve tamiratları da yapmamız gerekiyor. Daha da açık söylemek gerekirse, 24 Haziran seçimlerinden sonra ekonomide yaşanılanların adata bize ayna tuttuğunu düşünenlerdenim. Tabii ki bunun adını da koymak gerekiyor. Bu bağlamda şu tespiti yapabiliriz:

Haberin Devamı

Yaşanılan bir finansal kriz ya da reel sektör krizi değildi ancak gerekli adımlar atılmasaydı hızla bir reel sektör krizine dönüşme potansiyeli taşıyan hatırı sayılır bir türbülanstı... Önceden kurgulanmış ya da kendiliğinden (bu bütünüyle sonuçlar ve sonuçların yol açtığı hasardan ayrı bir tartışma konusudur) gelişen kur atakları ve bunların sonucunda reel sektörün artan borçluluk, fiyatlama, finansman ve satış sorunları ile karşı karşıya kalması bundan sonra üzerinde durmamız ve çözmemiz gereken sorunlar zincirinin temellendiği yerdir.

Ortaya çıkanlar

1- Türkiye’de büyümenin ivmelenmeye başladığı 2010 yılından itibaren özel sektör, özellikle monopol ve oligopol piyasa oluşturan gruplar, banka sistemi üzerinden, çok da planlı olmayan bir stratejiyle borçlanmış. Bu borçlanma, aynı zamanda, cari açık ve üretim bazlı enflasyon dinamiklerinin de temellendiği yerlerden biri.


2 - Ancak bu kaynaklar -borçlanma- düşmeye başlayan kâr oranlarını telafi edecek yeni, verimliğini yüksek alanlara değil de, örneğin yurt dışındaki, kısa vadede getirisi düşük, hizmet sektörü yatırımlarına gitmiş. Verimsiz alanlara yatırım ve yüksek finansman talebi içeride faiz oranlarını önce yavaş sonra hızlı olarak yukarı çekerek üretim enflasyonunun temelini atmış.


3 - Burada çok açık olarak banka sektörümüzün temel zaafı da ortaya çıkıyor. Bankalar da bu monopol-oligopol piyasası gruplarını, gözlerini kapayarak fonlamışlar. Bu gruplar, çok ilginç bir şekilde, bu yurt dışı yatırımlarını yurt dışı bankalardan fonlamayı da seçmemişler. Eksik teminatla Türk bankaları üzerinden fonlamışlar. İşte tam burada bütün banka yönetimlerinin bence önlerine bir hesap düşüyor. Ancak şu an bile Türk Banka Sistemi dünyanın en sağlam sistemlerinden. Buradaki sorun yanlış plasman sorunu...

Haberin Devamı


4 - İşin bir diğer ilginç yanı da yurt dışı yatırımları ya da içerideki verimsiz harcamaları için bu hesapsız fonlamayı yapanlar, aynı zamanda, Türkiye’deki dış ticaret açığının da baş sorumlusu olan “büyükler.”

Sonuçlar

O zaman bütün bunlardan şu sonuç ortaya çıkıyor: Monopol-oligopol piyasalarını oluşturan “büyüklerin” öncelikle banka sistemiyle ilişkisi sorunlu; ikincisi bunların verimlilikleri (kâr oranlarının düşme eğilimi) ve buna bağlı yatırım stratejileri de sorunlu.

Şimdi bu türbülansla ortaya çıkan en temel sorunumuz bu. Peki, başka yok mu? Tabii ki var. Bir diğer temel sorun finansal sistemin yalnız banka ağırlıklı olması ve reel alanların fonlanmasının neredeyse yüzde 90 oranında, sermaye piyasalarını dışarıda tutarak, banka sistemi üzerinden yapılması.

Haberin Devamı

Bu durum, aynı zamanda, yukarıda da anlattığımız monopol gruplar-banka sistemi arasındaki “tehlikeli” ilişkiyi de doğuruyor.

Bankaların kaynaklarının yanlış kullanılması ve buna bağlı olarak, ekonomide tekelci eğilimlerin artması, kar oranlarının, zaman içinde, paradoksal olarak düşmesine yol açıyor ki, bu durum, yine zaman içinde gelir dağılımını bozan bir dinamiği de öne çıkartıyor.

Bir diğer temel sorun, KOBİ’leri daha da rekabetçi yapacak, onları finansal türbülansta daha az etkileyecek reformlar konusundaki gecikmedir.

Ancak bu konuda son zamanlarda gerçekçi adımlar da atılmıştır. Örneğin KGF uygulaması ve alacak sigortası sisteminin üst yapısının düzenlenmesi gibi...

Ama her iki konunun da uygulanması aşamasında yapılacak çok şey vardır. Bilindiği gibi, KGF’de belli bir mesafe kaydedilmiş, alacak sigortası ise daha tam anlamıyla pratikte devreye girmemiştir.

Şunu da göz ardı etmemeliyiz; Türkiye, 15 Temmuz darbe girişimini yaşamış ve arkasından cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi sistem değişikliğini yapmış bir ülkedir. Siyasi sistem işleyişinin baştan aşağıya değiştiği bir ortamda ekonominin de aynı hızla değişmesini bekleyemeyiz. Burada da çok köklü bir değişimin ve yenilenmenin olacağı aşikârdır. Bu anlamda bu sürecin gerektirdiği reformları yapmak bundan sonra acil görevdir. Ayrıca yukarıda sıraladığımız temel sorunların çözümü için de hangi adımların atılacağı zaten sorunların içinde gizlidir. Ancak bunları zaman içinde, başka ülke örneklerini de ele alarak, burada yazmaya da çalışacağım.