Tam on dört buçuk asır milyarlarca kadın ve erkeğin göz nuru, gönül süruru, dünya huzuru, ahiret gururu olmak. Ne saadet!

Senin nurlu yolunda, çağın putlarına baş eğmeden, “Ey kinleriyle geberenler, çatlasanız da, patlasanız da sevdim o güzeller güzelini!” diyebilmek. Ne saadet!

İnandık ya Rasulallah! Senin rehberliğin bize iki cihan mutluluğunun kapısını aralayacak. Ki sen Âlemler Rabbinin hem kulu, hem elçisisin.

Kulusun. Bize kulluk nasıl yapılır, onu öğrettin. Kralların topuğuna erişemediği mülkün vardı, fakat kul gibi yaşadın, kul gibi göçtün. Karşında titreyen bedeviye “Korkma! Rahat ol.” Dedi. “Ben ancak Kureyş’ten kuru et yiyen bir kadının oğluyum.” dediğin için, sultanlar ayak bastığın toprağı başlarında taç diye taşıdılar. Sen Allah’ın dinine hizmet ettiğin için, cihangirler kendilerini senin “hizmetçin” bildiler.

Kulusun. Âlemlere rahmet olduğun halde ayakların şişinceye kadar Rabbinin huzurunda durdun. “Kendini niçin bu kadar helak ediyorsun?” diyen Ayşe’ne “Ya Aişe, ben Rabbime çok şükreden bir kul olmayayım mı?” dedin.
Kulusun. “Muhteşem bir ahlak üzere” olduğunu Âlemlerin Rabbi söyledi. “Ey yaratıkların en hayırlısı!” diye çağıran adama “O dediğin Hz. İbrahim idi” derken biz haddini bilmezlere ahlak öğretiyordun. Osman b. Maz’un’un eşine “Sen ne diyorsun be kadın! Vallahi ben dahi yarın nefsime ne yapılacağını bilmiyorum!” derken ne kadar yüce, ne kadar asil, ne kadar büyüktün.

Rasulüsün. Bize mukaddes emanet nasıl taşınır, onu öğrettin. Mukaddes yük belini iki büklüm etse de yıkılmadın, yılmadın. Sevenlerini sevindirmek için kendin hüznü zimmetledin ve “Ben hüzünlerin peygamberiyim!” dedin. Gülelim diye ağladın. Niye ağladığını soranlara da “Benim bildiğimi bilseydiniz çok ağlar az gülerdiniz” dedin.

Rasulüsün. İnsanlığa Allah’ın verdiği bir sadakasın. Onun için Hayber’in fethi arefesinde "Ey Ali! Senin elinle bir kişinin hidayete ermesi, yeryüzünde bulunan ve güneşin üzerine doğduğu her şeyden, -başka bir rivayette- vadi dolusu koyun ve develerden daha hayırlıdır."diyecek âli cenaplığı gösterdin. Onun için seni yok etmeye gelenlerin ardından ellerini açıp “İlahi! Onları affet, onlara hidayet et; çünkü onlar bilmiyorlar!” dedin.

Güvendik ya Rasulallah! Çünkü sana Allah güvendi. Çünkü sana düşmanların bile güvendi. Allah’a imanın Allah’a güvenmek olduğunu senden öğrendik. Mağara arkadaşın düşmanın ayak seslerini duyduğunda içini derin bir endişe kaplamıştı hani? İşte o zaman sen “Ey Ebubekir! Üçüncüsü Allah olan iki kişiye kim ne yapabilir ki?” diyerek imanın güvenmek demeye geldiğini öğretmiştin.

Hendek günü “Biz tuvalete gidemiyoruz, bu zat bize yeryüzünün hazinelerini vaad ediyor” diyen kalbi hastalıklıların yüzüne bakarak, balyozun ağzından çıkan kıvılcımı gösterip “Ben bu kıvılcımın içinde Kisra’nın sarayının yıkıntılarını görüyorum!” diyerek öğretmiştin. Zamanın seni tasdik ettiğine bütün bir insanlık şahittir ya Rasulallah!

Sevdik ya Rasulallah! Sevince nasıl cennet kesilinir. Onu da sen öğrettin ya Rasulallah! Taif’ten kan revan içinde dönerken Rabbine yönelip “Eğer bana gazaplı değilsen, çektiklerimin hiçbirine aldırmıyorum!” diyecek kadar sevgisine sadık kalmayı senden öğrendik.

Ve buğuz ettik. Kötüye, batıla, küfre, zulme, zorbalığa, günaha, hayınlığa, alçaklığa, kalleşliğe, kahpeliğe, nemrutluğa, firavunluğa, şeytanlığa buğzetmeyi senden öğrendik. “Vallahi ey amca! Güneşi sağ elime, ayı sol elime verseler yine de davamdan vaz geçmem!” diyecek kadar kararlılığı senden öğrendik. Seni Uhud’da “At Sa’d, anam babam sana feda olsun!” derken, küfrün bir önderine “Ben seni kahretmek için gönderildim!” derken gördük.
Biz seni sevdikçe birileri kininden geberiyormuş; ne gam: Sevdik seni ya Rasulallah!

Fakat Yokluğunda seni özledik. ya RasulAllah.Sevmeyi, sevilmeyi, sevindirmeyi, sevindirilmeyi özledik Efendim.

Ahlakı, adabı, ihsanı, irfanı,  feraseti, basireti,  adaleti, meveddeti, muhabbeti özledik.

Senden sonra, cehalet mektebimiz, atalet sıfatımız,  oldu.

Efendim, Allah seni 'güzel örnek' olarak gösterdi. Sen, Kur'an'ın konuşanı, yürüyeni, hareket edeniydin.

Tıpkı bir annede spermin insana, bir ağaçta suyun meyvaya, bir arıda tozun bala, bir tavukta darının yumurtaya, bir koyunda samanın süte dönüşmesi gibi, ayetler sende hayata dönüşüyordu.

Efendim, Seni hatırlatan, seni andıran insanların hasretini çekiyoruz. Çocuklarımız peygamberi sorunca 'Evladım onun ahlakı tıpkı falancanın ahlakı gibiydi' diyeceğimiz insanlar yok denecek kadar az.

Şimdi Kur'an mahzun efendim, Kur'an öksüz. Onu okuyan ,anlayan ,yaşayan ve anlatanımız çok az .

Seninle Kur’an’ın arasını ayırdık, etle tırnağın, toprakla tohumun, anayla evladın arasını ayırır gibi.

Gel de bir bak Efendim, bu mazlum ümmetin hali pür melaline. Gün geçmez ki ümmetin coğrafyasından feryat yükselmesin, oluk oluk kan akmasın. “Bir” olarak bıraktığın ümmetin kaç parçaya ayrıldığının sayısını onu parçalayanlar dahi unuttu. Bıraktığın kutlu mirası hovarda mirasyediler gibi parçalayarak paylaştık

Ya Rasul!Allah her şeye rağmen, Kimilerimiz için sen hiç ölmedin, o ender bahtiyarlar seni hep içlerinde, işlerinde, hayatlarında, düşüncelerinde, duygularında, eylemlerinde, evlerinde yaşattılar ve yaşatıyorlar. FAKAAAT! Kimilerimiz içinde sen hiç doğmadın. Onlar hep senden mahrum yaşadılar. Varlığının kaç bahara bedel olduğunu bilmeyenler-yokluğunun ıstırabını nasıl duysunlar Efendim?

Seni çok seviyoruz, seni çok özlüyoruz. Aslında bu özlemimizi nasıl gidereceğimizi bize sayısız örneklerinle göstermiştin ve adeta benim hayatı okuyuşumu anlarsanız her zaman sizinleyim diyordunuz. Tıpkı şu örnekte olduğu gibi. Ebu Zer’e “Gel ey Ebu Zer!” deyip, onun elinden tutup güneşin batışını seyretmeye gidip, bunun insanlığın bu kutlu öğretmeni tarafından verilen bir okuma dersi olduğunu hatırlıyoruz,

Ebu Zer’e batan güneşin ardından Güneş nereye gitti ey Ebu Zer?deyişini, Ebu Zer’in Allah ve Elçisi daha iyi bilir Ya RasulAllah!..diye karşılık verince, bu her gün yaşanan fakat birçoğumuzun hiç fark etmediği hatta , bir ayeti tefsir eder gibi tefsire tabi tutarak “Güneş Allah’a secde etmeye gitti!”deyişini biliyoruz.

Buradan yola çıkarak , Müslümanların mensup olduğu akidenin..Değil bir coğrafyayla, bir bölgeyle, bir kavim kabile ya da milletle, insan nesliyle dahi sınırlı olmadığını vurguluyor yerlerin ve göklerin, dağların ve denizlerin, ateşin ve suyun da bu akidenin doğal bir üyesi olduğunu dile getiriyordun.

Hz. Nuha (a.s) su, kardeşinin başı sıkıştığında,  elini uzattığı, Yine,  İbrahim’e, başı darda kaldığında, ateş kardeşi, yardımı gibi. Dahası, , varlığı bir ayet bilip okumak olduğunu, okuyabilene etrafımızda okunmayı bekleyen sayısız ayetin bulunduğunu, ders alacak olana etraftaki her şeyin ders verdiğini söylüyordun. O halde Onun gibi Hayatı bir okula çevirelim hasret biter ve ebedi buluşmanın sermayesini kazanmış oluruz İnşaAllah. Bunun içinde la silgimiz olsun illa kalemimiz olsun! La ile silip, illa ile yazalım, La ilahe deyip temizleyelim dindarlığımıza yığılmış enkazı, “İllAllah” deyip yerine inşa edelim yepyeni bir hayatı Bunun içinde Onun rolünü oyna ve öğreten ol! Topla sokaklardan Ebu Zerleri, uzat ellerini çağın yetimlerine, öksüzlerine, kimsesizlerine, itilmiş-kakılmışlarına. Onlara hayatı okumayı, ölümü okumayı, baharı ve yazı, kışı ve güzü okumayı, yıkılışları ve yükselişleri, varlığı ve yokluğu, bolluğu ve darlığı, acıyı ve sevinci, güneşi ve ayı, geceyi ve gündüzü, burayı ve öteyi okumayı öğret. Veya Ebu Zerin rolünü oyna, öğrenen ol! Oku her şeyi bir ayet gibi ve de ki: Ben de kayıtsız şartsız teslim oldum âlemlerin Rabbine! Ben de güneş gibi olacağım yalnız kuzuların degil, sırtlanların üzerine de doğacağım, yalnız güllere değil, ısırganlara da yayacağım ışığımı!

Ben aydınlığı temsil edeceğim, ben doğduğum zaman, herkese doğacağım!

Hem unutmayın, Unutma Muhammed muhabbettir. Muhabbet ise, akıl işi değil, yürek işidir. Kişi aklıyla değil kalbiyle sever. Onu hissetmeden onu anlamak ne mümkün? Onu sevmeden onu hissetmek ne mümkün?
Hem hisset ve hissettir, kimlere ve nerelere? Hapishaneler, hastaneler, çocuk yuvaları, huzurevleri, yoksul varoşlar sizleri bekliyor.Mezardaki ölülerini dahi bayramlarda unutmayacak kadar vefakâr olanların, mağdur, mahkum, mazlum, masum dirilerini unutması düşünülemez.

"İmanlarınızı yenileyiniz!" diyordu İman yenilemek, yani güven tazelemek..ve, o insanlık sadakasının Gül kokusunu çağa taşımak en hayati vazifedir Bu vazife de onu tanımak ,okumak anlamak ve temsil edip yaşamakla mümkündür. O halde önce, hayatı inşa sorumluluğu üstlenecek insanın inşası şarttır. İşte vahiy bu noktada devreye girmektedir. İlahi bir inşa projesi olan vahiy.

Şöyle bir örnek hatırlıyorum. Ortada kocaman bir pasta. Onun etrafında toplanmış küçüklü büyüklü çocuklar. Hep birlikte serçe kuş yürekleriyle hissederek önce bağırıyorlar: İyi ki doğdun Yâ RasûlAllah!  Ve arkasından salâtu selamlar, küçümencik gözlerden süzülen yaşlar ve minnacık yüreklerin kocaman kocaman sevgileri.

Bu manzarayı kaç kişi düşündü, kaç kişi yaşattı ve yaşadı, bilmiyorum. Ama bu manzara aynen yaşanmalı. Demek ki istersek..oluyor, olabiliyor. Bir dahaki Kutlu Doğum Haftasını siz de vakfınızda, derneğinizde, lokalinizde, cemiyetinizde, sokağınızda, evinizde, okulunuzda deneyiniz.

Rasûlullahı çağa taşımak zorundayız. Onu gönüllerimizde kurduğumuz manevi ülkenin sultanı yapmak zorundayız. Çocuklarımızın hayalini o süslemeli. Bunun için de sürekli fırsatlar kollanmalı. Var olan fırsatlar daha da genişletilmeli. Her vesileyle Allah Rasûlünün gül kokusunu yaymalıyız. Biz gül kokusundan vazgeçemeyiz.

Çocuklarımızın zihinlerini her gün anti-virüs taramasından geçirmeliyiz. Onların saf yüreklerine ve zihinlerine sızan virüsleri tek tek etkisiz hale getirmeliyiz. Eğer bu yapılmazsa, Allahın kendisine doğuştan verdiği altyapısının çökeceğini, potansiyelinin kullanılamaz duruma geleceğini asla unutmamalıyız. Bak yavrum, Sana her yandan bilgi akıyor. Bu mesajları eğer virüs taramasından geçirmeden alırsan, manen çökersin. diyeceğiz
İlahi inşa eseri olan muhteşem altyapın harap olur. Bu yüzden mutlaka sana öğretilenleri taramadan geçirmelisin. diyeceğiz

Biz de onların zihin ve kalplerine anti-virüs programı kuracağız. İşte bu programların en etkili olanlarından biri, Rasûlullah sevgisidir.

Bu sevgiye sahip olan bir yürek ve zihin onu sık sık, yenilemeli. İşte Ramazan gibi, kandiller gibi, Kutlu Doğum Haftası gibi zamanlar bunun vesileleridirler.
Eğer alternatif programlarınız yoksa, alternatif kanallarınız yoksa, alternatif kitaplarınız ve kitaplığınız yoksa, ellerinizle besleyip büyüttüğünüz yavrularınızın en değerli yerlerini, yürek ve zihinlerini aç kurtların önüne atıyorsunuz demektir. En dehşetli işgal, akıl ve kalbin işgalidir.

Sakın kimse dağı taşı dolduran pıtırakları gösterip de, Bu arazide gül mü yetişir? demesin. Unutmasın ki, pıtırak ekilmez. Kendi biter. Çünkü boş bırakılmıştır onun bittiği yer.         Bu yasadır: Tabiat boşluk kaldırmaz. Pıtırağın yetişmesi için fazladan bir şey gerekmez. Boşluk yeter.

Ama gül kendi kendine yetişmez. Mutlaka ekip, dikip, sulayan biri olmalıdır. Mutlaka adam eli değmelidir. Bir çiçekle bahar gelmez. Doğrudur. Ama her baharı ilk haber veren de bir çiçektir. Bu da doğrudur. Bir baharı haber veren gül olmak, gül yetiştiren adam olmak, gül kokusunu çağa taşımak Yakınanlar! Ne duruyorsunuz? Unutmayın, yakınmak sabırdan daha çok yorar.

Onu, sadece, arkasından gözyaşı dökülen tatlı bir anı olmaktan çıkarmalıyız.

Onun sadece hatırasıyla yaşamayı, kendisiyle yaşamaya tercih etmemeliyiz.

Onun arkasından ağlamayı, onu önümüzde görmeye tercih etmeliyiz.

Onun sakalını ve hırkasını konuştuğumuz kadar, üstlendiği misyonunuda daha fazla konuşmalıyız.

Ondan bir efsane gibi söz etmeyi, birlikte yaşanılan bir "dost" olmaya yeğ tutmalıyız.

Onu sadece, tarihin konusu olmaktan çıkarıp, her gün kendisine danışarak yaşadığımız şimdimize, şu anımıza getirmeliyiz.

Biz şahadet ederiz ki Allah birdir, Rasul haktır. Biz şahadet ederiz ki İslam mutluluk ve kurtuluştur.

Biz şahadet ederiz ki insanlığın çektiği ıstırabın ilacı vahyin eczanesinde mevcuttur.

Ve yine şahadet ederiz ki insanlığı hasta eden modern uygarlık, girdiği krizden ONSUZ çıkamayacaktır.

Peygamberler tarihi, Allah'ın insanlığın krizlerine müdahalesinin de tarihidir.

Allah bu müdahaleyi vahyi aracılığıyla yapmıştır. Bundan sonraki müdahaleler de yine son vahiy aracılığıyla olacaktır. Bunu nasıl yapacağız

Sevgiyi "sebil" etmekle,  Sevgiyi sebil etmek, onun, harcandıkça çoğalan ilahi bir sermaye olduğunu fark etmekten geçer.

Sebil "yol" demektir. Su, kim olduğuna bakılmaksızın, yol üzerinde, yolcuya sunulduğu zaman "sebil" olur. Sebil olan sevgi, "yol" olur. İki menzili birbirine bağlar. Yolcuyu menziline eriştirir. Sevgi, tıpkı yağmur gibi, vahiy gibi, insan gibi "inzal olunmuş", yani yüce bir makamdan "indirilmiş"tir.

Muhammed muhabbettir, muhabbet müebbettir. Aşk ehli taşı gediğine koymuş: Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhabbetsiz Muhammed'den ne hasıl? Çölde açan bir güldü o. Rengi solmaz, kokusu tükenmez bir gül.
İman etmedikçe cennete giremezsiniz" diyordu fakat daha müthiş, insanı iliklerine kadar sarsan bir şey daha söylüyordu: "birbirinizi sevmedikçe de gerçekten iman etmiş sayılmazsınız!" Bu, imanı yetiştiren toprağın sevgi olduğunu ifade etmekti. Muhabbet, ancak sevgi toprağında boy verebilirdi.

Dahası "Mü'min, seven ve sevilen dost olan ve dostluk kurulandır, sevmeyen ve sevilmeyende, dost olmayan ve dostluk kurulmayanda hayır yoktur!" diyordu. Sadece demiyor, güzel örneklerini de veriyordu. Onun sevgisi, canlıları aşıp cansızları dahi kuşatıyordu. Uhud için diyordu ki "Uhud, o bir dağ ama o bizi sever, biz de onu severiz!" Dağı seven ve dağ tarafından sevildiğini farkeden bir yürek nasıl bir yürektir? Bu insanı yürekten sarsan muhabbet dersinin, bizim özlemeyen, sızlamayan, yanmayan, inlemeyen, sevmeyen, duyarsız, taşlaşmış ve hatta taştan daha da katılaşmış yüreklerimizde yaptığı yankı nedir bimiyorum?
İçinde yürek yerine taş taşıyan modern insanda nasıl bir karşılık bulur bu davranış? Muhabbetin merkezi olan gönülden yola çıkarak anlayın bunu: Birine "alçak" derseniz hakaret etmiş olursunuz, "alçak gönüllü" derseniz iltifat. Çünkü gönül öyle yüce bir makam ki, kendisine ilişen alçaklığı bile elinden tutup katına yüceltir, "alçak gönüllülük" bir yücelik olup çıkar.

Saçları sevdiklerinin ölümüyle değil, Allah'la ilişkisini örselememek uğruna gösterdiği çabayla ağaran Yüce Önder, Kutlu Rehber'den. Çağların günahını yıkamak için gece yarıları saldığı gözyaşları, yattığı şilteyi ıslatıp Aişe'yi uyandıracak kadar sel olup çağlamıştı.

Buna insanlık sancısı da diyebilirsiniz. Baksanıza o okyanus misali kutlu sancıdan payına bir damlacık düşenler, yaşadıkları çağın,  birer 'gül ve güç merkezi' oluyorlar!

Çünkü o Rahmeten lilâlemîndir. Fakat biz uğraşmazsak kesbetmesek de, o rahmet ne yapar eder bizi gelip bulur mu? Eğer bulur idiyse, kendi çağında yaşayıp kendisini bizzat gören, bizzat konuşan, onunla oturup kalkan Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ümeyye b. Halef gibilerine neden bir pay dokunmadı?

Ben modern Ebu Cehillerin yaptığından daha çok, ona ümmet olduğunu söyleyenlerin yaptıklarının onu daha çok üzdüğünü düşünüyorum. Onun mirasına sahip çıkması gerekenler, sadece yemekteki veya su içmedeki sünnetine sahip çıkıp onun öğretisini görmezlikten gelmeleri, onu daha fazla üzüyor olsalar gerek.

İşte vahiy, insanlığın önüne serilmiş ilahi bir ziyafet sofrasıdır. Efendimizin âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin anlamı, bu sofranın bütün bir insanlık ailesinin önüne serilmiş olmasıdır.

İnsanlık bu sofraya karşı üç tavır içerisindedirler: . Vahiy sofrasının başına oturanlar ve oradan bilgisi, samimiyeti, gayreti oranında nasiplenenler.

Vahiy sofrasının başına oturanlar ve fakat ondan hiç yemeyen nasipsizler. O sofranın başına hiç oturmamış olanlar.

Birinciler, Peygamberimizin rahmet oluşundan en çok istifade edenlerdir. Onlar onu vahiyle vahyi onunla tanımaya çabalarlar.

Kur’ana onun aynası, ona Kur’anın aynası gibi bakarlar. Onu tıpkı Hz. Aişenin dediği gibi yürüyen Kuran olarak görürler ve kendileri de örnek alarak, izini takip ederler. Onun örnekliğini tüketmezler, üretirler.
Onlar, onun âlemlere rahmet oluşunun yürüyen şahididirler. Varlıkları, bu ayetin fiili bir tefsiridir.

Ne mutlu onu böyle  yaşayıp,yürekten sevenlere!..çünkü Sevgi ,yürek tarlasında yetişen muhabbet ağacının çiçeklenmesiyle mümkündür. İşte bundan sonra ortaya muhabbetin "habbe"leri çıkar. Bire sonsuz veren tohum "muhabbet" tohumudur.

İşte o zaman ..Habîbullah oluruz. Habîbullah olmak, hem Allah sevgisini hak etmek, hem de Allah'ı sevmenin hakkını vermek demektir.

Habîbullah olan sevgiyi hak eder. Bu nedenle, "elçinin sevgisi, sevginin elçisidir". Yani, Peygamber sevgisi, Allah sevgisini temsil eder. Sevgiyi kirletip karartanlar, bunu nasıl anlasınlar?
Allah var. Allah'a iman var. İman varsa imkân var. Allah'ın olduğu yerde "imkânsız" demek yotur!

Bismillah deyip işe başlayalım gerisini ona bırakalım. Çünkü Bismillah demek, "Ben bu işi Allah sayesinde yapıyorum, Allah'ı dahil ediyorum, Allah'tan yardım istiyorum, Allah'a ısmarlıyorum " demektir.

Yani Allah’a iman varsa her şeyimiz varadır. Onsuz bir hayat yaşıyorsak neyimiz var ki?

Sonsuz sayıda selam, hürmet ve muhabbet ona olsun.

Bilmeyen ne bilsin bizi bilenlere selam olsun.

Selam  ve dua ile.