20 Temmuz 2017 01:00

Siyasal iktidarın niteliği, gücü ve güçsüzlüğü-1

Siyasal iktidarın niteliği, gücü ve güçsüzlüğü-1

Fotoğraf: Envato

Paylaş

R. Tayyip Erdoğan yönetimindeki devletin biçimi üzerine tartışmalar öyle bir hal aldı ki, siyasi konuşmaları dinleyen, gazete makalelerini okuyan insanların iktidarın biçimi ve niteliği üzerine söylenip yazılanların çeşitliliği ve karmaşıklığı karşısında doğru yanıtı bulmaları giderek zorlaşır hale geldi. Sağ gerici kanatta, liberal solda ve artık fonksiyonel işlevi burjuva diktatörlüğüne perde olmak bile olmayan tümüyle göstermelik bir kuruma dönüştürülmüş parlamentodaki muhalefet partilerinde, mevcut duruma uygun isim bulma karmaşası yaşanıyor. Bir bakıma şaşırtıcı olmayan bir durum. Çünkü öylesine bir yönetim şekli ve kurumsallaşması söz konusudur ki, toplum tarihinde biçim ve örnekleri görülmüş demokrasi dışı ne görülmüşse tümünden unsurları bir arada barındırmaktadır: Ortaçağ sultanlarıyla despotlarından, dini istismarla kendilerini peygamber ya da „Tanrının yeryüzü temsilcisi” ilan edenlerden, Bonapartizm ve faşiszmden çizgiler, belirtiler, bir aradadır. Bu belirsizlik ya da kafa karışıklığı değil, tümü bir arada bir özgünlükler karmaşası durumunun ifadesidir. Kuşkusuz ne Ortaçağ toplumundayız ne de sınıflararası ilişkilerde bir denge durumu söz konusudur. Karşımızdaki Napolyon’un Bonapartist yönetimi değil basbayağı tekelci bir yönetim ve diktatörlüktür. Ama içinde bulunulan veya içinden geçilen dönemin özellikleriyle sermaye diktatörlüğünün çeşitli takviyelerle yeniden düzenlenmesi öylesine karmaşık bir durum yaratmıştır ki, “Tek adam rejimi” tarifine de, faşizmin inşaasına da, kralcı-sultancı-Bonapartçı dayatmalara da kucak açan süreçsel bir özellik söz konusudur.

Bunlara rağmen ama, siyasal yönetim biçiminin bir özelliği çok nettir: Bu yönetim ve yönetme şekli asla ve asla demokratik değildir! Ne devlet düzeyinde devlet kurum ve güçlerinin iç işlerliği ve ilişkilerinde ne burjuvazinin büyük-orta-küçük katmanlarının ilişkilerinde ne de devletle halk kitleleri arası ilişkilerde demokratik bir içerik ve işleyişten sözetmek mümkündür. Devletin tüm kurumlarının kumanda mevkilerini ellerinde tutanların davranışları ve açıklamaları, devlet gücü denilen askeri-polisiye kuvvetler başta olmak üzere tüm üstyönetici kurumları çekip çevirenlerin belirli bir fraksiyonun güç dayatmasıyla „bir arada” tutulduklarını; sağlanan hakimiyetin gösterilmek istendiği ve haykırıldığı üzere sağlam olmayıp iç çatışma ve depremlere açık olduğunu belgelemektedir. Polis ve asker „teftişi”nde silahlara emniyet başlığı takılması ya da silahların toplatılması, güvensizliğin boyutu üzerine „fikir cimnastiği”ni kışkırtır türdendir. Bu bir yana, büyük sermaye ile ilişkiler ekonomi-politika ilişkileri çerçevesiyle sınırlı tutulduğunda dahi güven vermekten uzaktır. Büyük sermayenin sınıfsal burjuva çıkarları ortak paydasına rağmen kendi içinde hiçbir zaman yek vücut olamaması bir yana, sermaye tekelinin bir bölümünü elinde tutan siyasal iktidar tekelinin, sermayenin diğer bir kesimine karşı tehditkâr çıkışlarının devamı, ve tersinden uluslararası sermaye ile içli-dışlı büyük sermayenin en büyükleri arasındaki diğerlerinin yürürlükteki politikaları, uzun erimli çıkarları için tehdit potansiyeliniartırıcı görmeleri, korkakça da olsa itirazların dışa vurumuna yol açmakta, bu cephedeki „akord bozukluğu”nu işaret etmektedir.Tehditlere, milyarlarla ceza kesmelere, ihale yasaklarına ve işçi sınıfına karşı burjuva çıkarlarının bekçiliğinin en pervasız tarzda üstlenildiğinin ilan edilmesine rağmen, kaygılar kısık sesli de olsa dile gelmeye devam ediyor.

Diğer yandan ama bu iktidar belirli büyük, orta ve küçük sermaye kesimlerinin dolaysızca temsilcisi; sermayenin „ortak” çıkarlarının siyasal-askeri bekçisidir. Yanısıra, kadın-erkek işçi-emekçi kitlelerinin bir bölümüyle belirli gençlik kesimlerinin desteğine sahiptir. Bu desteğin ekonomik, sosyal, kültürel-ideolojik ve askeri boyutları bulunuyor. Şoven milliyetçilik, iktisadi avanta dağıtıcılığı ve kayırmacılık, ihale yoluyla zenginleştirme, rakiplerin mallarına el koyarak yandaşların hizmetine sunma, dinsel suistimal ve askeri-polisiye güç kullanımı gibi neden ve etkenleri var. Destek giderek sarsılmakta, ama hala devam etmektedir. Buradan aldığı güçle o, kendinden görmediği herkesi düşman cephesinde ilan etme pervasızlığıyla hareket edebiliyor. Kendileri dışındaki herkese ve hergüce ister göstermelik isterse dobra dobra meydan okuyor.„Devlet biziz” diyen ve devlet kurumlarını Saray’a bağlı „döner masa çalışanları topluluğu”na dönüştürenlerin halk yığınlarıyla ilişkilerinin genel durumuna gelince, bu alandaki işlerin artık eskisi denli iyi gitmediği, en azından karmaşıklıklar ve belirsizliklerle bir arada olduğu görülüyor. Erdoğan iktidarının 15 Temmuz „şölen” ve „zafer” gösterileri arasında ve onlar üzerinden yurttaşlara yönelik çağrı ve açıklamalarında öne çıkarılan „Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan” söyleminin Türkiye’de yaşayan ve hanği ulus ya da etnik kökenden olursa olsun tüm yurttaşları kapsamadığını; böylesi bir amaç ve hedef taşımadığını, yaşamın ve politikanın gerçeklikleriyle yüz yüze olan herkes bilir. „50 Milyon” açıklamasının bir dil sürçmesi olduğunu düşünmek için fazlasıyla saf olmak gerekir. CHP ve HDP, onlara oy veren on milyonlarca yurttaşla birlikte tekliği üzerine yemin-billah edien „millet” dışına itileli ya da öyle görüleli az zaman olmadı. Öncesi bir yana, 7 Haziran seçimleri sonrasında başlatılan daha kapsamlı savaş stratejisine uyum göstermeyen, burjuva içerikleriyle de olsa hak-hukuktan sözeden ve bu doğrultuda Erdoğan yönetimindeki AKP ve devlet üst yönetimine itiraz eden herkesin istisnasız olarak „karşıda”, hatta „düşman” ve „vatan haini” sayıldığı, öyle muamele gördüğü, oldukça nettir ve bu tutum daha da sertleşerek devam ediyor. „Adalet Yürüyüşü”yle tanık olunan büyük mücadele gücü ve potansiyeli karşısında geliştirilen saldırgan söylemle savrulan tehditler, halktan yana iyileşmelerin yolunu kapatmaya duyulan ihtiyacın bağırtısıyla bağlıdır.Sray’ın havuzundan beslenen iktidarın medya zaptiyelerinin ağızbirliğiyle yürüttükleri karapropaganda ve Kılıçdaroğlu’na ayar verme seferberliği iktidarın güç kaybı eğilimini tersine çevirmeye ayarlıdır. „Yeniden kuruluş” söylemi ve girişimi, güç yenileme ihtiyacının parolasıdır. Ama tutuması, artık daha zordur. (Devam edecek)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa