Sorgulamak; işin hikmetini öğrenmek amacıdır. Sorgulamak, akıl kârıdır ve tanımak için olmalıdır.
Allah insana cüzi bir irade vermiştir. Bu irade ile insan düşünme ve mukayese etme gücüne kavuşur. Aklını kullanmayan kişi her türlü yanlışı, şirki, günahı işlemeye kâfi gelir.
Bu konuda birkaç gün önce gazetemiz yazarlarından kıymetli Mustafa Aslan abimizin köşesindeki "Hala akletmez misiniz" isimli yazısından şu bölümü bir kez daha dikkatinize sunmak istiyorum;
"Bize zekâ ile aklı aynıymış gibi tarif eder, anlatırlar ama asla aynı değildir!
Zekâ; bitkilerde, hayvanlarda ve bütün mahlûkatta vardır ama akıl, zekâ ile birlikte sadece insanda vardır. Avlanan etobur vahşide de, av olmamak için kaçan otobur vahşide de zekâ vardır. Kaçma ve kovalamaları bu zekâları sayesindedir. İnsanda da zekâ vardır ama zekâsı aklının kontrolündeyse insan-ı kâmil, aklı zekâsının kontrolündeyse esfel-i safilîndir insan!"
Gerek dini gerekse milli konularda artık aklımızı kullanmıyoruz. Mesela, ekmek alırken pişkinini, domates alırken tazesini seçmek zekice bir harekettir ama bu ticareti helal para ile yapabilmek ise akıllıcadır. Toplum menfaatini veya ahiret hayatımızı ilgilendiren konularda zekice mi yoksa akıllıca mı tercihler yapıyoruz! Toplumsal meseleler önümüze geldiğinde gerekli olan ilmi tahsil etmek şöyle dursun bu konularda istişare etmekten bile kaçınır hale geldik.
Peki, neden böyle?
Bu durumun en önemli nedeni aklımızı kullanmaya ve sorgulamaya ihtiyaç duymuyoruz! Çünkü ihtiyacımız olan bilgi ve kabullerimizi doğru olan kaynaklardan değil kolay ve gelişigüzel yollardan elde ediyoruz.
Bu yolları şöyle sıralayabiliriz:
1- İçinde yetiştiğimiz toplumdan, cemaatten veya büyüklerimizden edindiğimiz bilgiyi öncelikli kaynak kabul etmek, aklımızı kullanma ve sorgulamanın önünde aşamadığımız en büyük engellerden biridir. Bu konuda Hz. Allah bizleri şöyle uyarmaktadır: "Ne zaman onlara, 'Allah'ın indirdiklerine uyun' denilse, onlar, 'Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız' derler. Ya ataları, akıllarını kullanmamış ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?" (Bakara, 170).
2- Olaylarda hikmeti anlamak yerine kabul ettiğimiz kişi ve görüşleri eleştiri ve yoruma kapatarak "onlar ne derse doğrudur" demek suretiyle her türlü fikre ve düşünceye kapılarımızı kapatıyoruz. Hâlbuki İslam ve medeniyetimiz, kişiyi değil kişiliği esas alır.
3- Dini ve milli değerlerimizi kurallara, İslam'ı ise simgelere bağlayan bağnaz bir anlayış da sorgulamanın önündeki en büyük engeldir. Bugün maalesef toplumda İslam; sakal, sarık ve cübbe giydirilen bir gelenek veya düşünce/mezhep halini aldı. Hâlbuki Hz. Peygamber Efendimiz, "Allah sizin cisimlerinize değil kalplerinize bakar" buyururken, Yunus Emre ise, "Dervişlik olsaydı tâc ile hırka, biz dahi alırdık otuza kırka" diyerek işin esasının gönül ve ilim olduğunu beyan etmişlerdir.
4- Aklını kullanmaya ve sorgulamaya engel olan nedenlerden biri de, "Ne yani! Bu kadar kişi yanlış mı biliyor?" sendromudur. Bir meselede genel kanaat ne ise ona inanmak için aklı kullanmaya gerek görmüyoruz! Kalabalıklar ne diyorsa o?
Artık bu yanlış kanaatlerimizden vazgeçmeliyiz.
Sorgulamadan, bilgi sahibi olmadan bir fikri sahiplenmenin çeşitli sorunları da beraberinde getirdiğine yeteri kadar şahit olmadık mı?
Sorgulayarak tecrübe edilmeyen her bilgi, hakikati anlaşılamayan bir ezber ve körü körüne bir kabuldür. Ezberci kişi ve toplumlar ise her zaman kullanılmaya ve işgale hazır insan yığınlarıdır.
Bugün emperyalist batı dünyası toplumları daha kolay yönetebilmek için ezberciliğe önem verir. Akıl yürütmeyi ve sorgulamayı takdir etmezler.
Bu sebepledir ki, İngiliz tarihçi Arnold Toynbee,1960 yılında yazdığı kitabında şöyle diyor; "Güney Müslümanlığı (Fas'tan Arabistan'a kadar olan bölge) bizim için tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir şeyh satın alır, oralardakilerin hepsini istediğiniz gibi yönetirsiniz. Ancak bizim için asıl tehlikeli olan kuzey Müslümanlığıdır, (İstanbul'dan Buhara'ya kadar olan Türk bölgesi) ve bizim için kuzey Müslümanlığı daha tehlikelidir. Bunlar bilimle, ilimle barışıktırlar ve o nedenle de çok tehlikelidirler, her zaman Atatürk gibi bir asi çıkarabilirler. Bu yüzden önlemi şimdiden alınmalıdır" demektedir.
Hz. Peygamber Efendimiz cehaletin belini kıran ve insanlara hikmet ilminin kapılarını açan bir Nebi olarak gönderilmiştir.
"Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik." (Bakara-151)
Buradan devam ile diyebiliriz ki, her türlü soru ve sorunlarımızın cevabı Ehl-i Beyt'in şahsında bir çözüm ile durmaktadır.
Her an hal yaşıyoruz. Bazen çok mutluyuz, bazen sinirli, bazen duygusal, bazen de yalnızlığa düşüyoruz. Tüm bu hallerde kulluğumuzdan, birlik ve beraberliğimizden ödünler veriyor muyuz?
Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Eğer, sabır insan olsaydı Ali olurdu, akıl insan olsaydı Hasan olurdu, cesaret insan olsaydı Hüseyin olurdu?"
Her halin bir de kemal noktası vardır. Her hali en güzel icra eden vardır.
Ehl-i Beyt bize en güzel örnektir.
Her türlü iddiamızdan yola çıkarak, değişik iddialarla karşımızda bulunanların samimiyetini ve liyakatini tartmaya layık en güzel terazi Ehl-i Beyt terazisidir.
Allah insana cüzi bir irade vermiştir. Bu irade ile insan düşünme ve mukayese etme gücüne kavuşur. Aklını kullanmayan kişi her türlü yanlışı, şirki, günahı işlemeye kâfi gelir.
Bu konuda birkaç gün önce gazetemiz yazarlarından kıymetli Mustafa Aslan abimizin köşesindeki "Hala akletmez misiniz" isimli yazısından şu bölümü bir kez daha dikkatinize sunmak istiyorum;
"Bize zekâ ile aklı aynıymış gibi tarif eder, anlatırlar ama asla aynı değildir!
Zekâ; bitkilerde, hayvanlarda ve bütün mahlûkatta vardır ama akıl, zekâ ile birlikte sadece insanda vardır. Avlanan etobur vahşide de, av olmamak için kaçan otobur vahşide de zekâ vardır. Kaçma ve kovalamaları bu zekâları sayesindedir. İnsanda da zekâ vardır ama zekâsı aklının kontrolündeyse insan-ı kâmil, aklı zekâsının kontrolündeyse esfel-i safilîndir insan!"
Gerek dini gerekse milli konularda artık aklımızı kullanmıyoruz. Mesela, ekmek alırken pişkinini, domates alırken tazesini seçmek zekice bir harekettir ama bu ticareti helal para ile yapabilmek ise akıllıcadır. Toplum menfaatini veya ahiret hayatımızı ilgilendiren konularda zekice mi yoksa akıllıca mı tercihler yapıyoruz! Toplumsal meseleler önümüze geldiğinde gerekli olan ilmi tahsil etmek şöyle dursun bu konularda istişare etmekten bile kaçınır hale geldik.
Peki, neden böyle?
Bu durumun en önemli nedeni aklımızı kullanmaya ve sorgulamaya ihtiyaç duymuyoruz! Çünkü ihtiyacımız olan bilgi ve kabullerimizi doğru olan kaynaklardan değil kolay ve gelişigüzel yollardan elde ediyoruz.
Bu yolları şöyle sıralayabiliriz:
1- İçinde yetiştiğimiz toplumdan, cemaatten veya büyüklerimizden edindiğimiz bilgiyi öncelikli kaynak kabul etmek, aklımızı kullanma ve sorgulamanın önünde aşamadığımız en büyük engellerden biridir. Bu konuda Hz. Allah bizleri şöyle uyarmaktadır: "Ne zaman onlara, 'Allah'ın indirdiklerine uyun' denilse, onlar, 'Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız' derler. Ya ataları, akıllarını kullanmamış ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?" (Bakara, 170).
2- Olaylarda hikmeti anlamak yerine kabul ettiğimiz kişi ve görüşleri eleştiri ve yoruma kapatarak "onlar ne derse doğrudur" demek suretiyle her türlü fikre ve düşünceye kapılarımızı kapatıyoruz. Hâlbuki İslam ve medeniyetimiz, kişiyi değil kişiliği esas alır.
3- Dini ve milli değerlerimizi kurallara, İslam'ı ise simgelere bağlayan bağnaz bir anlayış da sorgulamanın önündeki en büyük engeldir. Bugün maalesef toplumda İslam; sakal, sarık ve cübbe giydirilen bir gelenek veya düşünce/mezhep halini aldı. Hâlbuki Hz. Peygamber Efendimiz, "Allah sizin cisimlerinize değil kalplerinize bakar" buyururken, Yunus Emre ise, "Dervişlik olsaydı tâc ile hırka, biz dahi alırdık otuza kırka" diyerek işin esasının gönül ve ilim olduğunu beyan etmişlerdir.
4- Aklını kullanmaya ve sorgulamaya engel olan nedenlerden biri de, "Ne yani! Bu kadar kişi yanlış mı biliyor?" sendromudur. Bir meselede genel kanaat ne ise ona inanmak için aklı kullanmaya gerek görmüyoruz! Kalabalıklar ne diyorsa o?
Artık bu yanlış kanaatlerimizden vazgeçmeliyiz.
Sorgulamadan, bilgi sahibi olmadan bir fikri sahiplenmenin çeşitli sorunları da beraberinde getirdiğine yeteri kadar şahit olmadık mı?
Sorgulayarak tecrübe edilmeyen her bilgi, hakikati anlaşılamayan bir ezber ve körü körüne bir kabuldür. Ezberci kişi ve toplumlar ise her zaman kullanılmaya ve işgale hazır insan yığınlarıdır.
Bugün emperyalist batı dünyası toplumları daha kolay yönetebilmek için ezberciliğe önem verir. Akıl yürütmeyi ve sorgulamayı takdir etmezler.
Bu sebepledir ki, İngiliz tarihçi Arnold Toynbee,1960 yılında yazdığı kitabında şöyle diyor; "Güney Müslümanlığı (Fas'tan Arabistan'a kadar olan bölge) bizim için tehlike olmaktan çıkmıştır. Bir şeyh satın alır, oralardakilerin hepsini istediğiniz gibi yönetirsiniz. Ancak bizim için asıl tehlikeli olan kuzey Müslümanlığıdır, (İstanbul'dan Buhara'ya kadar olan Türk bölgesi) ve bizim için kuzey Müslümanlığı daha tehlikelidir. Bunlar bilimle, ilimle barışıktırlar ve o nedenle de çok tehlikelidirler, her zaman Atatürk gibi bir asi çıkarabilirler. Bu yüzden önlemi şimdiden alınmalıdır" demektedir.
Hz. Peygamber Efendimiz cehaletin belini kıran ve insanlara hikmet ilminin kapılarını açan bir Nebi olarak gönderilmiştir.
"Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik." (Bakara-151)
Buradan devam ile diyebiliriz ki, her türlü soru ve sorunlarımızın cevabı Ehl-i Beyt'in şahsında bir çözüm ile durmaktadır.
Her an hal yaşıyoruz. Bazen çok mutluyuz, bazen sinirli, bazen duygusal, bazen de yalnızlığa düşüyoruz. Tüm bu hallerde kulluğumuzdan, birlik ve beraberliğimizden ödünler veriyor muyuz?
Hz. Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: "Eğer, sabır insan olsaydı Ali olurdu, akıl insan olsaydı Hasan olurdu, cesaret insan olsaydı Hüseyin olurdu?"
Her halin bir de kemal noktası vardır. Her hali en güzel icra eden vardır.
Ehl-i Beyt bize en güzel örnektir.
Her türlü iddiamızdan yola çıkarak, değişik iddialarla karşımızda bulunanların samimiyetini ve liyakatini tartmaya layık en güzel terazi Ehl-i Beyt terazisidir.
Mustafa Doğan / diğer yazıları
- Algı yönetimi / 04.05.2023
- Küçülen insanı yüceltmek! / 09.04.2022
- Empati / 07.04.2022
- ‘Baba’ devlet! / 05.04.2022
- Her doğum bir tecellidir! / 01.04.2022
- Sözüm esnaf kesimine! / 28.01.2022
- İlm-i siyaset’te laiklik! / 18.09.2021
- Özgürlük mü esaret mi? / 11.09.2021
- Türk olun! / 12.06.2021
- İnsanı kazanmak! / 21.03.2021
- Küçülen insanı yüceltmek! / 09.04.2022
- Empati / 07.04.2022
- ‘Baba’ devlet! / 05.04.2022
- Her doğum bir tecellidir! / 01.04.2022
- Sözüm esnaf kesimine! / 28.01.2022
- İlm-i siyaset’te laiklik! / 18.09.2021
- Özgürlük mü esaret mi? / 11.09.2021
- Türk olun! / 12.06.2021
- İnsanı kazanmak! / 21.03.2021