Kayseri’de belediye basan esnaf, intihar eden dört kardeş; elektriği kesen şirket, bir ailenin çıkış umudunu yitirip çocuklarla birlikte intihara sürüklenmesi, kömür almak için beklerken polisin yerlerde sürüklediği babası yaşındaki vatandaş, inanılmaz boyutlara ulaşan vergiler, kişiselleştirilmiş dış siyasetin kırılganlığı, adalet duygusu üretmeyen hukuk, otizmli çocuklara yönelik gizlenmeye dahi gerek duyulmayan yoz bir nefret, işsizlik, KYK borçları nedeniyle başlatılan e-hacizler, ekonomi yönetiminden sorumlu AKP bürokrasisinin pişkinliği; memleketin özeti bütünlüklü bir çöküşe işaret ediyor.

Bütün bunlar yaşanırken iktidar ve sermayesi dar çıkarlarının peşinde, kendi krizlerinin bedelini halka ödetmek için canhıraş mücadele veriyor. Yeni vergi düzenlemelerinde kendilerine “dokunan” bütün maddelere itiraz ediyorlar. Çıkarlarını her zaman olduğu gibi en güçlü biçimde savunmayı başarıyorlar. Vergi afları, teşvikler, “müşteri garantili” batak projeler, kamu fonları... Hepsi emirlerinde.

Toplumsal muhalefet büyükşehir belediyelerini AKP’nin rant ağından kurtarmayı başarmış olsa da, ortaya çıkan sonucun ne ölçüde kırılgan olduğu açık. Hem altı doldurulamayan, siyasallaştırılmamış utangaç seçim ittifaklarının “zayıflığı” hem de yaşanan derinlikli krize karşı mücadelede belediye imkanlarının sınırlandırılması bu kırılganlığı arttırıyor. Dahası, sürekli “sağa çeken” parti politikaları nedeniyle kafası karışık “belediyelerin” elindekileri, genel siyaseti etkileyecek boyutta kamucu biçimlerde kullanması zor görünüyor.

Bütün bu yaşananlar sorunun çok daha temelde olduğunu gösteriyor. Lübnan’dan Şili’ye, İspanya’dan Hong Kong’a, Irak’a kadar hemen bütün dünyada yaşanan ekonomik krize ve toplumsal çöküşe karşı ayaklanan halklar, bu temel sorunun ortak olduğuna işaret ediyor; Temsili demokrasi ve ana akım siyasetler kapitalizmin yarattığı yıkımla baş etmekte büyük ölçüde yetersiz. Tıpkı bizde olduğu gibi, halkın gündelik gerçeği ile kurumsal siyasetin önceliği büyük ölçüde kopmuş durumda. Ulusal çıkar ve beka gibi gerekçelerle “katlanılması” gerekenin, iktidar bloğunun kişisel ve sınıfsal çıkarından ibaret olduğu çok açık. Halkın açık bir biçimde görüp yaşadığını, parlamento içi muhalefet “ifade etmekten” çekindiği ölçüde de sorunların “kurumsal siyaset” üzerinden çözülebilme imkan ve inancı yitip gidiyor.

Sadece bizim memleketimizle sınırlı kalmayan bu gerçek, tam da bizlerin cesaret kazanmasıyla yeni bir “siyasallığın”, yeni bir “kurumsal demokrasinin” ortaya çıkmasıyla sonuçlanabilir. Bir kaç yılda bir tekrarlanan ve bütün dünyayı saran isyan dalgası, eskinin çöküşüne ama yeni olanın henüz ortaya çıkamadığına işaret. Bugün, dün için çok “devrimci”, “imkansız” ya da “marjinal” taleplerin siyasetin “normaline”, “ana akımına” dönüşmesi kaçınılmaz. Devasa borç krizine, konut sorununa, mülksüzleştirmeye, savaşlara karşı sıradan politik cevapların hiçbir anlamı yok. Yeni siyasal biçim ve iddialara odaklanmayan kurumsal siyasetlerin çöküşü de kaçınılmaz.

Toplumsal ve siyasal dünyanın özneleri olarak bizler, bulunduğumuz örgütlü yapılarda toplumsal talepleri karşılayabilecek siyaseti üretmek ve uygulama arayışında olmak zorundayız. Her yeni durum, süregiden arkaik kavrayışın aşılarak bütün dünyada ortaya çıkan bu potansiyeli gerçeğe dönüştürecek bir siyasallığı dayatıyor.

Doğan Tılıç`ın dünkü yazısında Prof. Dr. Raşit Kaya`dan alıntıladığı “...Eskinin aynen devam edemeyeceği artık anlaşılmıştır. Ama yeninin tam ne olacağını kestirmek henüz olanaklı değildir. Ancak, bir şey kesindir: … otoriter yönelim eğilimleri kuşkusuz daha fazla yoğunlaşacaktır. Ulusal düzeyde de bölgesel düzeyde de özgürlükçü, katılımcı bir (parlamenter) demokrasiyi savunmak için mücadele ... hep gündemde olacaktır” haklı tespiti ayrıca bir riski de işaret ediyor.

“Tarihsel sorumluluğumuz” siyasetin bu “çağrısına” ses vermek olacak.

cukurda-defineci-avi-540867-1.