Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        15 Temmuz’un senei devriyesinde yaşanan önemli bir olay sivil asker ilişkilerini tamamen değiştirdi. O olay, Genelkurmay Başkanlığı'nın Milli Savunma Bakanlığı'na bağlanmasıydı. Bu karar ve ilanı için 15 Temmuz 2018 tarihinin seçilmesi kuşkusuz tesadüften fazlasıydı.

        Nedenini anlamak için biraz geriye gidelim.

        15 Temmuz’da FETÖ suçüstü yakalandı. Ancak kabuğuna gizlendiği TSK’nın da paradigmasında köklü değişikliklere gidilmesi gereği doğdu. Zira sivillerle ilişki kurmayan, lojmandan ve orduevinden çıkmayan bu nedenle halkını tanımayan hatta kendisini halka karşı konumlandıran asker, tam da bu hasletleri nedeniyle FETÖ’ye direnememiş, hatta ava giderken avlanmıştı. Bir naifliği tarif ettiğim sanılmasın. Asıl sorumlu, Türkiye’deki sivil asker ilişkilerinin Huntington’cu ekole göre dizayn edilmesiydi. “Medeniyetler Çatışması” teziyle tanınan siyasetbilimci Samuel Huntington’a göre sivil ve asker arasında varoluşsal farklar vardı ve olmalıydı. Asker askerliğini bilmezse sivil askerleşirdi. Sivilin askere müdahalesini de, asker sivil kaynaşmasını da hoşgörmeyen bu ekole göre, orduya ne kadar geniş ve yalıtılmış bir alan verilirse o kadar iyi olurdu. Bu sayede profesyonelleşen ordu, özgüven kazandıkça iç denetimini sağlar, sivil idareye saygı duyma nosyununu da geliştirirdi.

        Oysa ne iç denetim gelişti, ne sivil idareye saygı.

        15 Temmuz darbe girişimi söz konusu ekolün de, onun üzerine kurulan paradigmanın da çözüldüğünü ilan etti. Bir çocuğu ilkokuldan karargaha taşıyan ve asker yapan süreç boyunca halktan, sivilden, sivil hayattan koparmanın sonuçlarıydı yaşanan. Dahası, sivilden yalıtarak, imtiyazlı hale getirilen ordu tabusu, askerin kurumun itibarı zadelenmesin diye sorularına cevap arayamamasıyla sonuçlanmış, bu durum da FETÖ’ye önlem alamamasına neden olmuştu.

        Nitekim, darbe girişiminden hemen sonra askeri okullarla ilgili düzenleme, 16 Nisan referandumunu takip eden günlerde de Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve askeri mahkemeleri kaldıran düzenlemeler geldi.

        15 Temmuz Pazar günü ise Genelkurmay Başkanlığı'nı Milli Savunma Bakanlığı'na bağlayan Cumhurbaşkanı kararnamesi Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

        Sivil asker ilişkilerinde çok başka bir döneme, temenni edilir ki daha verimli bir evreye girildi.

        Başka ülkelerin daha önce girdiği yola. Yok, Küba, Şili, Venezüela filan diye saymayacağım. Misal, İngiltere diyeceğim. 2010 yılında kurumsal bir değişikliğe giden İngiltere’de, Ulusal Güvenlik Konseyi’nin danışmanlık görevleri yeniden tanımlanarak, kuvvet komutanları ve genelkurmay başkanlarının karar alma mekanizmasındaki konumu, Savunma Bakanı’na göre daha ikincil konuma getirilmişti.

        Sözün özü, yapılan doğru, sistemik sorunları izale edecek bir yol, devrim niteliğinde bir değişim sözkonusu.

        Ancak bu evrenin gerçek bir sivilleşme getirmesi, etkin, verimli, caydırıcı, toplumsal ve hukuki meşruiyete sahip bir ordu sağlaması için hem parlamento içi komisyonların, hem de Sayıştay, Kamu Denetçiliği Kurumu ve Devlet Denetleme Kurulu gibi parlamento dışı kurumların şeffaf bir denetim gerçekleştirebilmeleri gerekiyor. Yani Sayıştay rapor sonuçlarının kamuoyuyla paylaşılması…

        Öte yandan yeni sistemde, Cumhurbaşkanına sadece yazıyla soru sorulabiliyor. Yani, bir bütün olarak Meclis'in ve TBMM içindeki komisyonların hangi mekanizmalar yoluyla güçlendirileceği sorusu, sözkonusu sivilleşme devrimi açısından da büyük önem arzediyor.

        BAL GİBİ ‘ASKERİ’ DARBE

        Hatırlarsınız…

        15 Temmuz’un hemen ertesinde Ömer Halisdemir gibi kahramanlığı ile sembol olan kişiler üzerinden ‘Darbeyi ordu önledi’ söylemi ileri sürülmüş, darbeyi millet ve polis elbirliğinin akim bıraktığı anlaşılınca bu argümandan vazgeçilmişti.

        Ancak ‘15 temmuz askeri bir darbe değil, teokratik illegal bir yapının gerçekleştirdiği terör saldırısıdır, askeri darbe dersek TSK’ya haksızlık etmiş oluruz’ argümanı halen mevcudiyetini koruyor.

        Bunun pek doğru olmadığını en iyi ortaya koyan ise eldeki veriler. Ahmet Zeki Üçok’un elindeki rakamlar. Türkiye, mevcut personelin % 47’sinin o gece darbe girişimine katıldığını ondan öğrendi.

        Darbecilerin motivasyonları dini boyutu olan bir örgütle iltisaklı olsa da, TSK üniformaları vardı ve asker kimliklerine referansla sahnedeydiler. Ellerinde silahlar vardı. Tankları vardı. Gülenist ajandaya bağlı olmakla beraber, TSK’nın darbelerden müteşekkil şanlı (!) siciline güvenerek böyle bir darbeye heves ettiler. Nitekim, TRT’de okuttukları yurtta sulh bildirisiyle gönlünü çelmeye çalıştıkları, destek bekledikleri kitleler, geçmişteki darbeleri canı gönülden destekleyen, Erdoğan’ı ‘devirmek’ için son çarenin ‘darbe’ olduğunu düşünen kişilerdi.

        Elbette daha çok erken saatlerde önce moral üstünlüğü, sonra fiziksel üstünlüğü kaybetmelerini sağlayan unsurların başında asker tarafından da direnç görmeleri, silah arkadaşlarınca desteklenmemeleri gerçeği geliyor. Ancak bu durumun değiştirmediği bir gerçek var. Son kertede, darbe başarılı olsaydı, kimse ‘darbeyi hangi cunta ya da yapılanma gerçekleştirdi?’ yi konuşmayacaktı. O ihtimalde girişimin adı da zaten darbe olmayacak, ‘TSK cumhuriyetin namusunu ve rejimi kurtardı’ denilecek, darbeye darbe diyenin hayatı karartılacaktı.

        Ayrıca hala, ‘Darbe başarılı olsaydı, Fethullah Gülen yurda dönüp şeriat devleti kuracaktı’ diye düşünenlerin, anlı şanlı profillerin bu çocuksu tezi seslendirdiğini görüp şaşırıyorum. Evet, yurda dönecekti ama teokratik düzene geçiş sağlamak için değil. Ülkenin yeniden ABD uydusu yapılması ve batıya bağımlı bir kadroya teslimine rıza üretmek, kamuoyu imal etmek için. “Erdoğan devrilsin de nasıl devrilirse devrilsin’ci kitle oh çekecek; ‘Asker yapıyorsa vardır bir bildiği’ci kitle havaya bakıp ıslık çalacak, ama bu geçici ahval son derece kısa sürecekti. Çünkü ülkeyi yönetemeyeceklerdi. Ama o an bunu düşünmüyorlardı. Şunu asla kaçırmayalım; bunu her önemli makamını ele geçirdikleri TSK’nın üniformasıyla ve TSK’nın darbe sicilinden ilham alarak yapmaya kalktılar. Tam da bu nedenle 15 Temmuz darbe girişiminde alıncak derslerde öncelik ‘sivil-asker’ ilişkilerine mütallik oldu. ‘Din-devlet ilişkileri’ ise önemine rağmen hep ikinci sırada kaldı.

        ***********

        ÇORLU’DAKİ KAZADAN HANGİ DERS ALINDI?

        Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treninin 8 Temmuz günü yaptığı kaza Türkiye’yi ağlatmıştı. Çorlu ilçesinden geçerken menfezdeki rayların altındaki toprağın yağış sonrası boşalması sonucu beş vagon raydan çıkmış, 24 kişi hayatını kaybetmişti. Ölenlerin 6’sı çocuktu. 124 kişi yaralandı, hatta daha da fazlası …

        Raylar onarıldı. Devrilen vagonların kaldırıldı. Vagonlar kaldırıldıkça altından terlikler, kadın çantaları ve minicik spor ayakkabıları çıktı.

        TCDD raporunda 'Bölgede 150 yıldır böyle bir taşkın yaşanmadığı için bölge riskli alan kapsamında değildi', deniliyor. Raylar kopmamıştı, kopsaydı demiryolu altyapısını saran sinyal ağı sistemi uyarı verecekti.

        Felaketten sonra TCDD, Devlet Su İşleri ve Meteoroloji Genel Müdürlükleri ile temasa geçti. Yağış rejimine ilişkin kısa ve orta vade projeksiyonları, su debileri ve tahminleri istendi. Şimdi, ülke genelindeki menfezler dahil tüm demiryolu altyapısı ‘rutin bakımlar dışında da’ masaya yatırılacak. Gerekli görülen bölgelerde altyapı daha da güçlendirilecek.

        Ancak bir şeyi daha yapmak lazım. Uzunköprü-Halkalı seferi onarılan raylar üzerinde tekrar başlamış, etrafa saçılan 5 vagondan geriye kalan parçalar toplanır kaldırılırken, rayların ve traverslerin altına yapılan sinyal sistemi kadar önemli bir unsurun yeniden farkına varmak gerekir: İnsan gözü.

        Çorlu’daki kaza, Binali Yıldırım’ın bakanlığı döneminde maliyetli olduğu iddia edilerek görevlerine son verilen yol bekçilerinin ne kadar önemli bir fonksiyon icra ettiklerini kanıtladı çünkü.

        Sırtlarında taşıdıkları alet edevat çantalarıyla günde 15 km'den fazla yol yürüyerek trenlerin yol güvenliğini sağlayan ve oldukça düşük bir ücrete çalışan yol bekçileri, kısa bir eğitimle yeniden görevlendirilebilir menfez ve ray arasındaki toprağın gevşemesi gibi hadiseleri rapor etmek suretiyle büyük felaketlerin önlenmesini sağlayabilirler. İşin doğrusu böyle felaketleri öngörmenin, olmadan önlemenin insan gözünün kontrolünden başka bir yolu yok çünkü.

        Video için tıklayınız...

        Diğer Yazılar