Sınırda yaşamaya çalışmak

Hayat pahalılığı Türkiye’nin en öncelikli gündem maddelerinden biri olmaya devam ediyor. Yani yaşam maliyetlerindeki artış, halkın temel ihtiyaçlarını karşılayabilme gücünü sarsıyor. “Geçinemiyorum” diyenlerin sesleri meydanları, sokakları doldurmuyor ama fısıltıları, ahları sessiz bir isyana dönüşüyor. Muhalefetin “aman biz suskun kalalım, insanların sesleri yükselirse bu iktidara yarar, iktidar zaten kendi kendini bitirecek” iyimserliği, söylemi de bu sessizliği besliyor. Biat ilişkileri üzerine şekillenen Türkiye siyaseti uzun yıllardır, yoksulların bağımlılığı ve yoksulluğun sürdürülebilirliği üzerine kurulmuş, ekonomik olarak kaldıramayacağı bir yükü sırtlanmış durumda.

Bu yazıda içinden geçtiğimiz süreci anlayabilmek adına, birtakım verileri sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Bunların önemli bir kısmı resmi verilere ve bu verilerden üretilen kimi çalışmalara dayanıyor.

Öncelikli olarak Türkiye’de gelir dağılımında resmi verilere de yansıyan bir bozulma söz konusu. İçinde bulunduğumuz yıl açıklanan ancak 2019 yılı verilerini referans alan TÜİK Gelir ve Yaşam Koşulları (2020) araştırmasının sonuçlarına göre gelir dağılımındaki bozulmanın boyutlarını ortaya koyuyor.

Hanehalkı kullanılabilir geliri verilerine göre en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,5 iken; en yoksul yüzde 20, yüzde 6 ile yetinmek durumunda. Ancak yüzde 20’lik dilimler üzerinden bir karşılaştırma bize, meselenin esas boyutunu yeterince vermiyor. Örneğin sıralı yüzde 5’lik dilimlerde en zengin yüzde 5 kullanılabilir hanehalkı gelirinin yaklaşık 5’te 1’ine (yüzde 20,5) sahipken, en yoksul yüzde 5’e gelirin yüzde 1’ine bile sahip değil (yüzde 0,69). İki gelir grubu arasındaki fark 2019 yılında 30 kata ulaşmış durumda. Bu fark 2015 yılında 22 kat seviyesindeydi. 2019 yılında en yoksul dilim nominal olarak bile gelir kaybı yaşadı. Pandemi ile birlikte gelir dağılımındaki bozulmanın çok daha yüksek düzeylere ulaştığı tahmin edilebilir.

Bölgesel sonuçlara göre ise İstanbul gelir dağılımında adaletsizliğin başkenti durumunda. En yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirinin en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun gelirine oranı, yıllık ortalama eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert geliri üzerinden, İstanbul’da 8,6 kata çıkmış durumda. Bu oranda Türkiye ortalaması 8 kat seviyesinde. Türkiye ortalamasında 2010 yılından bu yana bir değişiklik görülmese de İstanbul’da oran 6,2’den 8,6’ya çıkmış. Gelir dağılımı eşitsizliği bu değişkene göre Karadeniz, Batı Anadolu ve Batı Marmara’da da artmış. Diğer bölgelerde azalmış. Bu durum gelir dağılımı adaletsizliğinin batıya taşındığını gösteriyor.

GIDA FİYATLARI

Bu süreçte tam da gıda fiyatları gibi en yoksul grupları daha fazla etkileyen maddelerde fahiş fiyat artışları yaşanıyor.

sinirda-yasamaya-calismak-920584-1.

Gıda fiyatlarındaki artış oranları Ağustos 2019-Ağustos 2021 döneminde resmi enflasyon (TÜFE) oranlarının çok üzerine çıkmıştır. Tablo 3’te görüldüğü gibi TÜFE’deki artış bu dönemde yüzde 33,3 seviyesinde kalırken, Gıda fiyatları yüzde 48 oranında artış göstermiştir. Tüm gıda ürünleri reel olarak fahiş artışlar yaşamıştır. Katı ve sıvı yağlar ile balıkta yaşanan artış resmi enflasyonda yaşana artışın 2, meyve ve sebzede 1.5 katından fazladır.

Bu verilere göre enflasyon karşısında gıda fiyatları ciddi artışlar kaydetmiştir. Bunun sonucunda enflasyon karşısında alım gücü ciddi oranlarda gerilemiştir. Enflasyon oranında ücret artışı alan bir ücretlinin kaybı yüksek boyutlardır. En çok alım gücü kaybı yaşanan gıda ürünleri yaklaşık yüzde 20 ile balık ile katı ve sıvı yağlar iken, alım gücü kaybı süt, peynir ve yumurta grubunda yaklaşık yüzde 15, meyvelerde yüzde 12, sebzede yüzde 10, ette yüzde 7, ekmek ve tahıllarda yüzde 5’tir.

sinirda-yasamaya-calismak-920585-1.

Yani en yoksullar için gelirler azalırken, fiyatlar uçmuş. Gelirini reel olarak koruyabilenlerin bile, pazar filesi boş kalmış. Hayat pahalılığı meselesi işte bu kayıplardır. İnsanların daha önce kolayca alabildikleri ürünleri alamama durumudur.

Gıda fiyatlarında yaşanan kriz, tarım sektöründe yaşanan krizin bir yansımasıdır. Bu alana yönelik olarak devletin kamusal sorumluluklarından uzaklaşması, yüksek girdi fiyatları, örgütsüzlük ve dayanışma noksanlığı, tarım kooperatiflerinin devlet tarafından yönlendirilen, şirketler gibi davranması, tarım alanındaki artığa, aracılar, tefeciler tarafından el konulması, yaygınlaşan ve çiftçiyi bağımlı kılan sözleşmeli çiftçilik uygulamalarının bu süreçte rolü büyüktür. Büyük kapitalist çiftlikler desteklenirken, tarım alanında yaşanan çözülmeyi besleyen kimi başka dinamiklerden de bahsetmek gerekir. Toplumun tüketim alışkanlarındaki değişimin en küçük yerleşim yerlerine bile nüfuz etmesi, tarımdan elde edilen elde edilen artığın ranta ve inşaata dönmesi, verimli arazilerin bu uğurda kaybedilmesi vb. Bunun yanında dünya genelinde aşırılıkların ve iklim değişikliğinin etki ettiği durumlara da ayrıca dikkat çekilmelidir.

Bu süreçte tüketim alışkanlıkları ve kriz dönemlerine dirençli yapısı ile görece daha baş edilebilir olan kırdaki yoksunluk, kent yoksulluğuna dönüşmektedir. Kırda ekonomik değer oluşturmayan aktivitelerle, çok daha düşük bir gelirle hayatını idame ettirebilen hanehalkları, kentte bu imkânlarını yitirmekte, elde ettiği gelir artsa bile yaşam maliyetlerini karşılayamamaktadır.

Burada yeri gelmişken söylemek gerekir ki, dayanışma hem kırda hem kentte, ezileneler açısından vazgeçilmez bir zorunluluktur. Ancak siyasal ilişkiler üzerinden aşağıdan gelişen bir dayanışmanın değil, yardım faaliyetlerinin baskın bir biçim olduğu, yatay ilişkilerin değil, dikey bağımlılık biçimlerinin üretildiği söylenebilir. Kooperatifler işte burada önemli bir araç karşımıza çıkmaktadır. Ancak bunlarında bir dayanışma formundan daha çok bir sosyal yardım aracı haline getirilmeye çalışıldığı görülmektedir.

SAĞLIKLI BESLENME MESELESİ

Yoksulluk meselesinin çok fazla boyutu vardır. Örneğin beslenme meselesini sadece karın doyurmak şeklinde ele almak mümkün değildir. Kuru ekmekle yaşamını idame ettirme gayreti yoksulluğu değil aynı zamanda açlığa ve yetersiz beslenmeye de işaret etmektedir. Bu anlamda, Türkiye siyasetinde yoksulluğun simgesi haline gelen çay simit hesabı, aslında yetersiz beslenmenin ve gıda noksanlığının da simgesidir.

Sağlıklı beslenmenin maliyetini hesaplamak için çeşitli yöntemler söz konusudur. Bu konuda üniversitelerin ilgili bölümleri tarafından belirlenen, her aile ferdinin sağlıklı beslenmesi için, hangi gıda ürününden ne kadar alması gerektiğini gösteren çalışmaları önemli bir kaynaktır. Sendikalar bu verileri kullanarak, açlık sınırı hesaplaması yapmaktadır. Benim de katkı verdiğim bir çalışma olduğu için Birleşik Metal İş Sendikası Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin verileri üzerinden birkaç değerlendirme yapacağım.

Sendika ağustos ayı verilerini henüz açıklamamış olsa da açlık sınırı 3 bin lira seviyesine ulaşmış durumda. Açlık sınırı (Türkiye ortalaması için), sadece 4 kişilik bir ailenin tüm gıda gereksinimlerini karşılayabilmesi için gerekli minimum tutar. Yoksulluk sınırı ise 10 bin liranın üzerinde. Yani sağlıklı beslenmenin maliyeti asgari ücret seviyesini aşarken, barınma, ısınma, ulaşım, eğlence, kültür, giyim vb. harcamalarla birlikte belirlenen yoksulluk sınırı asgari ücretin üç katından fazla.

Buna göre bir işçi elde ettiği gelir ile bırakın geçinmeyi, sağlıklı beslenmesi bile mümkün görünmüyor. Çocukluğumuzun futbol kahramanı, televizyon yorumcusu Şeytan Rıdvan’ın (Rıdvan Dilmen), “Ben hiçbir parayı küçümsemem. Bugün asgari ücretli çalışan milyonlarca insan var. 8 bin liraya çalışan insanlar var” sözleri, pek çok açıdan önemli. Mesele kendisinin asgari ücreti 8 bin lira olarak bilmesi değil (ki kendisi kastettiğinin bu olmadığını söylüyor), mesele 8 bin lira ile geçinmenin ne kadar mümkün olabileceğine dair şaşkınlığı. Bu ülkede 2020 SGK İstatistiklerine göre işçi statüsünde çalışan (sigortalı) yaklaşık 15 milyon kişinin sadece 1 milyonu yaklaşık 7 bin lira üzerinde (net) bir ücretle çalışıyor (ödenen prim gün sayısı dikkate alınmıştır) o da iş bulabilirse. Yani Rıdvan’ın şaşkınlığı, bu ülkenin işçilerinin istisnalar hariç gerçekliğidir. Nasıl geçiniyoruz sorusundan, neden herkes susuyor sorusuna uzuyor şaşkınlığımız. Bu anlamda esas şaşılması gereken, bu ücret düzeylerine rağmen yaşanan suskunluktur (burada ekmeği için en zor şartlarda direnen, hiç susmayan işçileri hariç tutuyorum. Bu vesile ile yakın bir zamanda yitirdiğimiz Bağımsız Maden İş Sendikası Genel Başkanı sevgili Tahir Çetin’i ve Ali Faik İnteri saygıyla anıyorum).

Turgut Uyar’ın çok sevdiğim sıklıkla alıntıladığım bir şiiri var: “Terziler geldiler”. O şiirin son dizelerinde “Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız” der.

Acaba bu ülkeyi yeniden yaratır mı şaşkınlığımız?