SÂMİRAN TEHCÜRÛNE
(Büyüklük taslayarak, geceleri toplanıp ayetlerime karşı saçma sapan değerlendirmeler yapıyordunuz. 23/67)
İhtiyar dünyamız neler gördü, neler yaşadı ve daha neler yaşayacak! Var olan bilgilerden hareketle artık ihtiyar dünyamızın sonu gelmek üzere... Hz. Âdem’le başlayan insanlık tarihi ise günümüze ve hatta kıyamete kadar varlığını sürdürecektir.
Yüce Yaratıcı insanoğluna öylesine iki unsur vermiştir ki, bunlardan biri “iyiliği” diğeri “kötülüğü” telkin etmekte, insanoğlunu da bu iki unsurlarla karşı karşıya bırakmıştır. Tercihimizi kullandığımız unsur bizim gelecekteki mükâfat ve mücazatımızı belirleyecektir. Kazanacağımız mükâfat ve mücazatımızın hangisinin hayırlı, hangisinin şerli olduğunu anlayabilmemiz için değişik zamanlarda öğütçüler, rehberler göndermiş.
Gelen yaklaşık yüz yirmi beş bin veya iki yüz yirmi beş bin rehber, hayrın ve güzelin yolunu insanlara anlatmaya çalışmıştır. Lakin hiçbir öğütçü yoktur ki, nefsi emaresine mahkûm insanlar, yöneticiler tarafından taarruza, kötülüğe maruz kalmasın. Gerek ilahi kitaplar ve gerekse tarih kitapları geçmişte yapılan/yaşanan bu olayları anlatmaktadır.
Gençlik yıllarımda öğütçülerin öğütlerini dinlemeyip, hala içinde bulunduğu yanlışlıkları sürdürenlere, kötülüklerine devam etmelerine çok şaşırırdım. Selçuklu, Osmanlı veya Dünya tarihini okuduklarımda da aynı şaşkınlığı yaşadığımı hatırlıyorum.
Günümüzde yaşananlara bakıyorum da değişen hiçbir şey yok. Bu yüzden insanoğlu kimin yanında yer aldığına iyi bakmalıdır.
Süfli ve deni işlerin tavan yaptığı, haksızlık ve adaletsizliğin hâkim olduğu, insanlığın dip yaptığı dönemde Allah (cc) son öğütçüsü Hz. Muhammed’i (as) gönderdi. Hz. Muhammed (as) aldığı rehberlik göreviyle beraber insanlığın içinde bulunduğu kötülüklerden kurtulmaları için büyük bir çabanın içine girdi. Bu görevini ifa ederken bir yandan doğup büyüdüğü şehrin insanlarını, diğer taraftan da çevre kabileler ve devletleri hak ve hakikat adına uyarıyordu. Onları eteğinden tutup cennete götürmek isterken, onlar da cehennem yolunu tercihe çalışıyorlardı. Buna rağmen Efendimiz (as) onları bırakmıyor onlar için üzülüyordu. Üstelik bu konuda Rabbi kendini teskin ve teselli etmesine, vazifesinin sadece anlatmak olduğunu söylemesine rağmen. Mekkelilerin/akrabalarının kurtulmaları için kullanmadık, denemedik hiç bir metot bırakmadan tebliğ görevini ifaya çalışıyordu.
Rahmet peygamberinin tüm bu çabalarına rağmen nefsinin zebunu diğer kesim, tebliği geçersiz kılmak için alternatifler geliştiriyorlardı. Müşrikler Mekke’de bulunanları baskı, işkence ve farklı yöntemlerle baskı altında tutmaya çalışıyorlardı. Fakat dışardan geleceklere karşı ise ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
Son kurtarıcıyı ve getirdiği evrensel mesajı merak eden Mekke dışındakiler meraklarını gidermek için Mekke yolunu tutmuşlardı. Bu yüzden gece gündüz demden akın akın Kâbe’nin yolunu tutuyorlardı. Müşrikler ise bu gelişi önleyebilmek, gelenlerin peygamberi ve arkadaşlarını görmelerine mani olmak için yeni bir alternatif üzerinde çalışıyor, bu yüzden toplantı üstüne toplantı yapıyorlardı.
Kötülüğün öncüsü, iyiliğin önleyicisi bu insanların neyi nasıl yaptıklarını yıllar önce peygamber aşığı rahmetli Muhammed Hamîdullah’ın “İslam Müesseselerine Giriş” kitabını okurken gördüm. Kötülüğün öncüleri kötülüklerini icra etmek için toplandıkları ‘Daru’n-Nedve’de seçtikleri sefih insanlar vasıtasıyla, münavebeli olarak gündüz ve gece olmak üzere şehrin girişinde nöbet tutuyorlardı. O nöbetçiler merak saikıyla gelen yabancıların önüne geçerek geliş maksatlarını öğrenip ona göre yönlendirmede bulunuyorlardı. Diyelim ki, onlardan biri peygamberimizi ziyaret etmek istediğini söylemişse O’na (as) gitmelerine mani olmak üzere; “O (as) sizi kadından, içkiden ve benzeri dünyevi zevklerden mahrum bırakmak istiyor. Sen buna razımınsın? Oysa biz size öyle bir ortam oluşturduk ki, orada saydığım ve saymadığım tüm dünyevi zevkler mevcuttur” diyerek iyi niyetle gelip belki de Müslüman olacak bu insanların yolunu kesiyorlardı.
Hak ve hakikate mani olmaya çalışan bu yol kesicilere kutsal kitabımız; “SÂMİRAN TEHCÜRÛNE” demektedir. Bunlar her zaman her yerde olacaklardır.
“Karşınızda ayetlerimiz okunuyordu da siz bunu kibrinize yediremeyerek gerisin geri dönüyor, geceleyin de (grup halinde ve Beytin etrafında) hezeyanlarda bulunuyordunuz.” (23/66-67)
Bu olumsuz propagandaya kanıp kötülük merkezine gidenler olduğu gibi tüm zorlukları ve hatta yapılacak işkenceleri dahi göze alıp, onların önerdikleri tüm teklifleri reddederek rahmet peygamberinin yanına gidenlerde çok oluyordu.
Mensubu olmakla gurur duyduğumuz İslam dini bu zorlu aşamalardan geçerek günümüze kadar geldi. Kıyamete kadar da devam edecektir.
Bahsettiğim bu iki yol (Hak-Batıl); usul ve yöntemleri her ne kadar değişmiş/değiştirilmiş olsa da varlığını kıyamete kadar sürdürecektir. Nasıl cahiliye döneminde iyilerin ve iyiliklerin önüne engel oluşturmaya çalışanlar varsa bugün de aynısı mevcuttur.
İnsanları esir alan, evde yaşamaya mahkûm eden, küresel kriz haline dönüşen, binlerce insanın ölümüne sebep olan Coronavirüs sebebiyle evde “Kanal 24” TV’de Murat Çiçek’le Hikmet Genç’in yaptığı “Günün Manşeti” programını izliyordum. Çiçek ve Genç ismini vermek istemediğim malum bir zihniyet mensubunun, İslam’ı ve Müslümanları tahkir edici karikatür üzerinden izahatta bulunuyorlardı. Ne yalan söyleyeyim aklıma yol kesicilerin cahiliye döneminde kalmadığını fark ettim.
Ayrıca merhum Arif Nihat Asya’nın:
Yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor…
Diller, sayfalar, satırlar
(Ebu Leheb öldü) diyorlar;
Ebu Leheb ölmedi, Ya Muhammed;
Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor!
Unutulmaz şiirini hatırlattı. (D. Haberden)