Şiirin asi çocuğu Arthur Rimbaud

Bir yay gibi çocukluktan itibaren yavaş yavaş gerilir, sonra en uç noktada öfke okunu tüm kutsal ve otoritelere -poetik iktidarlara da- büyük bir hınçla fırlatır. Şiiri de hayatı gibi öfkeli, alışılmış dil, imge, biçim ve özden uzak, uçlarda…

Dil, yıkmak için vardır onda, ama yıktığı üzerine karanlık ve lanetli bir dünya kurar. Camus, ondaki bu asi mizacı görmüş; "isyanın şairi ve hepsinin en büyüğü", Verlain ise “Bütün kötü meleklerin o en güzeli" demiştir Rimbaud için.

Asıl vasfı, alışılmış dili, gerçekliği yıkarak ‘satanique’, 'demoniaque’ bir şiir inşa etmesidir. Valery bunu şöyle açıklar: "Bilinen edebiyatın tamamı ortak dilin aklıyla yazılmıştır. Rimbaud’nunkiler hariç." Ne demek ‘ortak dilin aklı’? Sanırım görülen dünyaya tâbi bir dil/ akıldan bahsediliyor. İşte Rimbaud’nun ayrıldığı nokta! Izambard’a yazdığı bir mektupta şairin "görülmezi gören bir yalvaç" (Rimbaud’nun Mektupları, Düşün Yayınevi 1985, s. 19) olması gerektiğini söyler; dolayısıyla başka bir gerçeğin peşindedir. Oysa ‘ortak akıl’, görüleni idrak ve tasvire eğilimlidir, dili ‘yansıtma’ aracı olarak kullanır. Rimbaud’ya göre bu, eski Yunan’dan beri süregelen, ‘görülen hayat’a tâbi bir sanat anlayışıydı. Şair ise “eyleme tempo tut[mayan]” (s. 23), aksine önüne geçen bir şiirin peşindeydi; bu dil/ şiir aracılığıyla beş duyu organıyla algılanan gerçeği yıkmayı ve bilinmeze ulaşmayı amaçlamıştı. Bunun için önce "tüm duygu ve anlamların bozulup değiştirilmesi…"ni savundu (s. 20).

Hâsılı Rimbaud’daki asiliğin kaynağında, ‘görülen dünya’yı satanik ve demonyakça da olsa yıkma ve öteye geçme arzusu yatar. Yaşadığı/ görülen dünyada mutsuzdur. Bundan dolayı köyü Charleville’in çimenleri bile “soluk, yavan, tatsız”dır, orada “Her şey nizami[dir]; ağacından çiçeğine kadar” (Arthur Rimbaud Bütün Şiirleri, Varlık Yay., s. 49). Bu bunaltı sonra Paris’i ve tüm Avrupa’yı içine alır, “Ey alçaklar, işiniz iş! Doldurun garları/ Güneş kızgın ciğerleriyle süpürüp sildi/ Bir akşam Barbarlar’ın bastığı bulvarları/ Batı’ya oturmuş kutsal Kentin işte bu hâli" (s. 80) dizeleriyle kente nefretini kusar. Şiirlerinde baştan beri dikkati çeken "Mavi yaz akşamlarında özgür gezeceğim", "Çekip gideceğim, çingene gibi" (s. 18) vb. dizelere yansıyan ötelere gitme isteğinde yine bu sığ dünyadan kaçıp bilinmeyene ulaşma arzusu vardır.

Ondaki görülmezi görme arzusu "Illuminations" ve "Cehennemde Bir Mevsim"le zirveye çıktı. Ama bu çırpınışların ardından "Benden uzak olsun artık bu boş inanlar, bu eski bedenler, bu eşler ve bu yaşanmış yıllar." (s. 219) diyerek Aden’de (Yemen) suskunluğa gömüldü.

Bir de Rimbaud’nun Müslüman olduğuna dair iddialar var. Sezai Karakoç da dile getirmişti. Muğlak bir konu. Ama Harrar’da iken annesinden Kuran çevirisi istediğini (Rimbaud’nun Mektupları, s. 73), İslam’a özgü bir kader anlayışına teslim olduğunu (s. 82), “Aşkın Çölleri”ne “Not” (s. 161)’ta; “Muhammed’e inananların -yürekli ve sünnetli insanların- efsanedeki yıllarca süren uykularını anımsayın” diyerek “Ashab-ı Kehf”i ve Müslümanları yücelttiğini, “Abdu Rınbo (Abdullah Rimbaud) yazılı bir mühür kazıttığını (Graham Robb, Rimbaud, 2012, s. 355) biliyoruz. Bunlar, onun İslam’a sempati duyduğunu gösterebilir, ama muğlak!

Türk şiirine gelince; Rimbaud’ya pek yakın sayılmaz, genelde görülen dünya ile uyumludur. Biraz İkinci Yeni. Ece Ayhan’da satanik ve demonyak bir yön var elbette. İsmet Özel, dili, uçtalığı ve asiliğiyle yakın, ama satanik değil! Hasan Bülent “Yahya Kemal Rimbaud’yu Okudu mu?” diye sormuştu kitabında. Okumamıştır bence. Rimbaud savruluşların çocuğuydu, uçlarda dolaştı. Türk şiiri savrulmaz!..

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum