YAZARLAR

Sınır çizmeye karşı sınırı taşıma

Canan Kaftancıoğlu, yönetilenlerin hem iradesini hem haysiyetini hiçe sayan bir hot zot rejiminin karşısına dikilebilen tek ciddî tehdidin en kritik temsilcilerinden. Kaftancıoğlu’nun özelliklerini bu geri plan önünde hatırlayalım: Düşündüğü, hedeflediği belli, düşündüğünü niye düşündüğü açık, neyi niye yaptığı ortada, becerikli, akıllı, -ve, en sinir bozucu kusurlardan biri,- cesur bir kadın.

Canan Kaftancıoğlu’na münasip görülen uyduruk ve acımasızca ceza, intikam eylemi mi? Çoğu insan böyle düşünüyor. CHP İstanbul İl Başkanı’na kaç zaman önce söylediği sözlerden ötürü birkaç yıl içeride yatmasını “sağlayacak” miktarda ceza verilmesini, İstanbul belediye seçimlerinde partisini başarılı kılmasının muktedirlerce belirlenen bedeli olarak görüyorlar. Bir aşamada şu ya da bu vaat veya mevki-makam ihsanıyla satın alınabilir görünmeyişi, devletin meşhur koridor ve dehlizlerinde gezdirmeyle başlayıp önüne dosya koymayla ilerleyen mâhut siyasetçi öğütme mekanizmasında halledilebileceğe benzemeyişi, Kaftancıoğlu’nu ezmeye muktedirleri daha büyük şevkle sevk eden özellikler olarak ortaya sürülüyor. Sözkonusu eğilmez bükülmez görünüşe -ki, muktedirler ve yerleşik siyaset dairesi dışında buna şahsiyet diyoruz- kadın kimliğiyle sahip oluşunun ilave kışkırtıcılığı da onu ezmeyi daha acil hedef haline getiriyor. Ve iş burada bitmiyor.

Canan Kaftancıoğlu’nin siyasî tavrı, CHP’lilik sınırlarını aşan solculuk. Bu onu zaten baştan olağan şüpheli kılıyor. Kaftancıoğlu, bir nevi “Yenikapı” uzlaşısıyla kurulabilecek Saray muhalefeti düzeninde rol verebilecekleri oyunculardan değil.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Kaftancıoğlu, bugünün iktidar koalisyonunu oluşturan ezcümle muktedir güçlerin başlıca tehlike gördüğü filizlenmenin temsilcilerinden. O filizlenme ki, yüzde on üç (altı milyon) oyla seksen milletvekilini Meclis’e gönderdiğinde çare Meclis’in kişiliğini ezmede bulundu. Fiilen darbe rejimine geçildi, seçmen iradesi tanınmadı, şehirler kasabalar cehenneme çevrildi, mahalleler semtler yakılıp yıkıldı, yüzlerce insan öldürüldü, binlerce insan evinden barkından yoksun kaldı, göçtü, sığındı, başka binlercesi hapse atıldı, işten atıldı, eziyet gördü, türlü hakkı kısıtlandı, hukuk ilga, demokrasinin asgarî gerekleri imha edildi. Neden? Çünkü memleketin batısında sahici demokrasi ve adalet hareketine benzer bir eğilim cisimleşmeye başladı ve hedefleri Kürtlerin adalet ve demokrasi talepleriyle yanyana geldi.

Bu, Türkiye Cumhuriyeti’ni demokratikleştirebilecek, adalet kavramının devlet düzeninin ekseninde yeralmasını, toplumsal yaşama da yön vermesini sağlayabilecek, devlet-toplum ilişkisinin “güvenlik” takıntısı etrafında değil özgürlükler ve insan haysiyeti çevresinde şekillendirilmesine elverecek yegâne imkân ve etken. Güvenlik takıntısını meşru iktidar zemini olarak dayatmaksa, birilerinin muktedir kalma yolu ve garantisi. Şimdi, kitlesel siyasî desteği doğal sınırına çekilen, üstelik dizginsiz hükümdar olabilme uğruna kendini yüzde ellinin fazlasına mahkûm ve muhtaç kılmış siyasî önder ile ikbal çevresinin bekâsı da aynı yolda seyre devam edilmesine bağlı. Bu yüzden, yönetilenlerin haklarını ve yönetenleri denetleyebilme kapasitesini genişletebilecek her türlü gelişme ihtimali, artık birileri için ölümcül tehdit.

Yani Canan Kaftancıoğlu, yönetilenlerin hem iradesini hem haysiyetini hiçe sayan bir hot zot rejiminin karşısına dikilebilen tek ciddî tehdidin en kritik temsilcilerinden. Kaftancıoğlu’nun özelliklerini bu geri plan önünde hatırlayalım: Düşündüğü, hedeflediği belli, düşündüğünü niye düşündüğü açık, neyi niye yaptığı ortada, becerikli, akıllı, -ve, en sinir bozucu kusurlardan biri,- cesur bir kadın. "Terörist"likle falan suçladığında gülüp geçebilir, takmaz.

İşkence için hücresinden alınıp "yukarı" götürülen kurban gibi, artık ortalıkta görünmeyen hukukun da, ezilip parçalanıp atıldığı yerden getirilerek bir kere daha çiğnenmesi ve bu yolla üretilen çerin çöpün bu defa Kaftancıoğlu’nun üstüne boca edilişi, nâçizâne görüşüm, belediye seçiminde iktidar koalisyonunun uğradığı hezimetin intikamı olmanın ötesinde anlama sahip.

Anlamın yanısıra eylemin işlevi de olsun istendi şüphesiz, ama olamayacak. Artık böyle şeylerin beklenen ürkütme-korkutma ve sindirme işlevi olamayacak. Bozdoğan Kemeri üzerine tanklar dizip belediye binasını yerle bir edemezsiniz. Yargı işlevini ya da eskiden yargı işlevi sayılan şeyi siyasî baskı aracı olarak kullanmak, doğrudan hedef alınan siyasî özneleri genellikle yolundan çeviremiyor.

Yine de, şu dönmüş rüzgâra rağmen, Canan Kaftancıoğlu gibi siyasetçilerin partilerini sahici siyasî parti yapma çabaları içeriden engellenebilir. Cumhuriyet gelenekleri CHP’nin sağa sola, yani sağa değilse de sola, fazla kıpırdamasına set çekebilir. Bu, mevcut iktidar koalisyonunun, kendi cephesindeki desteği yetersiz bakiye vermesine rağmen başta kalmasını sağlayabilir. HDP’de temsil edilen potansiyelin katılımı olmaksızın CHP’nin rejimde herhangi bir dönüşüm yaratamayacağı sanırım bizzat CHP çekirdeğinde bile aksi iddia edilemeyecek vakıa. Yalnız hangi durumda faşistlik hangi durumda demokratlık yapacağı, kendini ne zaman güvenlik devletinin toplum içindeki unsuru, ne zaman halkın bir kısmının sözcüsü göreceği bilinmeyen İYİP ve kitlesel gücü -en azından şimdilik- sınırlı Saadet Partisi ile güçbirliği buna yetmez. Ancak bizzat CHP, rejimde dönüşüm ihtiyacını hissetmez hale gelebilir; pekâlâ gelebilir. Buna hiç ihtimal vermemek onca yıllık tecrübeyi inkâr etmek olur.

CHP’nin yerleşik rejim dayanağı işlevinin değişmesi ve -mazallah-dönüşmesi “tehdidi”, birileri için, “Reis”in dizginsiz yeni otokrasi liderliğinin gerektirdiği kitlesel desteği yitiriyor oluşundan çok ötelere uzanan, yapısal tehlikeye işaret ediyor. Birilerinin Kaftancıoğlu’nu bu yüzden, henüz seçim tekrarıyla gelen hezimetten önce gözüne kestirdiği anlaşılıyor.

Gerçi rejimin bekçilerinin bir süredir gözlediğimiz eylemleri sanki daha çok can havliyle, ötesi berisi düşünülmeksizin, telaş yüzünden paniklenerek, bütünüyle isabetsizce ya da başka türlüsü bilinmediğinden öyle yapılıyor. Yarını kurmaya değil günü kurtarmaya yönelik savunmacı hamlelere topluca “politika” adı verilebilir mi, bundan da fazlasıyla şüpheliyim.

Canan Kaftancıoğlu’na karşı yargı kisvesi altında kalkışılan bastırmada böyle bir gelişigüzelliğin payı elbette olabilir, ancak sanırım burada daha çok hedef gözeterek atış yapıldığına tanık oluyoruz. Zira onu safdışı etmeye yönelik bu hamle, açık ki, Selahattin Demirtaş başta, birçok mâkûl ve etkili Kürt siyasetçisini saha dışında tutma hezeyanıyla aynı duygu dünyasına ait.

Burada, sınır çizme ehliyetine dair bir yetki kapışması cereyan ediyor. Türkiye’de tahammül edilecek özgürlüklerin toplam kapasitesine, tahammülün asla sözkonusu olmayacağı mayınlı alanlara, siyasetin uzanabileceği-uzanamayacağı sahalara ilişkin yetki kapışmasında elbette belirleyici soru Kürtlerin kimliğine, diline, kendilerini ifade etmelerine nereye kadar meydan verileceği. Kürtlerin inisiyatifine çekilmiş geleneksel sınırı -tıpkı Süleyman Şah Türbesi gibi- Kürtlerle beraber başka yere taşıma ihtimali karşısında, tıpkı eskisi gibi kendini devletin sahibi sayan birilerinin kapıldığı telaş ve paniğin hepimizi mahva sürükleyen tesirlerini yaşıyoruz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın öncelikli siyasî hedefi, şüphesiz, bulunduğu mevkiyi korumak ve mümkünse yetkilerini genişletmek. Bunun için, memlekette sahiden değer verilen ve pek vazgeçilir gözükmeyen tek demokratik hak olan seçime dahi müdahale edildi, seçim mekanizmasının güvenilirliği, itibarı müthiş zedelendi. Ancak atılan birçok adım veya bir şeylerin önüne alelacele itiliveren bir sürü taş, tek-adam iktidarına desteği artırdığı söylenecek şeyler değil. Aksine, tek-adamın Beylikdüzü belediye başkanından kendine rakip cumhurbaşkanı adayı yaratmasında olduğu ve muhtemelen Canan Kaftancıoğlu’ndan, berikinin eksik bırakacağını tamamlayabilecek yeni siyasî lider çıkarmada olacağı üzre, siyasetçi aklıyla yapılması mâkûl görülemeyecek hamleler izliyoruz. Terazisi bozulmuş, pusulası şaşmış, yolunun ötesi görülmez olmuş, tutarsız ve isabetsiz siyasetçi davranışı şüphesiz var. Ama bunun dışında, öyle görünüyor ki, siyasetçiyi önüne katmış sürükleyen bir akıntı da sözkonusu. Acaba, devlet içinden Fethullahçıların tasfiyesi, diş çekerken damağı dağıtma gibi bir hale mi dönüştü? Akıntı sandığımız da boşalan kanın meydana getirdiği kızıl nehir midir? Akarsuların kırmızı akmasına alışmış toplumuz; neden olmasın?

Canan Kaftancıoğlu’nu neden ötürü tehlikeli görüyorlarsa, sahip çıkılacağı, savunulacağı yer orasıdır. Böyle bir şeye siyaset deniyor.