Bizden Size

O günü hiç unutmuyorum: Bayezid Devlet Kütüphanesi Müdürü Şerafettin Kocaman Bey’in odasında, bembeyaz sakallı bir zat, elimi elinin içine alıp dizlerinin üzerine yerleştirdiği kalınca bir yazma eserin sayfalarında gezdirmişti. Hem gülümsüyor hem de “Dokun evladım” diyordu, “buna dokunmak her zaman nasip olmaz. Bu, Dîvânu Lugâti’t-Türk’tür”. Ta ilkokuldan itibaren adını sürekli duyduğum bir kitabın dünyadaki tek nüshasına dokunmak… Heyecanımı tahmin edersiniz. Bembeyaz sakallı zat, Mehmet Serhan Tayşi, 2003’ün tatlı bir bahar gününde Dursun Gürlek Bey’in tavassutuyla gerçekleşen o tanışmada Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü, Kâşgarlı Mahmud’u, Ali Emîrî Efendi’yi ve daha birçok şeyi öylesine hoş bir üslupla anlatmıştı ki, dayanamayıp “Efendim, hatıratınızı yazıyor musunuz?”...

Kur’ân-ı Kerîm Sayfaları Kese Kâğıdı Olarak Kullanılmıştı

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, Kur’ân-ı Kerîm ve diğer dinî kitapların matbaalarda basımı birçok kolaylık sağlasa da hatalı baskı neticesinde, üzerinde âyet-i kerîmelerin yazılı olduğu binlerce sayfanın İslâm’a ve kitaba hürmete aykırı şekilde değerlendirildiği görülür. Kur’ân-ı Kerîm sayfaları bakkal ve pazarlarda kese kâğıdı olarak kullanılmış; bunlar ihbar ve şikayetler neticesinde tespit edilerek faillere birtakım cezalar verilmişse de mesele tam anlamıyla çözüme kavuşturulamamıştır.

Süleymaniye Mahallesi’nin Terkedilmiş Hâli Üzerine Birkaç Not

Camiler, mescitler başta olmak üzere tarihî yapıları tamir ve ihya için sarfettiğimiz gayret ve kullandığımız kaynak yabana atılır cinsten değil. Fakat bu yapıların ancak onlarla mütenasip-irtibatlı insanlardan ve yapılardan, münasebetler ağından müteşekkil bir çevrenin/dünyanın içinde, onlarla birlikte gerçek anlamına kavuşabileceğini bütünüyle ihmal ediyoruz. Süleymaniye Külliyesi ile hiçbir münasebetinin kalmaması için yarım asırdan fazla bir zamandır her şeyin yapıldığı Süleymaniye Mahallesi bu süreçlerin tamamını yansıtması bakımından temsil kapasitesi yüksek fakat menfi ve acı bir örnek. Terkedilmiş…

“Bu Bir Kitap Değil, Türkistan Ülkesidir”

Kâşgarlı Mahmud’un Araplara Türkçe öğretmek üzere kaleme aldığı ve 1076 yılında Bağdat’ta Halife Muktedî-Biemrillâh’a takdim ettiği Dîvânu Lugâti’t-Türk İslâm dünyasındaki ilim çevrelerinde de rağbet görmüştü. Ne var ki bu eşsiz hazine bir tarihten sonra sırra kadem basar. Ta ki kitabın bugün Fatih Millet Kütüphanesi’nde muhafaza edilen tek nüshası Ali Emîrî Efendi tarafından bir sahaftan satın alınıncaya kadar. Bu şaşırtıcı olayın perde arkasına, Kilisli Rıfat Bilge’nin hatıralarından bakalım.

Hüzün dolu hatıralar

Şam’ın merkezindeki Osmanlı eserlerinden Tekke-i Süleymaniye, son padişah Mehmed Vahîdeddîn’in kabrini bağrında saklar. Âl-i Osman’ın son sultanının, devletin en güçlü olduğu dönemde Kanunî Sultan Süleyman devrinde inşa ettirilen bir külliyede yatıyor oluşu, tarihin düşündürücü tevafuklarından biridir. Vahîdeddîn’in defin hikâyesi de, başlı başına hüzündür: Sürgünde bulunduğu İtalya’nın küçük sahil kasabası San Remo’da, 16 Mayıs 1926 günü son nefesini veren Vahîdeddîn’in cenazesi, önce iki hafta boyunca borçlarına karşılık rehin tutulmuştu. Bu süre içinde kızı Rukiye Sabiha Sultan bir yandan küpelerini satarak babasının na’şını rehinden kurtarmaya çabalarken, diğer yandan da defin meselesindeki belirsizliği çözmeye uğraşıyordu. Babasını “İslâm toprağı”na tevdi etmek isteyen Sabiha Sultan,...

İmsakiyelerin Kültürel Dünyasına Dair Birkaç Not…

İmsakiyeler, pratik fonksiyonları ve doğrudan “fayda”ları yanında, dinî kültürün tezahür biçimleri ve dinî hayata dair unsurların büyük kalabalıklara, dindar insanlara, çağrışımları ve görsel hafıza kayıtları olarak da ele alınmayı hak eden hususiyetlere sahip. Böyle olunca Türkiye’de siyaset ve ideolojik yapılar büyük kalabalıklara hitap eden bu tür cazip ve yaygın “dinî” unsurlardan müstağni kalamaz. Onları kendine yakınlaştırır ve fikirlerini yayma aracı yahut propaganda malzemesi olarak kullanır. Ayrıca 60’lı yıllardan itibaren kurumlar, dernekler, şirketler adına, görünür şekilde onların ismi ve logosuyla reklam amaçlı basılan imsakiyeleri de unutmamalı.  

Agatha Christie’nin Türkiye ve Ortadoğu Ajandası – II

Agatha Christie ve arkeolog eşi Max Mallowan, kendilerini meşhur edecek bir arkeolojik kazıya imza atabilmek için Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta birçok yer gezdiler. Fakat çiftimize şöhreti getiren, Chagar Bazar ve Tell Brak höyüklerindeki kazılar oldu. Buralardan çıkarttıkları tarihî hazineleri Fransızlarla paylaşarak kendi ülkelerindeki müzelerde Avrupalıların beğenisine sundular. Agatha Christie’nin bu süreci anlattığı Come, Tell Me How You Live isimli hatıratından satır başlarını okurken, bölgedeki Avrupalı arkeologların istihbarat eksenli asıl maksatlarına dair ipuçları bulacaksınız.

Gurûba Doğru…

Dikkatle takip eden okurlarımız mutlaka fark etmişlerdir: Derin Tarih olarak, Müslüman coğrafyanın çok farklı noktalarında, Müslümanların hedef alındığı kitlesel kıyımları bilhassa gündemimizde tutmaya çalışıyoruz. Tripoliçe’den Cezayir’e, Filistin’den Endülüs’e, hazırladığımız dosyalarda temel hedefimiz, hafızamızı diri tutmak. Hatta belki de şu: Bir hafıza inşa etmek. Sizlerden aldığımız geri dönüşler, doğru bir çizgide ilerlediğimizi gösteriyor. Bu sayımızda, merceğimizi biraz daha genişleterek, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına tesir eden isyanlara odaklandık. Bilâdüşşâm’dan Balkanlara, adım adım yakılan ateşler ve sonrasında koskoca imparatorluğun zerrelerine ayrılması… Hepsinde de dışarıdan bazı ellerin İslâm topraklarını karıştırmak için kurduğu tuzakları ve hazırladığı desiseleri yakından göreceksiniz. Aslında, bu yönüyle, tarih bugün de tekerrür...

“Türkiye’de “Millî” Olan“Dinî” Olan Değilse Nedir?”

İsmail Kara ile Cumhuriyet devrinde dinle alakalı meselelerin bütününü tasvir, tahlil ve tenkit etme gayesiyle kaleme aldığı üç ciltlik yeni kitabı Resimli Cumhuriyet Din Kitabı üzerine sohbet ettik. Dinle, diyanetle, dinî düşünce ve dinî hayatla alakalı konularda Cumhuriyet idaresi, Osmanlı’nın devamı mı? Yoksa bir kırılma ve sapmaya mı işaret ediyor? Lozan sonrası Millî Mücadele ruhundan bir kopuş mu? Cumhuriyet inkılaplarının tamamı niçin doğrudan dinle irtibatlıydı? Türkiye’de din eğitimi var mı? İmam Hatip Okulları, İlahiyat Fakülteleri dinî kurumlar mı? Diyanet İşleri Başkanlığı Şeyhülislâmlığın devamı olabilir mi?

Gülbaba

İnsanlar gibi şehirlerin, binaların da hikâyeleri vardır. Hele bu şehirler kadim başkentler, binalar da dinî yapılar ve ilim, irfan müesseseleri ise onlara ait hikâyeler daha ilgi çekici ve heyecan verici tablolar halinde karşımıza çıkar. 16. yüzyılın başında yaşanan ve bir buçuk ay süren yıkıcı depremin ardından İstanbul’u ihya eden, böylece şehrin “bâni-i sânîsi” unvanını alan II. Bayezid, aynı zamanda bir dönemin “Batı’ya açılan kapısı” Galatasaray Lisesi’nin binasını da İstanbul’a kazandıran kişidir. Mekteb-i Sultânî’nin tesis edildiği Galata Sarayı’nın “bâni-i sânîsi” ise bambaşka biridir: Gülbaba…

Derin Tarih